T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 19 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Akif mi haklı yoksa Yahya Kemal mi?

Suğra Bal adlı dört yaşındaki kız çocuğunun İstiklal Marşı'nın tamamını ezbere okuduğu töreni televizyondan izleyememiştim. Geçen gün Radikal'den Yıldırım Türker, "Bakanın gözyaşlari" başlıklı yazısında törenden söz edince, internette artık pek çok sitede karşımıza çıkan Suğra'yı nihayet ben de dinledim.

Türker haklıymış doğrusu. "Nüfusun en az yüzde doksan dokuzunun mümkün değil anlayamayacağı" dizeleri 4 yaşında bir çocuğa ezbere okutup sonra da karşısına geçip gözyaşı dökmek hangi pedagojinin eseridir anlamak mümkün değil. Nitekim ben de çok eski bir yazımda, İstiklal Marşı'nın tamamının okullarda çocuklara zorla ezberletilmesinden bahisle şöyle demiştim: "Bu şiirin tamamında çocukların ilgisini çekecek, onların hayal güçlerine seslenebilecek tek bölüm, 'Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar' dizesidir."

Hemen kızmayın, çocuk çünkü onlar....

Dikkat ettim, videoda izlediğim törende Suğra'nın da gerçekten anlayarak telaffuz ettiği tek bölüm de zaten bu "tek dişi kalmış canavar" faslıydı.

Böyle "törenler"den kaçınılması gerekir. Eğer iddianız "otoriter pedagoji" gibi bugün artık hemen hiç itibar edilmeyen bir yönteme yönelik değilse...

Töreni izleyebildiğim sitede Suğra'nın aldığı davetlere ilişkin şu haber de yer alıyordu: "Suğra son olarak Karadeniz Ereğlisi'nde düzenlenen Şehit ve Yakınları Anma Töreni'ne davet edildi." Arkası mutlaka gelecektir.

Şimdi söyleyin: Şehit delikanlılar ve şehit yakınları ile kurduğumuz ilişki üzerine (de) düşünmemiz ve bu konuda (da) genel ruh halimiz ve tavrımızı gözden geçirmemizin zamanı gelmedi mi hâlâ? Bana sorarsanız "Çoktan geldi de geçiyor bile" derim.

Bakın hafta başının gazetelerine. Hemen hepsi "Bir hafta içinde 13 şehit"ten söz ediyor. Fazla geriye gitmeden sadece bir yıl içinde şehit olanların sayısı bile kimbilir ("kimbilir" diyorum, çünkü kesin sayıya maalesef hiçbir kaynakta ulaşabilmiş değilim) kaça vardı. Yeri gelince "Vatan sağolsun" diyerek girişilen vatan savunması tabii ki çok önemlidir. Ancak çok sayıda vatan çocuğunun dünya gözüyle vatanlarının tadını çıkaramadıkları gerçeğini de bu değerli sloganı hamasete esir kılarak unutturmamak gerekir.

"Bir hafta içinde 13 şehit" verilen bir ülkenin "barış" içinde yaşadığı öne sürülemez. Eğer devlet sonuç olarak vatandaşlarının vatanlarının tadını dünya gözüyle çıkarabilmelerini temin için var ise bu işe bir an önce bir çare bulunmalı ve toplum giderek içine çekilen hamasetten bir an önce kurtarılmalıdır.

Önümdeki fotoğrafta son 13 şehitten birisi olan Orçun Yaldır arkadaşlarıyla birlikte bize bakıyor... Fotoğrafın kıyısına şu not düşülmüş: "Evim evim güzel evim". Göz yaşartıcı bir fotoğraf... Orçun da -mutlaka- nedenlerini, çözümlerini, ne zamana kadar süreceğini, sürüp sürmeyeceğini bilmediği bir çatışma sonrasında arkasında bu son fotoğrafını bırakarak göçüp gitti... Ve belli ki -başta türlüsü imkansız- onun için "vatan" -tabii olarak- "Evim evim güzel evim"di önce. Yani anası-babası, kardeşleri-yeğenleri, arkadaşları-dostları, akrabaları-komşuları.... "Güzel evi", "vatanı" yani....

Bu aralar uykuya dalmadan okuduğum bir kitap var elimde. Sermet Sami Uysal'ın 1959 basımı "Yahya Kemal'le Sohbetler" kitabı. Kitabın sonlarına doğru Yahya Kemal anlatıyor: "Şâirlerimizin en meşhur mısraalarının bâzılarında mânâ hataları var. Meselâ Mehmet Âkif'in 'Bir Hilâl uğruna yarab ne güneşler batıyor' mısraını ele alalım... Mehmet Âkif'in milliyetçiliğinden kimsenin şüphesi yoktur. Yalnız bu mısraı düşünürsek tuhaf bir mânâ çıkıyor: Sanki Şâir hilal uğruna batan güneşlere üzülüyormuş gibi... Bakın: 'Yarab ne güneşler batıyor.' Diyor. Halbuki: 'Müslüman kaldık asırlarca onun uğrunda / Bin güneş batmalı yıldızla hilal uğruna' diyebilseydi, fikrini daha iyi anlatmış olurdu. Yâni 'batıyor' mutlâka 'batmalı' olmalı"

Sizi bilmem ama şairin bu "düzeltme" denemesi benim hiç mi hiç hoşuma gitmedi... Şairin "ses" uğruna "güneşler"i mutlaka "batırmaya" çalışmasını bayağı "acımasız" buldum ve hatta bu acımasız tavır bana epeyce "Türk medyası"nın şehitler karşısındaki tutumunu hatırlattı... Oysa aferin Akif'e. "Hilal uğruna batan güneşlere üzülmesi"ni ne güzel anlatmış... Belli ki Akif, sıra "batan güneşler"e gelince nerede durmak gerektiğini şairden çok daha iyi biliyor....

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi