T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 TEMMUZ 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

'Kene' meselesine devam....

Bu dördüncü yazı, bu gidişle yakında "kene köşe yazarı" olacağım herhalde... Dünkü yazıma ilişkin aldığım bazı mesajlar "Siz asıl milletin sırtına yapışmış diğer kenelerden söz edin!" diyerek köşeyi "siyaset"e dönmeye davet etse de, ben yine giderek bir "korku filmi"ne dönüşen malum keneden söz edeceğim.

Sağlık Bakanlığı'ndan konuyla doğrudan ilgili olan bir genel müdürden dün sabah saatlerinde -telefonla- aldığım bilgiler benim için yeni idi; size de aktarmak isterim:

Genel müdür, geçen hafta toplanan "Bilimsel Kurul"un eskiden adı sanı bilenmezken birkaç yıl içinde tanıdık hale gelen bu yeni kene türünün ortaya çıkış nedenleri arasında sayıp da benim biraz şüpheyle karşıladığım "doğal dengenin değişimi" nedenine ilişkin dikkat çekici açıklamalar getirdi. Bir kere herşeyden önce, kene sıcak iklimi sevdiği için "küresel ısınma" söz konusu hayvanın nüfusunun artışı ile doğrudan ilgiliymiş. Sağlık Bakanlığı yetkilisi ülkemizde bir türlü önü alınamayan "bilinçsiz avlanma"nın da önemli etkenler arasında bulunduğuna dikkat çekti. Özellikle de kurt ve tilki avı; çünkü bu hayvanlar bilinçsizce avlanınca kenenin pek itibar ettiği tavşan ve domuz sayısında hızlı artışlar gözleniyormuş. Yaban hayvanları ile "kene" sayılarındaki artış arasındaki ilişki -zaten- hastalığın dünyada ilk kez (1945) Kırım'da tarıma açılan orman alanlarında ortaya çıkmasından dolayı kurulan-bilinen bir ilişkiymiş.

Genel müdürün verdiği bilgiler içinde ilgimi çeken en önemli "neden", "yayla yasağı" oldu. Çünkü yeni kene türünün ülkemizde görüldüğü ilk yer ve tarih ile "yayla yasağı" (yani yaylaya çıkma yasağı) arasında şaşırtıcı bir ilişki var. Türkiye'de kene ile kez Tokat'ın Almus ilçesinin bir yaylasında karşılaşılıyor. 2002-2003 yıllarının bahar ve yaz ayları. İlginç bir biçimde, söz konusu yaylaya ilişkin "yasak" da 2001'de kaldırılmış. Yani:

"Yayla yasağı" sürecince yaylalar yaban hayvanlarına -kurda kuşa- kaldığı için, asıl olarak bu hayvanlar üzerinden yayılan kenelere de gün doğuyor. Ve bu keneler tabii olarak "yayla yasağı"nın kalkmasının ardından yaylalarına kavuşan büyük ve küçükbaş havyanları boş bırakmıyor...

Görüyorsunuz değil mi? "Kurulmuş dengeler"le oynamanın, onları bozmanın nasıl yanlış bir seçim olduğunu görüyorsunuz değil mi?

"Doğa" ile "toplum"u ve de bunlara ilişkin "dengeler"i aynı kaba koyacak değilim. Ama bu çekinceyi unutmayarak şunu söyleyebiliriz herhalde: Birtakım sorunlara çözüm bulabilmek amacıyla toplumun ve doğanın "alışkanlıkları"na müdahale etmek, onlara "yasaklar koymak" son derece yanlış bir seçimdir. "Yaylaya çıkmayı" düşünün... Kimbilir kaç yüzyıldır süren bu alışkanlıkla canınızın istediği gibi oynamaya başlarsanız, yaylacıların sadece ekonomik, toplumsal, kültürel onlarca insani kaynağını kesip atmıyorsunuz; "kene" örneğinde olduğu bu işten dolayı doğanın da kafası atıyor... Denge bir kez bozulunca, siz istediğiniz kadar "Yaylalar... Yaylalar..." diye koşup durun, faydasızdır....

Aldığım bilgiler arasında en sevindirici olanı şuydu: Kenenin yol açtığı hastalığın birkaç yıl içinde hızla yayılıp ciddi bir salgına dönüşmesi ihtimal dışıymış. Çünkü söz konusu hastalık 7-8 yıl alevlendikten sonra ağır ağır ortadan çekilirmiş. "Zaten" diyor genel müdür, "Hastalığın ilk görüldüğü yer olan Tokat'ta yapılan analizler sonucunda büyükbaş havyanların kenelerin bulaştırdığı virüse karşı hızla antikor geliştirdiklerinden de anlaşıldığı gibi, hiç ilaçlama yapılmasa sorun belki de daha hızla çözülecek; ancak bu havyanlarla ilişkide olan insanları korumak için ilaçlamaya tabii ki devam ediyoruz."

Görüşmemizde açıkça dile getirilmese de, "krizin yönetimi"ne ilişkin bazı pürüzler olduğunu da sezdim. Anladığım kadarıyla, Sağlık Bakanlığı'nda bir "veteriner halk sağlığı dairesi"ne henüz yer verilmemesi, ülkedeki veteriner hizmetlerinin Tarım Bakanlığı'nın görev ve yetkisi içinde olmasından kaynaklanıyor. Ve dolayısıyla söz konusu "daire"nin kurulmasına belki de bu ikinci bakanlık soğuk bakıyor. Belki de Sağlık Bakanlığı da bu işi "siyasi nezaket" açısından değerlendiriyor. Bu yöndeki sezgilerim doğru ise, bunlara da şunu ilave etmek isterim: "Kuş gribi"nden sonra şimdi de "kene" felaketiyle karşılaşıldığına göre "alınma-kırılma" ve "siyasi nezaket"in sırası olmasa gerek... Ne dersiniz?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi