|

Üniversite ve medeniyet ilişkisi

Her medeniyetin hayata, insana dair bir bakışı vardır. Bu bakış, o medeniyetin değerler dünyası ile ilişkilidir. Söz konusu medeniyetin hayat alanı bulduğu mekânlar, bu bakışı yansıtan formlarla doludur.

Yeni Şafak
04:00 - 25/01/2017 Çarşamba
Güncelleme: 00:45 - 25/01/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Prof.Dr.Mahmut Özer

Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi REKTÖRÜ


Formlar genel ifadesi ile medeniyetin kültürünü oluştururlar. İnsanlar, o medeniyetin kültür havzasında yaşarlar ve üretirler. Hayatlar, o formların etkisiyle şekillenir, dönüşür. Düşünme ve hayat arasında çok kuvvetli bir etkileşim söz konusudur. İnsanların her alandaki üretimi de yaşanan kültürden beslenir, etkilenir ve izini taşır. Bu bakımdan üretilenleri, üretildiği kültür havzasından soyutlamak veya üretilenleri, üretildiği kültür havzasını ve dinamiklerini anlamadan kavrayabilmek oldukça zordur.



Değerler dünyasından, o medeniyetin mensupları tarafından eğitimden ekonomiye, hukuka, mimariye, sağlığa, edebiyata, sanata, çevreye ve insan ilişkilerine kadar hayatın tüm alanlarına dair bilgiler üretilir ve bu bilgilerden hayat formları oluşturulur. Formlar hayatın sürekliliğini sağlarlar. Formlar aynı zamanda değerler dünyasının birer taşıyıcılarıdır. Formların da bir dili vardır ve medeniyetine dair konuşur. Formlar üzerinden bir iletişim ve etkileşim söz konusudur. Formlar sürekli üretiliyor ve hayata geçirilebiliyorsa yaşayan bir medeniyetten bahsedilebilir. Bir başka ifadeyle hayatın formlara ihtiyacı vardır ve medeniyetin değerleri, bu formlarla veya formlar (kültür) üzerinden dünyada karşılık bulup yaşatılabilir ve sürdürülebilir. Formlar ait olduğu medeniyetin değerlerini yansıttığı gibi bu değerlerin yaşamasını da kolaylaştırır. İnsan, kendisini çevreleyen formların taşıdığı değerlerden etkilenmekte ve zamanla bunları içselleştirmektedir. Formlar hayatın tüm alanlarını kapsadıkça, medeniyet kendi insanını yetiştirmeye, beslemeye ve yalnız bırakmamaya başlar. Belki bu nedenle —İbn Haldun'dan ilham alarak söyleyecek olursak - coğrafya ve tarih kaderimizdir.



MEDENİYET KRİZİNİN İŞARETİ


Her medeniyet tasavvurunun hayata geçtiği vasat şehirdir. Dolayısıyla, bir medeniyet tasavvurunun, şehirleşmedikçe, kendi şehrini oluşturmadıkça, yani ürettiği formların bir tutarlı bütün içerisinde hayatiyet bulacağı mekânlar oluşmadıkça yaşaması da zordur. Şehirleri hangi medeniyetin formları dolduruyorsa şehirler o medeniyetin şehirleri olmaya başlamaktadır. Çünkü formlar neş'et ettikleri medeniyetin değerlerini yansıtmakta ve yaşanabilirliğini kolaylaştırmaktadır. Sadece başka bir medeniyetin formlarını kullanarak kendi medeniyetimizi inşa etmemiz veyahut medeniyetimizin var olan formlarını sürdürmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla medeniyetimizin formlarının koruma altında olması bir açıdan olumsuzluğa, yani artık form üretiminin yavaşladığı veya durduğuna, dolayısıyla bir medeniyet krizine de işaret etmektedir.



Bilgi üretimi ve bu üretimle hayatın zenginleşmesi ve devinim kazanması, medeniyetin dinamikliği ve sürekliliğini belirleyen en önemli karakteristiklerden birisidir. Değerler dünyası, bilgi ve formlar arasındaki bu verimli ve üretken geçişkenlik sağlanmadığında veya problemler yaşandığında, o medeniyetin değerlerinin hayata aktarılmasıyla ilgili kritik gerginlik ve çelişkiler de görünür olmaya başlar. Hayat formlar talep eder. Eksikliğinde başka formlar doldurur hayatı ve o formların ait olduğu kültür iklimini beraberinde taşır. Farklı kültür iklimlerini taşıyan formların insana yansıması, insanın hayata bakışında ve davranışlarında karşılığını bulur.



BATI'NIN TESİRİNİ DOĞRU ANLAMALIYIZ


Medeniyet kültür üzerinden nefes alıp verir. Kültürünüzü sürekli üretemiyorsanız, onu tarihi bir dilime hapsetmek ve turistik bir ilişki kurmak zorunda kalırsınız. Bu davranış biçimini tipik olarak tarihi binalara yaklaşımda sıklıkla görürüz. Tarihi binalar hayattan/nefesten arındırılıp koruma altına alınır. Binayı/formu yaşatan, nefes veren doku olduğu için dokuyu yok edip, içindeki formları ortadan kaldırıp başka medeniyetin formları ile doldurup sadece geçmişte size ait bir binayı/formu korumaya çalışmak çaresizliğe işarettir. Tam tersine dokuyu tekrar canlandırmak için kendi medeniyetinizden beslenen formları (kültürü) sürekli üretmek zorundayız. Çünkü hayat sürekli değişmekte ve dönüşmektedir. Bu, diğer kültürlerden veya medeniyetlerden öğreneceğimiz bir şey olmadığı veya kültürler arası etkileşimden kaçınmak gerektiği anlamına elbette ki gelmez. Aksine, sırf kendi kültürümüzü bihakkın anlayabilmemiz için bile diğer kültürlerle temasa geçmemiz zorunludur. Dahası, kendi kültürümüzden nefret etmeksizin veya reddetmeksizin, kültürümüzü zenginleştirebilmek için her daim diğer kültürlerle temasa geçmemiz gereklidir.



Bu bağlamda dönüştürülen bilginin aktarıldığı mekân/toprak ile ilişkisi son derece önemlidir. Bilgi üretiminde de bir yandan evrensel ölçütler gözetilirken, öte yandan medeniyet değerlerinin göz önüne alınması gereklidir. Ülkemizde özellikle bilginin üretimi problemli olduğu kadar üretilen bilginin ve formların medeniyetimizle kurduğu ilişki bu minvalde tekrar değerlendirilmeye ihtiyaç duymaktadır. Küreselleşen dünyada Batı medeniyetinin bir şekilde girmediği bir mekân kalmazken girdiği yerlerde aydınların ve bilim insanlarının bilgiyle kurdukları ilişki medeniyet inşası açısından tekrar kafa yorulması gereken bir mesele olarak ortada durmaktadır.



Hemen hemen tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de aydınların ve bilim insanlarımızın uzun yıllardır temas kurdukları bilgi ve kültür de Batı medeniyetini temsil etmektedir. Entelektüel geleneğimiz bir şekilde bu minvalde kurulmuştur. Ve bu minvalde bilgi ve form üretiminin meşruiyeti ve saygınlığını da gözönüne alırsak durumun yıllardır güçlü bir çevrime sahip olduğu daha da aşikâr olur. Hal bu iken kendi medeniyeti ile ilişkileri zaten kısıtlı veya sorunlu olan entelijansiyanın yaşadıkları toprakların medeniyeti ile kültürüne yönelik bilgi üretimi daha da meydan okuyucu bir hal arz etmektedir. Aydınlarımızın, entelijansiyamızın, bilim insanlarımızın bir şekilde medeniyetimizin değerleri, kültürel mirası, bilgi üretiş biçimi ve hayatla kurduğu ilişkiye dikkatlerinin çekilmesi zaruridir. Bu meydan okuma göze alınmadığında yerelde üretilen bilgi ve dönüştürülen formlar da o topraklardaki kültüre karşılık gelmediği gibi tam tersine neş'et ettiği Batı medeniyetinin sürekliliğine hem evrensel hem de yerel düzeyde katkı sunar duruma düşmektedir. Bu durum nasıl devasa bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu tüm çıplaklığıyla bir kez daha ortaya koymaktadır. Sorun ne kadar devasa olursa olsun başlayacağımız nokta yine burasıdır.



ÜNİVERSİTELERİMİZE DÜŞEN SORUMLULUK


Bu noktada üniversitelerimize büyük sorumluluk düşmektedir. Öncelikle üniversitelerimizin bulundukları mekân/zemin ile ilişkilerini güçlendirmemiz ve gerçekçi/sahih bir temelde yeniden kurgulamamız gerekmektedir. Üniversitelerimizde bilgi üretiminin, özellikle ülke sorunlarına çözüm üretimi çerçevesinde nitelik ve nicelik açısından sorunlu olduğu bir vakıadır. Ancak, sorunlarımız çözülemez de değildir. Üniversitelerimiz özelde bulundukları il, bölge ve ülke sorunları ile ve genelde insanlık ile ilgili her alanı kapsayacak şekilde bilgi üretimini sürekli yapmak ve yaymak durumundadır. Bu bağlamda her ilde bir üniversite olması da ülkemiz için önemli bir fırsattır. Son zamanlarda üniversite-sanayi işbirliğine yönelik önemli atılımlar yapılmış olmasına rağmen bu, işbirliğinin sadece bir boyutunu oluşturmaktadır. Mimari, kültür ve sanat alanlarındaki işbirliği üniversite-sanayi işbirliğinden daha az önemli değildir. Hayata dair hiçbir alanın ıskalanmaması gerekmektedir. Yukarda değinilen çerçevede edebiyattan tarih ve mimariye, kültürden sanata, sosyolojiden sağlığa insanı ilgilendiren tüm alanlarda üniversitelerin bulundukları çevreyle organik ilişkilerini artırmaları son derece hayatidir. Böylece üniversitelerimiz de çevresinden kopuk, ülke problemlerinden azade olmanın ağır yükünden kurtulacak, çevresiyle iletişim kanalları güçlenecek, birbirine biçim verme değil karşılıklı öğrenme süreçleri daha sağlıklı işlemeye başlayacaktır. Bağlantılar arttıkça hem üniversitelerimizin toplumsal meşruiyeti ve itibarı artacak hem de daha gerçekçi/otantik bilgi üretimi yapılarak evrensele katkı yapılacaktır. Üniversitelerin bulundukları şehir ve ülkeye katkılarının yüksek olması durumunda, evrensel bilgiye katkılarının da yüksek olacağı konusunda hiçbir şüphe yoktur. Aksi takdirde sadece başka ülkelerdeki bilgi üretim gündemiyle meşgul olan bir akademinin, kendi bulunduğu şehir/ülkeye katkısı tartışılır olacaktır.





#Batı
#İbn Haldun
#Entelektüel gelenek
7 yıl önce