T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 8 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

'Yükseköğretim stratejisi'ne ilişkin notlar...

Kemal İnal'ın yayın yönetmenliği altında Ankara'da bir yıl kadar önce yayınlanmaya başlayan ve herşeyden önce adı güzel bir dergi var: "Zil ve Teneffüs". Farklı bir dergi. Ülkemizin (maalesef) "en sıkıcı" konularından birisi olan eğitim-öğretim meselesine alışılmışın dışında yaklaşmaya çalışıyor.

Derginin elime yeni ulaşan son sayısının (Mayıs-Haziran 2006) "Eleştirel pedagoji" sayfasında bu kez Gündüz Vassaf'ın epeyce eski tarihli (1982) bir yazısına yer verilmiş. Yazının tarihi epeyce eski ama mevzuu hâlâ dipdiri: "Test yarışında çocuklar: Şıkları söyle".

Vassaf'ın yazısından kısa ama son derece aydınlatıcı bir hikayeyi aktarmadan önce -izninizle- altını çizmeye çalıştığım bu "eski tarihli yazının dipdiri mevzuu" üzerine bir şeyler söylemek isterim.

Görüyorsunuz ki, Türkiye'de bazı mevzular (maaşallah) hiç eksimiyor... Bunun nedenini kolayca açıklamak zor olsa gerek. Memleket mi yerinde duruyor yoksa memleket meseleleri ile ilgilenenler mi yerinde sayıyor, hemen cevap vermek imkansız. İşte bakın, "orta"sı ve "yüksek"i ile eğitim-öğretim sistemimizi mahveden bir "buluş"a ilişkin yirmibeş yıl önceki bir değerlendirmeyi bugün bir "Eleştirel Pedagoji Dergisi"nin başyazısı olarak (hem de son derece rahatlıkla) kullanabiliyoruz.

Gelelim Vassaf'ın yazısına başlarken aktardığı hikayeye: "Bir arkadaşım dokuz yaşındaki oğluyla trenle Ankara'ya gidiyor. Kompartımanda yaşlı, babacan, sonradan öğretmen olduğu anlaşılan bir adam. Çocukla karşılıklı sohbet ediyorlar. 'Peki oğlum' diyor öğretmen, sohbetin koyulaştığı bir anda yavaşça çocuğa eğilirek, 'Bilimin sırrı nedir? Bana söyleyebilir misin?' Bir yıldır test kurslarına giden arkadaşımın çocuğu anında karşılık veriyor. 'Şıkları söyle.' "

Haksız mıyım? Bu hikayeyi olduğu gibi bugüne taşıyamaz mıyız? "Şıkları söyle!" sorusu yirmibeş yıl öncesi gibi bugün de (hatta daha da pekişerek) geçerliliğini korumuyor mu?

Vassaf'ın aktardığı bu hoş hikayeyi, YÖK'ün "Cumhurbaşkanı'na sunduğu" (dikkat ediyorsanız, YÖK ve üniversite yönetimleri bugünlerde Köşk'ten çıkmaz oldu!) "Türkiye'nin Yükseköğretim Stratejisi" başlıklı "Taslak Rapor"a ilişkin notlarımı sıralamaya başlamadan özellikle aktarmak istedim, çünkü söz konusu metne gözatmaya bu konudan, "Şıkları söyle" konusundan başlamak istiyorum.

Kimsenin hakkını yemeleyim; "Taslak Rapor"un yoğun bir çalışmanın ürünü olduğu muhakkak. Hatta illâki bir karşılaştırma yapmak gerekirse şu da söylenebilir: Elimizdeki metin, hükümetin YÖK'e ilişkin olarak son derece acemice giriştiği, "dışarıdan kimseyi katmayalım, halis muhlis bizim esirimiz olsun" anlayışı ile oluşturmaya çalıştığı "taslak" ile karşılaştırıldığında, üzerinde çok daha titizlikle çalışılmış bir metin izlenimi veriyor. Ancak şu hususu da gecikmeden hatırlatmak gerekir: YÖK'ün bu raporu yüksek öğretime ilişkin yararlı "teknik" tespitler ve öneriler getirirken meselenin "hangi ülkede" tartışıldığı hepten unutulmuş gibi... Ortada (sanki) eşine ancak totaliter bir sistemde karşılaşılabilecek bir "Yükseköğretimin amacı"nı tayin eden 2547 sayılı bir yasa yok; ortada (sanki) Anayasa'nın gençlik, bilim ve sanat hürriyeti ve yükseköğretim kurumlarından söz eden (ve yine eşine ancak söz konusu sistemlerde karşılaşılabilicek) maddeleri (27, 58, 130) yok... Bana sorarsanız, bir ülkede bu ve benzeri genel çerçeveyi hesaba katmadan, onlardan söz etmeden gösterilecek her çaba ("teknik" açıdan ne kadar yeterli olursa olsun) sonunda hüsrana uğrayacaktır. Bunu söylerken her meselenin tanı ve çözümler açısından kendine özgü bir yapıda olduğunu reddediyor değilim; ama unutmalayım ki, bir ülkenin (hele de Türkiye'nin!) eğitim-öğretim meselesi söz konusu ülkenin Anayasa ve yasalarına hakim rüzgârlar hesaba katılmadan tek başına, sadece bir "teknik" mesele gibi ele alınıp altından kalkılamaz.

Siz söyleyin: Anayasa'sının "Yükseköğretim Kurumları" başlığını taşıyan maddesinde (130) "Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsem tartışma ve yayında bulunabilir. Ancak, bu yetki, Devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez" yazan bir sistemde sorun "teknik" midir, yoksa henüz bir "proje" sorunu ile mi karşı karşıyayızdır?

Yarınki yazıda devam ederiz...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi