|

Güç dengesinde değişim ve yükselen Türkiye

Daha adil, çok taraflı yaklaşımları benimseyen, çözüm üreten ve güvenilir bir aktöre dünyanın ihtiyacı her geçen gün artıyor. Böyle bir zeminde “Dünya Beşten Büyüktür” söylemi, “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” anlayışıyla beraber dünya siyaseti açısından yeni bir dönemin başlamasına vesile olabilir. Bu temelde “Yükselen Türkiye”, gelecek 10 yıl içinde dünya ile etkileşimini güçlendirebileceği gibi merkezde kendisinin olduğu oluşum ve yapılanmaları geliştirmeli ve söylediği sözlerin tesirini artırmalıdır.

00:00 - 6/10/2021 Wednesday
Güncelleme: 06:32 - 6/10/2021 Wednesday
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
MUSTAFA ÖZTOP / DIŞ POLİTİKA UZMANI

Mevcut uluslararası sistem, geçtiğimiz yüz yılda Batı toplumlarının dünyaya yön verecek güç kapasitesini; siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan artırarak bir kültür gücüne dönüştürmesiyle oluşmuş yani Batı merkezli olarak şekillenmiştir. Ancak son yıllarda dünyada yaşanan askeri, siyasi ve ekonomik değişiklikler, güç parametreleri dahil Batı merkezli uluslararası sisteme ilişkin sorgulamaları güçlendirdi. Avrupa’da ve ABD’de kriz ve anlaşmazlıklar artıyor. Ayrıca Batı ülkelerinin dünyada baskın olduğu dönemde öteki ülkelere göstermiş olduğu sömürgeci ve emperyalist yaklaşımlara karşı bugün tepkiler daha gür çıkıyor. Tüm bu gelişmelerin doğal bir sonucu olarak da güç merkezinin Asya’ya doğru kaydığının işaretleri güçleniyor. Bu bakımdan dünyanın askeri güç anlamında başat aktörü olan ABD’ye, Rusya’nın meydan okumalarını sıklaştırdığı, Çin’in ABD ile yakın pek çok devletle ilişkilerini güçlendirdiği, Hindistan’ın görünürlüğünü artırdığı ve Türkiye’nin de bölgedeki askeri ve siyasi gelişmelerin değişiminde belirleyici bir aktör olarak bölgesel bir güç haline geldiği bir dönemden geçiliyor. Diğer taraftan Çin’in ekonomik bakımdan pek çok alanda ABD’nin önüne geçtiği belirtiliyor. Siyasi anlamda da ABD ve Avrupa arasında anlaşmazlıkların yoğunlaşmaya başladığı bir süreç işliyor.


‘BATISIZLIK’ VE AŞINAN ABD HEGEMONYASI

Münih Güvenlik Konferansı’nda da gündeme taşınan ‘Batısızlık’ kavramı, Batı’nın kendi inşa ettiği dünyaya ve normatif değerlere gittikçe uzaklaşması sonucu etkinliğini kaybetmekte olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle de uluslararası sistemde Batı etkisinin azalmaya başladığını fark eden Batı ülkeleri bunu kendi gündemlerine almış durumda. Batılı ülkelerde artan ırkçılık, yabancı düşmanlığı, aşırı sağcı eğilimler ve tek taraflı yaklaşımlar Batı’nın tartışması gereken gündemlerin oldukça arttığını gösteriyor.

‘Batısızlık’ kavramının ilk muhatabı Avrupa’yı da pek çok alanda şemsiyesi altına almış olan ABD’dir. Aslında Batı hegemonyasının giderek zayıflaması, Batı ittifakının lideri ABD’nin hem iç hem de dış siyasette verdiği mesajlarla kendini gösteriyor. ABD eski Başkanı Donald Trump döneminde iç siyasette yaşanan Kongre baskını gibi kırılmalar, göçmen karşıtlığı ve ırkçı yaklaşımların yanında dış politikada Başkan ve Pentagon arasındaki ayrışmalar, ABD’nin önümüzdeki süreçte kendi sorunlarıyla daha çok zaman harcayacağı anlamına geliyor. Diğer taraftan ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecinde Avrupalı müttefiklerine danışmadan karar alıp çekilme sürecini bir fiyaskoya dönüştürmesi, Batı ittifakının ayrışmasını gözler önüne serdi. İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla ivmelenen Batı ittifakındaki çözülme, pandemi sürecinde yaşanan kırılmalar ve son olarak da AUKUS güvenlik ortaklığı anlaşması gibi gelişmelerle belirginleşiyor. Bu tabloda AB, Brexit darbesi sonrası Afganistan’dan çekilme kararına ortak bile olamamakla kalmadı aynı zamanda Anglosakson ittifakı olarak nitelendirilebilecek ABD-İngiltere ve Avusturalya ortaklığı dışında kalarak uluslararası arenada seyirci konumuna itildi. Esasen Batı ittifakında yaşanan bu krizler, ABD’nin sağladığı güvenlik şemsiyesi ve baskın liderliği ile Avrupa’nın bir arada durabildiği ve AB gibi bir platformun oluştuğu tezini tersinden destekleyen gelişmeler olarak okunabilir. ABD baskın liderliğini kaybettikçe ve güvenlik sağlama konusunda müttefiklerine maliyet yükledikçe Batı ittifakı çözülüyor şeklinde değerlendirilebilir. Yani uluslararası ilişkilerde baskın bir aktörün domine ettiği bir sisteme mukabil baskın karakterini kaybeden bir aktörün domine edemediği bir zeminin içindeki çatlaklar kendini daha net gösteriyor. Böylece bugüne kadar Avrupa içindeki rekabetleri dizginleyen ABD’nin misyonunu kaybetmesiyle Avrupa’da rekabet ve krizlerin yoğunlaşacağı söylenebilir.

ASYA’NIN YÜKSELİŞİ VE ARTAN ÇİN TEHDİDİ

Teknolojik ilerlemelerde öne çıkan Uzak Doğu ülkeleri, Çin’in yükselişi, Rusya’nın yayılan etkisi ve Hindistan’ın artan potansiyeli Asya’nın yükselişinin öne çıkan örnekleridir. Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN)’nin ekonomik kapasitesi dünya ekonomisinin merkezinin Batı yarım küreden Asya’ya kaydığını gösteriyor. Şangay İşbirliği Örgütü de; iç rekabetleri, Çin’in dünyaya aydınlık bir gelecek vaat etmeyişi ve doğasındaki çarpıklığa rağmen birlikte fotoğraf verebilme kapasitesine erişmiş durumda.

ABD’nin İsrail merkezli politikalarının sonucunda Trump döneminde İran’a uygulanan baskı İran’ı Çin’e yakınlaştırdı. Son olarak Biden dönemini büyük umutlarla bekleyen ancak beklentilerine karşılık bulamayan İran, Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye oldu. Böylece Batı ittifakı, 1979 Humeyni Devrimi’ne kadar yakın ilişkiler içinde olduğu bir aktörü karşı safa kendi elleriyle itmiş oldu. ABD’nin güç boşluğu oluşturduğu alanlarda Çin’in varlığı her geçen gün artarak hissediliyor. Rusya ve Türkiye gibi güçlerin de bu zeminde kendilerine yer bulduğu görülüyor.

Diğer yandan Çin dış politikada diğer ülkelerle ekonomi odaklı, simetrik ve karşılıklı bir ilişki biçimini benimsiyor görünse de muhatabı üzerinde etki kapasitesi artınca baskıcı yüzünü gösteriyor. Son zamanlarda Çin’in güçlendikçe diğer ülkelerin içişlerine müdahale arzusunun açığa çıktığı örnekler arttı. Bu bağlamda dünyada artan Çin tehdidine karşı diğer ülkelerin arayışlarının artması beklenebilir.

KÖRFEZ’DE UZLAŞI VE DÜNYA SİYASETİNE UYUM ARAYIŞI

Ortadoğu’da Biden döneminde Trump dönemine göre aktörlerle etkileşim bazında İsrail hariç büyük bir değişim yaşandı. İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) menşeli, Suudi Arabistan ve Mısır eksenli Trump’ın Ortadoğu politikası, Biden döneminde İbrahim Anlaşmaları hariç büyük ölçüde yıkıma uğradı. Yeni denklemde, ABD’nin desteğini alamayacağını gören Suudi Arabistan, Katar ile ilişkilerini normalleştirdi. Türkiye ile ilişkilerini kısmen de olsa yumuşattı. Benzer şekilde Türkiye ve Mısır ilişkilerinde bir yumuşama dönemi başladı. Bu denklemin dışında kalamayacağını gören BAE ise önce Türkiye ile uzlaşı zemini aradı ve akabinde Katar ile ilişkileri düzeltme arayışına girdi. Son olarak da Suudi Arabistan-İran ilişkilerinde yumuşama sinyalleri geliyor. Bu gelişmelerin sonucunda Körfez başta olmak üzere Ortadoğu’da bir normalleşme ve yumuşama havası esmeye başladı. Ortadoğu’daki aktörlerin ABD ile kurmuş olduğu Küre İttifakı’nın ABD Başkanı’nın değişmesiyle inkıtaa uğraması, ABD’ye artan güvensizliğin bir başka örneği. ABD’nin Ortadoğu siyasetinde dikkat çeken diğer bir nokta da Trump’ın çalıştığı aktörlerle Biden’ın çalışmak istememesi. Trump dönemi öne çıkan liderler bakımından hem Biden etkisi hem de Trump’ın gidişiyle oluşan dünya ve bölge siyasetine uyum maksatlı değişikliklerin olduğu görülüyor. İsrail’de Netanyahu döneminin sonra ermesi ve Katar Emiri Temim ve Suudi Veliaht Prensi Selman ve BAE’yi temsilen Tahnun bin Zayed’in yer aldığı fotoğrafta Trump döneminde adından sıkça söz ettiren BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in olmayışı bu değişimin yansımaları niteliğinde gelişmeler olarak okunabilir.

YÜKSELEN TÜRKİYE VE BEKLENEN BARIŞ

Türkiye, bölgesindeki dengelerin değişiminde siyasi ve askeri anlamda belirleyici rol üstlenen bir konum elde ederek bölgesel bir güç haline geldi. Dünya siyasetinde Türkiye’nin artan etkisi, Türkiye’yi bir denge unsuru haline getirdi. Küresel güçlerin hegemonyasının aşınmaya başladığı dönemler, bölgesel güçlerin etkilerini artırmak için en iyi fırsat bulduğu dönemlerdir. Belirsizliklerin yoğunlaştığı, dengelerin değiştiği böyle dönemlerde bölgesel güçler için oluşan uygun zemin doğru adımlarla stratejik ve uzun vadeli kazanımlara dönüşebilir. Türkiye tam da bu zemine uygun bir aktör olarak dünya siyasetinde etkinliğini artırdığı bir dönemin içinde. Türkiye son dönemde, yakın çevresinde yaşanan Suriye, Libya ve Karabağ krizlerinde beklenen barış için somut katkılar sağladı.

ABD liderliğinde Batı ittifakının artan Çin tehdidine karşı denge unsuru olarak Türk dünyası öne çıkıyor. Türk Konseyi üzerinden yaşanan gelişmeler de bu duruma işaret ediyor. Benzer şekilde ABD kanadının Rusya’ya karşı denge oluşturması için de Türkiye hem artan güç kapasitesi hem de bölgedeki gelişmelerde gösterdiği etki bakımından belki de tek seçenek. Çin’in Afrika ve Avrupa’ya geçişi, Ortadoğu’daki varlığı ve Kuşak-Yol İnisiyatifi’ni sağlıklı sürdürebilmesi için kilit aktör Türkiye. Ayrıca Türkiye sadece Doğu ile Batı arasında değil aynı zamanda İslam ve Türk dünyası arasında da birleştirici bir köprü mahiyetinde.

Netice itibarıyla Batı’yı temsilen G7, Doğu’yu temsilen de Şangay İşbirliği Örgütü toplantılarından çıkan son fotoğrafları değerlendirmek gerekirse; kurulu bir düzenin içindeki çatlakların kendini gösterdiği bir G7 ve kurulu düzene karşı doğasında çarpıklık olan bir düzen arayışı olarak Şangay İşbirliği Örgütü dünya için aydınlık bir gelecek vaat etmiyor. Bu nedenle adil, çok taraflı yaklaşımları benimseyen, çözüm üreten ve güvenilir bir aktöre dünyanın ihtiyacı her geçen gün artıyor. Bu temelde “Yükselen Türkiye”, gelecek 10 yıl içinde dünya ile etkileşimini güçlendirebileceği gibi merkezde kendisinin olduğu oluşum ve yapılanmaları geliştirmeli ve söylediği sözlerin tesirini artırmalıdır. Böyle bir zeminde her geçen gün önemi artan “Dünya Beşten Büyüktür” söylemi, “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” anlayışıyla dünya siyaseti açısından yeni bir dönemin başlamasına vesile olabilir. Türkiye bu potansiyel ve kabiliyete sahiptir. Önemli olan bu potansiyel ve kabiliyeti harekete geçirebilmektir.

Dünyada artan Çin tehdidi. Batı ittifakında yaşanan çözülmeler ve AUKUS ittifakının ortaya çıkması yeni gelişmelerin habercisi gibi görünüyor. Mevcut uluslararası sistemin açmazları ve tıkanmışlığı daha homojen, aktif, çözüm odaklı, hızlı karar alma kabiliyetine sahip küçük ittifak ve birlikteliklerin artacağına işaret ediyor. Bu anlamda dünyada, belirli bir bölge veya bölgelerin siyasi, ekonomik, kültürel çıkarlarını korumayı ön plana çıkarmayı amaçlayan politik ideoloji olarak tanımlanan bölgeselcilik yükseliyor. Hem aşınan tek kutuplu hegemonya hem de mevcut çatı örgütlerin etkisizliği bölgeselcilik yaklaşımını güçlendiriyor.

Yükselen Türkiye, bölgede ve dünyada beklenen barış için dünyanın vicdanı haline gelmiş durumda. Türkiye mevcut bloklar Doğu ve Batı arasında bir taraf seçmek zorunda değildir. Her iki tarafta da yerini almanın yanında Türkiye kendisinin merkezde olduğu yeni ittifaklar ile dünyanın beklentilerine yönelik bir siyaset ortaya koymalıdır. Hem dünyada yaşanan güç dengesindeki değişim hem de Türkiye’nin artan kapasitesi bu siyaseti mümkün kılmaktadır. Netice olarak, Yükselen Türkiye artık bölgesinde yaşanan gelişmelerde sadece denklemleri bozan bir aktör değil aynı zamanda denklem kuran bir aktör konumuna yükselmiştir. Bundan sonraki süreçte de dünyada değişmekte olan dengeler, Türkiye’ye yeni fırsat alanları sunacaktır.

#Türkiye
#AUKUS
#ABD
#Avrupa
#Münih Güvenlik Konferansı
3 years ago