T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 24 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Koray DÜZGÖREN

"Şu 301'i kaldırın"... İyi de bunu kim, nasıl yapacak?

Bugün 24 Temmuz. Takvimlerde sansürün kaldırılışının 98'inci yıldönümü olarak görünüyor.

Ben 24 Temmuz'ları hiç ciddiye almadım. Zaten başta basın kuruluşları olmak üzere kimsenin ciddiye aldığı da yok.

Bu gün, tıpkı Kars'ın, Kağızman'ın vs. kurtuluş günleri gibi kutlanıyor.

Zoraki, formalite niyetine... Bu arada birkaç açıklama, günün mana ve ehemmiyetini dile getiren birkaç konuşma...

Son zamanlarda, bu düşmandan kurtuluş günleri vesilesiyle sergilenen düzeysiz ve hamasi gösterilerde 'düşman' rolüne çıkacak adam dahi bulunamadığını biliyoruz.

Bu 24 Temmuz günleri de öyle.

Bana kalırsa basının birşeyden kurtarıldığı falan yok.

Basın ya da daha genel anlamıyla medya, Abdülhamit sansüründen kurtulmuş olmakta övünmeyi bırakıp içinde bulunduğu duruma bakmalı.

Aynı medya 28 Şubat'ta da bu bayramı kutlamıştı iyi biliyorum. Hatta bu yıl karikatürist Musa Kart'a - çok haklı olarak- verilen Basın Özgürlüğü Ödülü, Gazeteciler Cemiyeti tarafından basın özgürlüğünün ve cümle özgürlüklerin karizmatik düşmanlarından Süleyman Demirel'e verilmişti. Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan bir törenle. Hiç unutmam.

Bizim basın kuruluşlarımızın basın özgürlüğüne yaklaşımı buydu...

Medyamız genel olarak hâlâ kendi içinde 28 Şubat'la hesaplaşmış, 28 Şubat'çılıktan kurtulabilmiş değil. 28 Şubat'çılar hâlâ gazetelerin televizyonların en üst makamlarda oturuyor.

Tabii artık gazete yöneticileri, günümüzde yapacakları haberleri, yayınlayacakları yazıları Genelkurmay'da oturan bazı subaylara sormuyorlar ya da onların talimatına göre gazete yapmıyorlar. Buna ihtiyaç kalmadı.

Çünkü onlar şimdi o subayların kimliğine büründüler. Hangi haber ya da yazı milli menfaatlere uygun hangileri aykırı karar vermeleri için artık başkalarına danışmaya ihtiyaçları yok. Medyamız geçen zaman içinde kendi sansürcülerini iyi yetiştirdi.

Bu anlamda Türk basınından sansürden kurtuluşunun 98'inci yılı kutlansa ne olur kutlanmasa ne olur.

Medyamız hâlâ devlet gibi. Hatta devletten daha fazla şahin, devletten daha fazla militarist, devletten daha fazla milliyetçi, devletten daha fazla kamu çıkarlarını birey çıkarlarına tercih eden ve insan haklarına devletten daha fazla boşveren...

Ve tabii gazeteciliğe böyle baktığı için de Abdülhamit sansürcülüğünden daha fazla sansürcü...

Bundan rahatsız olan falan da yok.

Neyse meselemiz zaten bu değil.

Bazı kuruluşlar bugüne denk getirerek basın ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu artık Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Hrand Dink davasında verdiği kararla da kesinleşen Ceza Yasası'nın 301'inci maddesinin kaldırılması için milletvekillerine çağrı yaptı.

"Şu 301'inci maddeyi kaldırın" mesajları gönderdiler. Herkesin de bölgesindeki vekillere bu çağrıyı göndermesini istediler.

Ama işin ilginç tarafı, bu çağrıyı yapan kuruluşlar içinde basın kuruluşları yok. Nedenini kestiremiyorum.

Belki de bu çağrıyı yapan Demokratik Toplum Partisi (DTP), Düşünce Suçu(!?)na Karşı Girişim, Emeğin Partisi (EMEP), Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), Ankara Özgür Üniversite ve Sosyalist Demokrasi Partisi'nin (SDP) bulunduğu bir platformu uygun görmemiş olabilirler.

Oysa sansürün kaldırılışının yıldönümünü falan bir tarafa bırakırsak, bu 301'inci maddeye karşı çıkmak, özgürlüklerden ve ifade özgürlüğünden yana her gazetecinin, her meslek kuruluşunun meselesi değil midir?

Ben işin bu karşı çıkmak tarafına şüphesiz katılıyorum da bunun vekillerden isteniyor olmasını kabul edemiyorum.

İşin sorumlusu onlar değil mi? Bütün uyarılara rağmen o yasayı onlar çıkarmadı mı?

Denilecek ki, kaçı yasanın böyle çıkacağını, bazı maddelerinin bu kadar antidemokratik ve insan haklarına aykırı olacağını biliyordu. Üstelik bazı parti ve hükümet yetkilileri onlara yasanın söz konusu maddelerinin özgürlükleri genişletmek amacıyla o şekilde çıkarıldığını söylemişlerdi.

Hadi diyelim ki onlar da bu sözlere -medyanın bir kesimi gibi- inanmışlardı.

Hrand Dink davasından sonra bakalım o yetkililer ve milletvekilleri yapacaklar?

Daha önce sorduk, yine soruyoruz:

"Evet yanlış yapmışız, yasayı değiştirmemiz lazımmış" deyip yanlıştan dönecekler mi?

Yoksa aynı komediye devam mı edecekler?

Sınır ötesi operasyon laflarının havada uçuştuğu, militarizme övgüler düzüldüğü bir ortamda olsak da bu çağrı yine de büyük önem taşıyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi