|

Türkiye'nin radikal siyasete ihtiyacı var

Siyasetin verili değerlerle, belirlenmiş kavram haritalarıyla yapıldığı dönemlerden geçiyoruz. Kimse kutuplaştırmak, ötekileştirmek; kendi grup ve sınıf çıkarları çerçevesinde siyaset yapılmasını istemiyor görünüyor. Gerçekten öyle mi? Gerçekten Türkiye'de sınıf var mı, grup aidiyeti kaldı mı, cemaatten söz etmek mümkün mü?

Yeni Şafak
04:00 - 2/12/2015 Çarşamba
Güncelleme: 23:37 - 1/12/2015 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Ercan Yıldırım - Yazar


Hele ki siyaseti kendi mensubiyet ağı içinde yapabilen çevrelerden bahsetmenin getirdiği ağır yükü ve sorumluluğu üstlenecek güçlü kimselerin varlığından haberdar mıyız? Siyaset grup ve kimlik aidiyetine göre icra edilip, sonrasında milli menfaatlere bağlanabilen esneklikleri barındırmakta son yıllarda epey mahir görünüyor. Oysa ki siyasetten beklenen, insanların ontolojik siyasal varlık kimliklerini bir şekilde karşılayabilecek düzeye gelmesi, kişisel taleplerle, millet bütünlüğünü örtüştürebilmesidir.



POSTMODERN SİYASALLIK, TİKELLERİN GÜÇ İSTENCİ


Türkiye'nin başat siyaset geleneği kutuplaştırmama, ötekileştirmeme anlayışına gelip dayandı. Öyle bir siyasi hesaplaşma yapılıyor, insanların gözü önünde siyasal argümanlar o derece kesin ve keskin kullanılıyor ki, Cumhuriyet sonrasında ortaya çıkan “öykünen çevre ile kibirli merkez” arasında yeni 27 Mayıs'lar, yeni 28 Şubat'lar planlanıyor sanırsınız. Halbuki siyasi taraflar söylem itibariyle kendi varlık alanlarını inşa eder, hitap ettikleri seçmenlere kimlik ve misyon giydirirken kimseyi ötekileştirmediklerini, herkesi kucakladıklarını, kutuplaştırma yapmadıklarını belirtme ihtiyacı hissediyor. Belki Osmanlı modernleşmesinden bu yana siyasetin, modernleşme taraftarları ile onun karşısında duran geleneksel çevrelerin hesaplaşma alanı olmasına dayanan kamusallık olduğu yargısını hiç unutmamak gerek. Bu açıdan siyasal alan, aslında egemenin “siyaset meydanı”na dönüşebilecek esnekliği sağlayabilir; kaygıların tümü bu tasfiyeye dayalı. Çatışmayan, kutuplaştırmayan ya da kutuplaşmadan doğan siyasetten beslendiğini örtmek isteyen siyaset dili sahiciliğini iyiden iyiye yitirdi.



SİYASAL ALAN ÖTEKİLEŞTİREREK VAR KALIR


Hegel'in efendi – köle diyalektiği bir bakıma Türkiye'nin siyasal zeminini Demokrat Parti iktidarından sonra teslim aldı. O tarihten itibaren hesaplaşmasını yapan her kesim, milleti kucakladığını, çatışmaya son vereceğini, toplum içindeki kutuplaşmayı bertaraf edeceğini söylüyor. 12 Eylül rejiminin doğurduğu fiili durum bunu tam manasıyla tanımlar.



Siyaset, kültür, fikriyat postmodernlerin istediği gibi oynadığı, kurallarını belirlediği, itham edip yargılama yaptığı bir alana dönüştü. Çokkültürlülük, mozaik, çok renklilik, bir arada yaşama diyen postmodernler aynı zamanda siyasal zemini kavga etmemeye, çatıştırmamaya, kutuplaştırmamaya dayandırmak istiyor. Toplumdaki her renge, kimliğe, klana, kültür birimine siyasallık vehmi verip onu “güç istenci” ile tanıştıran postmodernizm bu minamalleri yüreklendirip sahaya sürdükten sonra bir arada yaşama, çatıştırmama, kucaklaşma telkinlerinde bulunuyor. Siyasal alandaki her birim kendi varlık alanını genişletmenin, zamanın ruhunu yakaladıktan sonra, rüzgar kesilmeden tarlayı sürmenin derdinde. Böyle bir ortamda radikaller, ılımlılar ve boşvermişler kadar siyah, beyaz ve gri diyenler bulunuyor. Yine postmodern tezlerden, neoliberal siyasal kültürle 80'lerde ülkeye girip 90'larda siyaseti esir alan siyasallıktan öğreniyoruz ki, hayat sadece siyah, beyaz değildir; gri de bir renktir! Fakat kültürleri siyasal güç haline getirip toplumu sadece siyah ve sadece beyaz alana boyayan demokratik algı, haritanın olmayan gri zeminlerinde “buluşma”, “kucaklaşma”yı salık veriyor.



AGONİST SİYASETTEN, SİMGESEL DÜZENDEN ÇIKIŞ


Siyah diyenlerle, beyaz diyenlerin Türkiye'yi inşa eden tarihi birikim üzerinde anlaştıklarını görsek, bu dikotomik siyaseti desteklemeyi isteriz. Fakat ülkenin gri alanlarda buluşanların gelecek inşa edemeyeceğini gösterecek “radikal siyaset”e ihtiyacı var. Burada birinci tercihin samimiyet ikinci yönelimin “simgesel düzen”den çıkışa dayandırılması gerekiyor. Antagonist siyaset tarzı samimiyetle yapılması halinde bir nebze de olsa radikal siyaseti besleyebilir. Fakat postmodernlerin bilgiç agonist siyaset teklifleri, belki demokratik işleyişin “hasım” ilişkisine dayandırılarak bir süre daha yürütülmesinde fayda verebilir; fakat millet varlığının devamı konusunda kimseye garanti sağlamaz.



Modern ve postmodern siyasal evren, toplumu birleştirmeye değil, bölmeye dayalıdır. Agonist siyasetin naif “hasım” fikri de, antagonistik “düşmanlık” görüşü de, İttihatçıların, Cumhuriyetçilerin, milliyetçiliğin, İslamcılığın siyasal argümanları da aynı menşeden geldiği için kutuplaşmadan beslenir. Fakat hepsinin simgesel düzenle bir “çatışmalı konsensüs” ilişkisi vardır. Burada en “gri”si millet varlığıdır. Agonist siyaset tarzı hasımlıktan hısımlığa rahatça evrilebileceği için demokratik işleyişi muhkem kılabilir; 7 Haziran portresinden bir anda 1 Kasım'a geçişi sağlayabilir.



MODERN – POSTMODERN SİYASET ÇÖZÜM DEĞİL


Türk siyasi hayatı gösterdi ki “biz / onlar” kavramları üzerinden okunan çatışma senaryolarının hepsi kolayca çöpe atılabilir. Mesele egemenlik ve hegemonya ilişkilerine, tikellerin güç istencini karşılayacak şebekelere döndüğünde, gri alanları “şimdilik” çoğaltmak mümkün olabilir. “Çatışmalı konsensüs” simgesel düzene geldiğinde rahatlıkla sağlanabilir. O nedenle siyasetin kutuplaştırmasından, çatıştırmasından simgesel düzen zarar görmez; tam tersine buradan beslenir. Mesele “düşmanlık”a dayalı siyaset fikrinin, Türk milletinin içindeki taraflardan, millet olma bilinciyle simgesel düzene yöneltilebilmesinde. Milleti birleştirecek irade modern ve postmodern siyasallıkta değil; hiçbir zaman da olmadı. Dünya sistemini denklemden çıkarıp, oy veren kitleleri karşı karşıya getiren siyaset tarzı, milleti oluşturan renkleri siyasal iddialarla donatıp sahaya sürdükten sonra aynı zamanda “bir bilen” gibi aman ötekileştirmeyin, kutuplaştırmayın babacanlığı gösteriyor.



Enerjisini, sahiciliğini, öfkesini dünya sistemine, simgesel düzene yöneltecek millet varlığı, Anadolunun İslamlaşmasından sonra ikame olunan ontolojik siyasallıkta mevcut!




#modernizm
#postmodernizm
#ontolojik siyasallık
#Agonist siyaset
#Çatışmalı konsensüs
8 yıl önce