T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 4 TEMMUZ 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mehmet OCAKTAN

Aman, halk devleti ele geçirmesin...

Parlamentoyu halk seçiyor, hükümeti halk belirliyor, ülkenin yönetimini hükümete teslim ediyor. Ama iş, Cumhurbaşkanlığı seçimine gelince, "Bu parlamento Cumhurbaşkanı"nı seçemez deniliyor.

Peki neden?

Bu parlamento, Türkiye Cumhuriyeti'nin parlamentosu değil mi?

Peki, "devletin ele geçirilmesi' nasıl oluyor?

Türkiye Cumhuriyeti hükümetini halkın iradesi belirlediğine göre, halk mı devleti ele geçiriyor?

O zaman devlet kimin elinde?

Yoksa devlet, halka rağmen "başka güçler"in elinde mi?

Eğer devlet halkın iradesi dışında oluşuyorsa, o zaman bu devlet 'halk karşıtı' bir oluşum demektir. Demokratik ülkelerde böyle bir anlayışa yer olamaz. Dahası, kendi halkına karşı olan ve kendi halkından korkan bir devlet olamaz.

Aksi takdirde, bir krallık yönetiminden sözetmemiz gerekir. Çünkü krallıkta, bütün bir ülke ve halk kralın malıdır. Kralın isteği dışında, hiç kimsenin bir 'irade' ortaya koyması mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti bir krallık olmadığına göre, 'halk iradesi'yle oluşan bir parlamentonun cumhurbaşkanını seçmesini "devleti ele geçirmek" olarak görmek abesle iştigaldir...

Peki o zaman yaşanan bu 'komedi' neyin nesidir?

Adını doğru koymak gerekirse, bizde devlet 12 Eylül Anayasası'nın "tapulu malı"dır. Bu yüzden de, devlet ve de devletin başı kabul edilen cumhurbaşkanlığına, kısacası devletin "tapulu arazisi"ne sivillerin girmesine izin verilmemektedir. Bugün cumhurbaşkanlığı tartışması ile ilgili yaşadığımız "komedi"nin özeti budur.

Bir başka deyişle, ne yazık ki Türkiye'de siyasetin 'oyun alanı'nı bugüne kadar hep darbeler belirlemiş ve sivillerin bu alanın dışına çıkmasına izin vermemiştir. İşte bu yüzden de, siyasette önemli noktalarda bulunmuş, bir bakıma siyasetin "duayeni" kabul edilen anlı şanlı politikacılar bile, neredeyse her on yılda bir "darbe çöplüğü"nden beslenmeye heveslenmektedirler.

Kısacası, demokrasiden beslenen, demokrasiyle gelişip büyüyen bazı siyasi oluşumların da desteğiyle, devletin 'merkez'i kabul edilen cumhurbaşkanlığına 'çevre'den birinin gelmesine karşı şiddetli bir direniş sürüyor. Yani, Çankaya halka karşı direniyor...

Dünkü Radikal gazetesinde Neşe Düzel'in sorularını cevaplandıran Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ayşe Kadıoğlu, bu konuda önemli tespitlerde bulunuyor: "Cumhurbaşkanlığı alanı çevreye ve AK Parti'ye kolay açılmayacak. Çevrenin yaşam tarzının cumhurbaşkanlığı alanına girmesine kolay izin verilmeyecek. Eskisi gibi darbe yapılamayacağına göre, izin vermemenin yolu ne olacak dersiniz... Yukarıda bir güç kaynağı hala var. Bu, adı üstünde Silahlı Kuvvetler. Cumhurbaşkanlığı alanını koruyacaktır o. Hem illa bir darbe olması gerekmiyor. Darbe, savcıların, vicdani retçilerin başına gelenlerle gündelik oluyor zaten."

Dolayısıyla son dönemde yaşananları, Türkiye'nin her on yılda bir maruz kaldığı 'demokrasi dışı hal'in penceresinden değerlendirdiğimizde, hiç de yadırgatıcı olmadığını, bize has "Türk usulü" siyaset tarzının bir sonucu olduğunu görürüyoruz.

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi