|

"Mehmet Görmez'in Aksa'daki hutbesi"

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Taha Kılınç köşesinde Mehmet Görmez'in Aksa'daki hutbesini kaleme aldı. Mehmet Acet, Fatma Barbarosoğlu, Kemal Öztürk, Mustafa Kutlu gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
08:48 - 2/08/2017 Çarşamba
Güncelleme: 09:07 - 2/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Taha Kılınç, Mehmet Acet, Fatma Barbarosoğlu, Mustafa Kutlu, Kemal Öztürk
Taha Kılınç, Mehmet Acet, Fatma Barbarosoğlu, Mustafa Kutlu, Kemal Öztürk

Taha Kılınç, Mehmet Acet, Fatma Barbarosoğlu, Kemal Öztürk, Mustafa Kutlu'nun yazılarının en dikkati çeken bölümleri:

Bu namazın hikâyesi

"Elimdeki kayıtlara göre on bini aşkın vatandaşımız da Miraç gecesi Mescid-i Aksâ’da olacaktı. Hutbe değil de, mihraptan onlara bir selam verip, “Türkiye’deki kardeşlerinizin selamını getirdik” demek istiyordum. (Mescid-i Aksa yönetiminin) Ona dahi çekinceleri vardı.Aksâ’da Ürdün’e bağlı bir yönetim var. Bu ülkenin de İsrail devleti ile bir anlaşması var. Ama buna rağmen gitmeden bir gün önce masaya geçtim. Kendi kendime dedim ki: “Camiye girdim, (Başimam) İkrime Sabri bana dedi ki ‘Çık bugün Cuma hutbesini sen oku’, ne yaparsın? En iyisi, ben bir şeyler yazayım.” Yazdım. Sonra o metni yırttım. Baktım ki, Kudüs İsrail’in işgali altındaymış gibi konuşuyorum. Ondan vazgeçtim. “Bu imkân bana lütfedilecekse, Kudüs ebediyen Müslümanların mabediymiş gibi bir dil kullanmam lazım” dedim ve okuduğum metni kaleme aldım. Cuma namazından iki saat önce Kudüs Müftülüğü heyeti ile görüşmemiz vardı. Ürdün Vakıflar Bakanlığı’nın ilgili müdürü de oradaydı. İkrime Sabri Hoca, “Bugün hutbe sırası bende. Hutbede size hassaten teşekkür edeceğim, bugün itibari ile on bin Türk var. Bu bizim için çok büyük bayram. Unutulmuştuk” dedi. Bu sözlerinden hutbeye çıkamayacağımı anladım.

Peki, bu sonuçlar bize ne söylüyor?

Zahir Ayabak ile 15 Temmuz kalkışmasının yıl dönümünde yaptığımız yayında tanıştım.Kendisi bir şehit babası. 17 yaşındaki oğlu Mahir Ayabak, o akşam garsonluk yaptığı pastaneden çıkarak halkın toplandığı Atatürk Havalimanı’na gitti. Burada taranarak şehadet şerbeti içenlerin arasına Mahir kendi ismini de yazdırdı. O akşam “Niye bu kadar metinsiniz?” diye sordum şehit babasına. “Oğlum gitti ama ülkem kurtuldu” dedi, her bir şehit yakınından duymaya alışık olduğumuz cümleyi kurarak. Benim gözlerim dolduğu halde, o, metanetinden milim taviz vermedi. O akşam yayına aldığımız şehit yakınları ve gazilerin hemen hepsine şu soruyu da yönelttim: “Evden çıkarken aklınızda ne vardı? Hangi gerekçe, hangi motivasyon sizi böyle davranmaya itti?”

Geçen haftanın iki haberi mesela...

Ölümü tevekkül ile karşılamayı bilirdik. Ölümden ibret almayı. Ölümü teselli ve mükâfat bilmeyi de.Post modern zamanlarda ölüm ibret ya da tevekkül ile değil, “profesyonelce” karşılandığında haber konusu oluyor. Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın ölümü “profesyonelce” karşılayanlar haberin teması oluyor bütün bir gezegende. Son tema Hindistan’dan geldi. Dünyanın dört bir tarafındaki güzel spikerlerin bol dekolteli ekran kazalarını “haber” diye sunan internet siteleri, bu defa Hindistan’daki bir haberden haberdar etti takipçilerini. Trafik kazası haberini okuyan spiker, o kazada eşinin de ölmüş olduğunu öğrendi tam haberi okurken. Sesi titredi, lakin bir profesyonel olarak acısının ertelemesi gerekiyordu. Erteledi. S. Sontag “Başkasının Acısına Bakmak”  diyordu. Spiker başkasının acısına bakmadı bu defa, kendi acısına başkalarını baktırmamak için “profesyonelce okudu” haberini.  Haberin dilindeki “ölümü profesyonelce karşılamak” ifadesi yüzünden takıldım habere.

Görmez hocanın kırgınlığı

Mehmet Görmez hoca bir tarihte Çankırı’ya gider. Kanuni döneminden kalma Süleyman Camii’nde Cuma namazı kılar. Namaz esnasında, ‘Hocam, hutbeye buyurun’ derler. Hoca Cuma hutbesini irat etmek üzere minbere çıkar. Ancak zihninde hangi konuda, nasıl bir hutbe irat edeceğine dair tereddüt vardır.YÜZLERCE YIL ÖNCE YAZILMIŞ BİR HÜSNÜ HAT Derken başını yukarı kaldırır. Büyük olamayan kubbede bir hüsnü hat görür. Orada şöyle yazar: “Kalbin semasına doğan ilk ışık hikmet yıldızıdır. Sonra ilim ayıdır. Sonra marifet güneşidir.  Hikmet yıldızının ışığında eşyanın hakikati müşahede edilir. İlim ayının ışığında mana alemi müşahede edilir. Marifet güneşinin ışığında Hazreti Mevla müşahede edilir.” Hoca gördüğü bu hüsnü hattan çok etkilenir. Zira bu kubbe kuşağı yazısı İstanbul’da Süleymaniye’de değil, Anadolu’da, bir zamanlar Kastamonu’nun bir kasabası olan Kengırı’de (Çankırı) yüzyıllar önce yapılmış bir caminin içine yazılmıştır.

Söz düşmüştür.

Günümüzde hayata hakim olan kimdir? Cevap: Modern teknoloji (Endüstri haline gelmeyen teknoloji masumdur) ile onu hizmetine alıp besleyen sermaye.Ne devletler, ne hükumetler, ne fikirler, ne ideolojiler, ne kültür, ne medeniyet. Bunların hepsi yukarıdaki acımasız çarkı çeviren gücün karşısında acizdir. Bu güç hayatı her geçen gün tektipleştirmeye devam ediyor. Kendisine şu veya bu sebeple biat etmeyenleri (ki bu farzımuhal bir şeydir) dize getirmenin türlü yollarını bulmuştur. Bu gücün adını koymak zor. Ne istediğini anlamak zor. Kimdir, nedir, nasıldır; tarif etmek zor. Gizemli bir yanı olduğu belli. Şeytanî olduğu muhakkak. İnsanoğlunun zaaflarını biliyor, yani nefsine hitap ediyor, onu bir şekilde büyülüyor. Tatil yapılacak yerler, oteller her ne kadar birbirlerinden ayrı mimariye sahip gibi görünseler de deniz-kum-güneş konseptinde birleşirler. Hepsinde benzer havuzlar, benzer eğlenceler, benzer mutfaklar, macera taslakları ile set aynıdır.

#​Taha Kılınç
#Mehmet Acet
#Fatma Barbarosoğlu
#Kemal Öztürk
#Mustafa Kutlu
7 yıl önce