|

Türk sosyolojisinin güncel sefaleti

Doğrusunu söylemek gerekirse sefalet kavramının bahsi geçen isimler arasındaki entelektüel tartışması maalesef Türk sosyolojisinde hiç olmadı. Türk sosyolojisinin içine düştüğü buhrandan kurtulamadığı için saplanıp kaldığı girift alan, sosyolojinin enflasyonuna yenik düştü

00:00 - 12/04/2022 Tuesday
Güncelleme: 18:02 - 11/04/2022 Monday
Yeni Şafak
Ziya Gökalp
Ziya Gökalp
Doç. Dr. Adem Palabıyık
Bitlis Eren Üniversitesi Öğretim Üyesi

Proudhon’un Sefaletin Felsefesi, Marx’ın Felsefenin Sefaleti, Popper’ın Tarihselciliğin Sefaleti veya Thompson’ın Teorinin Sefaleti çalışmaları, teorilere ek ilavelerin yapıldığı yüzyıllarda başlı başlarına birer sefalet arayışlarıydı. Her bir isim, teorik tartışmaların ötesine giderek hangi durumda olduklarını anlamaya çalıştı fakat hiçbiri, sefaletin sığ sularından kurtulmayı başaramadı.

Doğrusunu söylemek gerekirse sefalet kavramının bahsi geçen isimler arasındaki entelektüel tartışması maalesef Türk sosyolojisinde hiç olmadı. Türk sosyolojisinin içine düştüğü buhrandan kurtulamadığı için saplanıp kaldığı girift alan, sosyolojinin enflasyonuna yenik düştü. Çünkü Türk sosyolojisindeki sefaletin momenti Ziya Gökalp’in ölümü ile başlamıştı. Gökalp zamanında en azından sosyoloji, aktif ve üretken bir habitusa sahipti. Her ne kadar Durkheimci bir iz düşüm izlemiş olsa dahi sosyoloji, ulusun şekillenmesi için aktif bir rol oynamıştı. En azından Gökalp, sosyolojiyi yerlileştirme ve millileştirme çabası içerisinde takdim etmiş ve uygulama alanını farklı sermaye türleri ile çeşitlendirmişti. Lakin sonrasında Türk sosyolojisi uzun bir süre kimseyle konuşmadı, içinde döndü, dünya ile arasına mesafe koydu. Bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi yapmaya başladı ve gerçekten de hiçbir şey yapmayınca, hiçbir şey de olmadı. İşte bu “hiçlik” Türk sosyolojisini sefalete sürükledi, farklı diyalektikler arasında harcanıp gitmesine sebep oldu ve battal boy bilimler karşısında çaresiz bırakıldı.

GÖKALP SONRASI EKOL YENİ BİR ŞEY ÜRETEMEDİ

Sosyolojinin Gökalp sonrası başlayan sefaleti ilk olarak kendini akademik camiada gösterdi. Gökalp’ten sonra gelen isimlerin çoğu ya onu taklit etti ya da Kıta Avrupa sosyolojisini anomik biçimde, biraz da bize ait olması için yerlileştirme çabasına girişti. Gökalp’in ise kendisinden sonra gelenlerden temel farkı, uygulanabilir bir teorik düzlem oluşturabilmesiydi. Gökalp sonrası ekol ise ancak ve ancak sosyolojiyi düşünülebilen bir bilim olmaktan öteye götüremedi. Elbette Türk sosyolojisindeki önemli isimler Gökalp sonrası birkaç adım öne çıktı ama hiçbiri, Gökalp gibi sosyolojiyi bir dava konusu olarak görmedi. Cemil Meriç hariç hiçbir düşünür, sosyolojiyi Kıta Avrupası ile mücadele aracı olarak işlevselleştiremedi, aksine sosyoloji, Kıta Avrupa sosyolojisini anlamak için pasif ve söz dinleyen bir meta haline getirildi. Türk sosyolojisinin mevcut pasifliği akademide tek düze ilerlerken hiç kimse de çıkıp, sosyoloji nereye gidiyor sorusunu sormadı. Çünkü kavramlar da kuramlar da bize ait değildi. Bilimsel çalışmalar yapıldı, akademik dergiler çıkarıldı hatta sosyolojik tartışmalar tüm hızıyla devam etti lakin Türk sosyolojisi bir türlü Gökalp’in bıraktığı yerden devam edemedi. Çünkü Türk sosyolojisi hiçbir zaman evrensel olana dair bir kavramsallaştırma sunamadı, evrensel bir iddiada bulunmadı, sahada mezunlarına sahip çıkmadı, akademikleşemedi ve pespaye bir formasyonla ancak kopya edilebildi.

FEODAL KODLAR MODERNLEŞEMEDİ

Akademideki sığ formasyonundan kurtulmayı beceremeyen Türk sosyolojisi aynı çaresizliği bürokraside de yaşadı. Çünkü Gökalp sonrası hiçbir sosyolog bürokraside Gökalp kadar başarılı olamadı veya Gökalp’in başarısını aşamadı. Türk sosyolojisi bürokrasiye bazı isimleri kazandırmayı becerebilmişse de, bürokrasideki sosyologlar Kıta Avrupası’ndaki gibi siyasette söz sahibi olamadı. Belki de Weber’in bahsettiği patrimonyal sistem gereği rasyonel ya da yarı-ussal sistem oluşamadığı için Türk sosyologları da bürokratik ve sosyal sermayelerini geliştiremedi. Bürokrasi, muhtemelen Türk sosyologlarının anladığı ve hâkim olabileceği bir alan değildi. Çünkü Türk sosyologları, Kıta Avrupası’na yabancıydı ve bürokrasi Kıta Avrupası’na özgüydü. Türk sosyolojisinin feodal kodları bir türlü modernleşmeyi de sindiremedi. Modernleşemeyen Türk sosyolojisi, yetiştirdiği sosyologları da modern sistemin bir ürünü olan bürokrasinin bir parçası haline getiremedi. Böylece Türk sosyolojisi akademikleşemediği gibi bürokratikleşemedi ve bürokrasi, sosyoloji karşıtlarının eline geçti. Aslında bir karşıtlık söz konusu değildi, çünkü diğer bilimler sosyoloji gibi beceriksiz çıkmadı. Mesela psikoloji veya sosyal hizmet gibi akademik birimler bürokrasi içinde yer buldu, örgütlendi ve sermayeleri ile alanlarını genişletti. Hatta o kadar genişlediler ki, sosyolojiye yer dahi kalmadı. Türk sosyolojisinin yalnızlığı ise mevcut akademik sığlığının yanında bürokratik beceriksizliğini de ispatlamıştı.

SEFİLLİĞİN DİYALEKTİĞİ VE SENTEZİ

Türk sosyolojisinin en kötü vasfı ise yukarıda bahsi geçen akademik ve bürokratik başarısızlıklarına rağmen vazgeçmediği epistemik cemaat oluşturma kültürüydü. Hiçbir sosyolog kendisi gibi olmayan yada kendisinden olmayanın farklı bir alana/makama geçmesine izin vermedi. Sosyolojinin örgütlenmesine bizzat Türk sosyologları tarafından burun kıvrıldı; sosyoloji dernekleşemedi, sendikalaşamadı ve kurumsallaşamadı. Yani Türk sosyolojisi, Türk sosyologlarını bir araya getirmedi, getiremedi. Çünkü bütün sosyologlar “havari”leşmişti, ulaşılmazdı. Kendilerine ve kendileri için çalışmaları daha önemliydi; toplum, öğrenciler ve en önemlisi de sosyolojinin kendisi bu “seçkin”lere göre beş para etmezdi. İşte Türk sosyolojisinin en büyük laneti de buydu; sosyologlarımız Gökalp’ten beri kibirlerini yenemediler, sosyoloji cellatlığı yaptılar ve sosyolojinin sefilleşmesine sebep oldular. Ve maalesef Türkiye’de sosyoloji yapanların çoğu, sosyolojinin getirdiği mutlak ve kutsal doğrularla Türkiye sorunları önünde bilgiçlik taslamaktan bir adım öteye gidemediler.

#Proudhon
#Marx
#Ziya Gökalp
#sosyoloji
#Cemil Meriç
#Weber
2 years ago