T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 24 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ | ||
Yeryüzünün solgun teninde durmadan kanayan, kanatılan bir yara... Kadınların tüyler ürperten ağıtlarını neredeyse milli marş bellemiş şehirler... Tarihin kanlı elbiselerle resimlemekten usanmadığı yorgun insanlar... Isırgan bombaların her zaman birinci adresi olmuş bir coğrafya... İzliyoruz artık kanıksamaya başladığımız bir çaresizlikle... Savaş desek, tam olarak değil... Barbarlık hudutlarını genişletiyor sadece... Zulmün kirli yorganı örtülüyor medeniyetlere beşiklik etmiş şehirlerin üstüne... İnsanlık cephelerini yitiriyor tek tek... Hayat çürümeye bırakılıyor. Anlam yırtıcı leş yiyicilere teslim ediliyor. Sağırlık, körlük, dilsizlik yayılıyor bir kara humma gibi yeryüzüne. Bütün hesaplar şaşıyor. Hayalleri süsleyen bütün arzular kırılıyor. Bitiyor aslında her şey. Sona eriyor aydınlık. Kanla kirlenen bu sayfalara ne yazsak boş artık. Vicdandan damıtılmayan mürekkep ne söylese boş. Bombaların tahrip gücü hiç bu kadar büyümüş müydü daha önce? Hiç bu kadar ağır vurulmuş muyduk? Cesetleri toplamaya kalksanız şehirlerden, insanlığın ölü vicdanını biriktirmiş oluyorsunuz sadece bir köşeye. Zulmün kotardığı kıyamet bu olsa gerek. Öyle ya, bütün alametleri belirdi zalimin leş kokan dişleri arasında. Demek bugün kopsa asıl kıyamet, adalet yerini bulacak. "Kötüler için yaşasın cehennem" demişti biri ve ürpermiştik. Ve şimdi aynı ürpertiyle söylüyoruz hep bir ağızdan: "Zalimler için yaşasın kıyamet!" Çocuklara masal anlatmanın hızla imkansızlaştığı bir zamana doğru götürüyor bu soysuz akıntı bizi. Hangi hiçlik denizine döküleceğiz kim bilir? Hangi soluksuzluk kesecek soluğumuzu, hangi karanlıkla boğulacağız kim bilir? Gözlerimizi bir kere kapatmak ve bir daha hiç açmamak geçiyor içimizden. Ama bu devrin şahitliği yazılmış belli ki gözlerimizin kaderine. Kapatsak bile sonuna kadar gözlerimizi, her şeyi bütün çirkinliğiyle görmeye yazgılıyız belli ki. İçimizde biriken öfke, hiç tınmamaya alıştırılmış korkak bedenlerimizi kemiriyor ha bire. Ruhumuzdan kalan son hatıra bile yetiyor ruhsuzluğumuzu sırılsıklam örselemeye. Biz neredeyiz ve neresi hunharca harareti arttırılan bu vahşi gezegen... Medeniyetlerin son izlerini kemirerek palazlanmakta olan bu korkunç hayvan nereden çıktı? Soru işaretlerinde sallandırılan bütün bu cesetler neden en çok bize benziyor? Neden her çektirdiğimiz fotoğrafta biraz daha sırıtkan, biraz daha iskeletiz? Aynalar utancın kara deliklerine dönüştü artık. Feryatları uğursuz ninniler gibi hafifçe sallanarak dinliyoruz. Parçalanmış bedenlerle, boşluğa bakan yanmış cesetlerle yan yana yaşamaya alıştık. Dilimizde öfkenin acı şekerleri... Yeryüzünün irin bağlamış yerlerinden henüz irinlenmemiş yerlerine kaçıyoruz. Bütün koşuşturmamız kendimizden kaçmak için... Ama ne çare!.. Zulüm kirli yorganını barbarca örtüyor üstümüze. Ama zaten güneşi görmeye yüzümüz yok bizim de.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |