Çocukluğumuzda bize tekne orucu tuttururlardı. İlk ciddi orucumu tuttuğumda onbir yaşındaydım. O bahar sabahında ninemle bahçemizde geziniyorduk. Canerikleri oldukça büyümüştü. Dallarından sarkan erikleri görünce ağzım sulandı. Ninem her nasılsa bu halimi fark etti. Bana gülümseyerek bakarak: “Caneriği yemekle çocukların orucu bozulmaz” dedi. Bir erik kopartıp bana verdi. Ben de eriği yedim. Orucumun bozulduğunu kalbimin derinliklerinde hissediyordum. Ama bir yandan da nineme minnet hissiyle doluydum. İftar vaktine kadar başka bir şey yiyip içmeden orucumu tamamladım.
Ramazan, benim için oruç demektir. Oruç ise Allah'a yaklaşmanın Allah tarafından öngörülen yöntemidir (ibadet). Bu yöntem imsak vaktinden iftar vaktine kadar nefsi yemekten, içmekten ve nefsin temayül ettiği diğer hususlardan onu uzak tutmakla yerine getirilir.
Ramazanı kendi evimde geçirmeyi isterim. Bir lütuf olursa elbette Haremi Şerif’te ramazanı geçirmenin de harika bir duygu olduğunu düşünüyorum. Benim iki ramazanım bir eğitim programı vesilesiyle bulunduğum Amerika Birleşik Devletleri’nde geçti. Benim için unutulmazların arasında yer aldı o yılların ramazan vakti...
Her günkü yemek soframız... Keşke tek kalemlik yemekle yetinmeyi başarabilsek... Keşke az yemenin, az içmenin, az uyumanın erdemine ve bilincine erebilsek...
Ramazanın oruç ayı olduğunun unutulup başka zamanlarda yenilmediği kadar yemeye içmeye düşkünlük gösterilmesi, sabahtan akşama medyada yemek çeşitleri anlatılması, yemek nostaljisinden nerdeyse sarhoş olunması...
Nuriye Çakmak / Yeni Şafak