|

“Kur’ân-ı Kerîm'i Güzel Okuma Yarışması” üzerine...

Kur’ân’ın daha geniş halk kitleleri tarafından dinlenmesi, mesajlarının ulaştırılması ve medyanın bir araç olarak istihdam edilmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak bunu yaparken Kur’ân’ın mesajlarını tebliğ ve irşad etmekteki hassasiyet unutulmamalıdır.

Yeni Şafak
04:00 - 11/06/2017 Pazar
Güncelleme: 12:51 - 11/06/2017 Pazar
Yeni Şafak
“Kur’ân-ı Kerîm'i Güzel Okuma Yarışması”üzerine...
“Kur’ân-ı Kerîm'i Güzel Okuma Yarışması”üzerine...
Doç. Dr. Kerim Buladı- İ.Ü. İlahiyat Fakültesi

Kur’ân’ın’ın güzel bir şekilde tilâvet edilmesi, tecvid kurallarına göre okunması, işin ehli/uzman kâriler tarafından mükemmel bir şekilde seslendirilmesi tarihi süreç içerisinde devam etmiştir ve kıyamete kadar da bu faaliyet sürecektir. Kur’ân’ın, ehil ve güzel sesli kâriler tarafından seslendirilmesinin vicdanlara bırakacağı tesir gücünü kimse gözardı edemez. Ancak Kur’ân, sadece lafzının seslendirilmesi ve kutsal metninin yüzeysel bir anlayışla kırâat edilmesi için gönderilmemiştir. Faaliyetlerini Kur’ân’ın sırf bu iki yönüne teksif eden, birey ve topluma yönelik mesajını, dünya ve âhireti tanzim eden yönünü sosyal hayata taşıyamayan Müslümanlar, dünyanın gündemine etkin bir şekilde ağırlığını koyamamıştır.

Mü’minler, sosyal hayatlarını Kur’ân’ın, ebedî ve evrensel düsturlarına göre tanzim ettikleri zamanlarda hep tarihin öznesi olmuşlar ve hiçbir zaman nesnesi olmamışlardır. Günümüzde Kur’ân müntesiplerinin, kutsal metnin tilâvetinde ve seslendirilmesinde başarılı oldukları söylenebilir, fakat Kur’ân’ın hükümlerini hâkim kılmada aynı başarıyı gösterdiklerini söylemek oldukça zordur.

Aliya İzzetbegovic’in (1923-2003) dediği gibi Kur’ân edebiyat değil, hayattır. Dolayısıyla ona bir düşünce tarzı değil, bir yaşam tarzı olarak bakılmalıdır. Kur’ân’ın yegâne tefsiri hayat olabilir ve bildiğimiz gibi, Hz. Muhammed’in hayatı tam buydu. (Aliya İzzetbegovic, Doğu ve Batı Arasında İslam, tercüme, Salih Şaban, Nehir Yayınları, İstanbul, 2010, s. 21).

Şairliğinin yanında Kur’ân meâli yazabilecek kadar ilmî müktesebatı olan Mehmet Akif Ersoy (1873-1936), yaşadığı dönemdeki Müslümanların, Kur’ân’ın anlaşılması hususunda gösterdikleri gayretin azlığından şöyle yakınır:

Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet bilseydik,
Çare yok, göstermezdik bu kadar sersemlik
Lâfzı muhkem yalnız, anlaşılan,
Kur’ân’ın, Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın:
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde!
Ya açar nazm-ı celilin, bakarız yaprağına;
Yahut üfler, geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin!
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!
(Mehmed Akif Ersoy, Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde (İkinci Kitap), İstanbul, 1977, s. 170).
SES VE MELODİ MÂNÂYI BASTIRDI

Aslında günümüz Müslümanları, Kur’ân’ı anlama ve onun düsturlarını hayata aktarma açısından Akif’in yaşadığı dönemden daha derin bir sarsıntı yaşamaktadır. Bu patolojik duruma cesaretle neşter vuracak ilim erbabının, mütefekkirin, rehberin her dönemde ortaya çıkması da sevinilecek bir durumdur.

Çağımızda Kur’ân’ın hükümlerinin Müslümanlar tarafından bir türlü hayata geçirilememesini ve onun hayat kitabı yapılamamasını İzzetbegoviç ciddi bir şekilde eleştirir:

“Her evde Kur’ân’ı özel, yüksek bir yerde bulacaksınız. O, en iyi hediye olarak kabul edilir, onun için en iyi kağıt kullanılır. İnsanlar bugün, onun için en iyi kaligrafiyi kullanmak ve onun kapakçıklarını ve sayfalarını en fantastik süslemelerle çizmekte yarışmaktadırlar. Çocuğun ilk okuduğu ve öğrendiği şey Kur’ân’dır. Fakat bunların yanında bu çocukların büyük bölümü, Kur’ân’ın gerçek içeriğini ve önemini öğrenmeden büyüyecek ve yaşlanacaktır. Kur’ân, tartışmasız bir semboldür. Ancak kanun olmaktan çıkmıştır…” (Aliya İzzetbegeovic, İslam Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, Fide Yayınları, İstanbul, 2007, s. 71).

İzzetbegoviç’e göre, “Müslümanlar, Kur’ân’ı anlamak yerine güzel sesle seslendirip yorumlamaktadırlar. Ne Araplar ne de Arap olmayanlar, artık onun manasına ulaşamıyorlar ve onun benzersiz melodisinde artık hiç kimse emredici ve kesin, bazen tatlı tatlı uyaran ve davet eden bazen de tehdit eden ve yüksek sesle haykıran aynı zamanda yeniden bütün insan hayatının değişmesini talep eden hükümlerini tanıyamamaktadırlar.”

( İzzetbegovic, Aliya, a.g.e., s. 71).

ANLAMADAN OKUMAK

Müslümanların, sosyal, ekonomik, kültürel ve ahlâkî yöndeki tutarsızlıkları, Kur’ân’ın emrettiği ve öngördüğü bir hayat tarzının aksine hareket etmeleri, bazılarının iddia ettikleri gibi Kur’ân’a inanmalarından ve kendilerini Müslüman olarak tanımlamalarından mı neşet etmektedir? Fransız müellif Charles Mismer’in bu ve benzeri sorulara cevap teşkil edecek değerlendirmesi dikkate şayandır. “Bugüne kadar yeryüzünde görülmüş en parlak, en âlemşümul, en demokratik ve bin yıllık bir medeniyetin başlıca ve yegâne âmili bir Kur’ân esası olduktan sonra bugünkü Müslüman cemaatlerinin cehâlet sebebi nasıl olur da İslamiyet’e dayandırılabilir?” (İsmail Hami Danişmend, Garp İlminin Kur’ân-ı Kerîm, Hayranlığı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1978, s. 50).

İzzetbegovic’e göre Müslüman halkların her kalkınması, her şerefle dolu dönemi Kur’ân-ı Kerîm’in öncelenmesiyle başlamıştır. Batıdan Atlas Okyanusu’na ve doğudan Çin gerisine kadar İslam’ın genişlemesi, sadece tek örnek değil, en büyük örnektir. Gerileme ve çekilme dönemi öncesi Kur’ân vardı. Kur’ân, kanun otoritesini kaybedip, buna karşılık eşyanın “kutsalı” olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in araştırılmasında ve yorumlanmasında bilgilerin yerini kılı kırk yaran yorumlar, büyük fikirlerin yerini okuma becerileri almıştır. Devamlı surette ilahiyat formalizminin tesiri altında Kur’ân-ı Kerîm hep daha az (anlaşılarak ve manası düşünülerek) ve daha çok (güzel sesle) okunmuştur. Kur’ân’ın mücadele, doğruluk, şahsî ve maddî fedakârlıklar hakkındaki emirleri, güzel sesle okunan Kur’ân-ı Kerîm metninin zevk veren (rahatlatan) sesi içinde eriyip gitmiştir. Bu doğal olmayan durum, yavaş yavaş normal olarak kabul edilmeye başlanmış, bu durum, hayatlarını onun isteklerine göre düzenleyecek kudrette olmayanların işine gelmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in, sesli olarak yoğun bir şekilde okunmasındaki (veya ezbere okunmasındaki) psikolojik açıklamayı burada aramak gerekir. Müslümanlar, Kur’ân’ı sesli olarak okuyor ve yorumluyorlar, inceliyorlar ve sonra yine sesli olarak okuyorlar. Bir defa olsun uygulamak zorunda kalmamak için bir cümlesini binlerce defa tekrarlıyorlar. Hayatta nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için, Kur’ân’ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş ve itinalı bir ilim ürettiler. Nihayetinde Kur’ân-ı Kerîm’i, anlaşılan bir manası ve içeriği olmaksızın çıplak bir ses haline getirdiler. (İzzetbegovic, Aliya, a.g.e., s. 165-166.)

BÖYLE BİR YARIŞMA KUR’ÂN RUHUYLA BAĞDAŞMAZ

Bu yorumlara katıldığımızı belirtmekle birlikte Kur’ân’ın orijinal metninin, tecvid kurallarına göre güzel bir şekilde tilâvet edilmesi ve seslendirilmesinin, ilahî kelamın anlaşılmasında önemli katkı sağlayacağını ve dinleyenlerin vicdanlarında derin tesir ve iz bırakacağını vurgulamalıyız.

Kur’ân’ın daha geniş halk kitleleri tarafından dinlenmesi, onun mesajlarının ulaştırılması ve medyanın bir araç olarak istihdam edilmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak bunu yaparken Kur’ân’ın, mesajlarını tebliğ ve irşad etmekteki yöntem unutulmamalıdır.

Bilindiği üzere 2017 yılı Ramazan ayında bir televizyon kanalında “Kur’ân-ı Kerîm’i Güzel Okuma Yarışması” icra edilmektedir. Söz konusu yarışmanın formatı, medyada öteden beri gerçekleştirilen ve özü itibarıyla İslâm’ın ana ilkeleriyle çelişen, gelenek ve göreneklerle çatışan, kalbe değil nefsanî arzuları teheyyüce odaklanan programların formatına uyarlanmıştır. En başta vahiy zincirinin son halkasını teşkil eden ve kendine özgü irşat ve tebliğ yöntemi olan Kur’ân’ın böyle bir formatla kamuoyunun önüne çıkarılması, meselenin çirkin bir taklit ürünü olduğunu açıkça göstermektedir. Böyle bir gösterimin/şovun Kur’ân’ın ruhuyla bağdaşması mümkün değildir.

Her şeyden önce Kur’ân okuyucusu, bir şovmen/ gösteri adamı değil, Allah’ın kelâmını bütün benliğiyle okuyan, Hz. Peygamber’in bir vârisi niteliğindedir. Kur’ân kârisi, bütün iliklerinde şu ilâhî mesajların hazzını yaşar ve yaşatmanın gayretinde olur.“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.” (Enfâl:2). “Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı ürperir. Sonra derileri de (vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’ân Allah’ın hidayet rehberidir…” (Zümer: 23).

“Kur’ân-ı Kerîm’i Güzel Okuma Yarışması” adıyla sunulan gösterinin tenkit edilebilecek birkaç yönünden söz edilebilir. Sürekli kendi kendini tüketerek çevrenin/çağın şartlarına göre değişiklik gösteren popüler medya kültürünün formatına uyarlanarak Allah’ın kelâmı okutulamaz ve böyle bir konuma oturtturulamaz, bir başka deyişle sıradanlaştırılmaz, basitleştirilmez, gözden düşürülemez, meta haline getirilemez.

KUR’ÂN OKUYAN,
MAHCUP EDİLEMEZ

Kur’ân kârisi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma hedefinin yerine alelade bir yarışma stili içerisinde tiyatrocu-sunucu-jüri, kıskacına alınarak adeta idare edilme, yön verilme beğenilme psikolojisi ile mahcup edilemez. Kur’ân kârisi, Allah’ın kelamını okuması hasebiyle, özel bir saygıya ve hürmete layıktır. Tiyatrocunun, sunucun ve jürinin önünde sıradan yarışmalarda olduğu gibi beşerin vereceği dünyevilik bir paye ve puan için ayakta hazır vaziyette tutulması Kur’an’ın azametine karşı sorgulanması gereken bir davranıştır. Bu hususta Hz. Peygamber’in Uhud şehitlerini defnetme sırasında önceliği Kur’ân’ı iyi okuyanlara/bilenlere vermesi unutulmamalıdır.

Kur’ân kârisi, Allah’ın kelamını okuduktan sonra alkışlarla nefsi okşama seansı ile değil sükûnetle tebcil edilmesi gerekir. Hatta değil alkış tekbir bile getirilmesi uygun değildir. Zira tekbirin nerelerde getirileceğini İslam dini belirlemiştir. Gelişigüzel her ortamda ve her meselede tekbir getirilmez.

Kur’ân kârisinin okuyuşu, işin ehli tarafından değerlendirilmelidir. Dinleyiciler/halk tarafından Kur’ân okuyucusunun puanlandırılması meselesi, bu programın televizyonlarda yapılan alelade yarışmalardan esinlenerek formatlandığını en bariz bir şekilde göstermektedir ki, bunun savunulacak hiçbir tarafı yoktur. Kur’ân’ın okunuş kurallarını/tecvidi yeterince bilmeyen ya da hiç bilmeyen dinleyicilerden sadece ses ve melodiye göre Kur’ân okuyucusu hakkında puanlama yapmalarını istemenin ilimle, irfanla, iz’anla ve Kur’ân’ın ruhu ile uyuşması mümkün değildir.

Bir jüri üyesinin müsabakaya katılan yarışmacıya 50 puan verdiği yerde diğer bir jüri üyesinin 100 puan vermesi değerlendirme ve ölçme açısından doğru değildir. Diğer taraftan Kur’ân’ın öngördüğü adaleti sağlarken duygusallığa yer yoktur. Kur’ân okuyuşunu değerlendirirken bu ilkenin göz ardı edilmesinin izahı zordur. Kur’ân okuyuşunun belirli kuralları vardır. Bunları yerine getirmeyen kimseye sadece duygusallıktan etkilenerek tam puan verilmesinin, hem savunulacak tarafı yoktur hem de bu tutumu, Kur’ân’ın adalet prensibi ile uzlaştırmak mümkün görülmemektedir.

SIRADANLAŞMAYA
ZEMİN HAZIRLAR

“Kur’ân-ı Kerîm’i Güzel Okuma Yarışmasının” hiçbir yararı ve etkisi yoktur denilemez. Zira Kur’ân’ın lafzının Allah’a ait oluşu ve mucizevi yönü dolayısıyla, onun sıradan bir sözdeki tesiri aşan kendini dinletme kudreti ve cazibesi vardır. Ancak, popüler kültürün dayattığı bir takım kurallara uyarlanarak sunulması, Kur’ân’ın sıradanlaşmasına zemin hazırlar endişesini beraberinde getirmektedir. Nitekim bir kısım merasimlerde artık bir adet haline getirilen davete/toplantıya katılan büyük bir kitlenin dinlemediği, herkesin kendi arasında konuştuğu ve hafızın okumaya devam ettiği Kur’ân dinletileri bu endişeyi haklı kılmaktadır. Bir de popüler kültürün beğenilme ve taltif edilme maksadıyla oluşturduğu ve yapılmadığı takdirde programı icra eden sanatçıların, hatiplerin, sunucuların motivasyonuna etki eden alkışların, Kur’ân okuyucusuna da uygulanmasının, Kur’ân’ın tefekkür ruhu ve azameti ile bağdaşıp bağdaşmadığı sorgulanmalıdır. Bu yazı, bu endişelerin ve olumsuzlukların saikı ile kaleme alınmış ve bu konuda kendi çapında bazı hususlara dikkat çekmek için bir sorumluluk duygusuyla katkıda bulunmayı amaçlamıştır.

#Kur’ân-ı Kerîm
#Yarışma
7 yıl önce