|

Misyonerliğe göz yumulmuş

Bursa Amerikan Koleji, 1928 yılında Türk kız öğencilerinin Hristiyanlaştırılması faaliyetleriyle gündeme gelmiş ve okul kapatılmıştı. Yaptığı araştırmalarda o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu faaliyetlere izin verdiğini gözler önüne seren Dr. Ahmet Uçar, “Türkiye Amerika'yla çatışmamak ve ilişkilerini dostane bir şekilde sürdürmek için misyonerliğe göz yummuş” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 17/09/2017 Pazar
Güncelleme: 04:35 - 17/09/2017 Pazar
Yeni Şafak
Dr. Ahmet Uçar, “Türkiye Amerika'yla çatışmamak ve ilişkilerini dostane bir şekilde sürdürmek için misyonerliğe göz yummuş” diyor.
Dr. Ahmet Uçar, “Türkiye Amerika'yla çatışmamak ve ilişkilerini dostane bir şekilde sürdürmek için misyonerliğe göz yummuş” diyor.

Amerikan Board (ABCFM) adıyla tanınan ve Misyoner Teşkilatı “Pasifik Kadınlar Kurulu” tarafından 1869 yılında kurulan Bursa Amerikan Kız Koleji, Türk kız öğrencilerin Hristiyanlaştırılması faaliyetleriyle 1920’li yıllara damgasını vurmuştu. 1927-28 eğitim-öğretim yılında Kamran, Nemika, Muadelet ve Seniha adlı 4 kız öğrencinin okulun misafirhanesinde vaftiz edilmesiyle patlak veren olay sonucu kapatılan okul, ilk etapta Rum ve Ermeni kızları eğitmek için kurulmuş. II. Meşrutiyet'ten sonra Türklere yönelik faaliyetlerin yapılmaya başlandığı okula özellikle İzmir, Selanik ve İstanbul sosyetesine mensup aileler çocuklarını göndermiş. Amerikan Board tarafından “Silahsız manevi bir işgal ordusu” olarak tanımlanan misyonerlerin faaliyetlerini Dr. Ahmet Uçar “1928'de Hristiyanlaştırılan Kızlar” kitabında inceliyor. Çamlıca Yayınları tarafından okurla buluşan kitapta Uçar, bu hadiseden yola çıkarak devletin ve halkın dini ve milli meseleler konusunda tepkisiz kaldığını ve birlikte hareket etmediğini gözler önüne seriyor. Uçar, “Türkiye Amerika'yla çatışmamak ve ilişkilerini dostane bir şekilde sürdürmek için misyonerliğe göz yummuş” diyor.

Yaklaşık 30 yıldır Türkiye'deki misyonerlik faaliyetleri üzerinde çalışmalar yürütüyorsunuz. Son olarak da Bursa Amerikan Kız Koleji'nde Hristiyanlaştırılan Kızlar üzerine bir çalışma ortaya koydunuz. Böyle bir çalışma yapmaya nasıl karar verdimiz?

1928 yılında Hristiyanlaştırılan kızlar, 1988’de yüksek lisans tezimde 50 sayfa kadar yer verdiğim bir hadise idi. Osmanlı ve Cumhuriyet arşivlerinde uzun çalışmalarım oldu. Fakat araştırmalarım esnasında gazeteler dışında çok ciddi vesikalara ulaşamadım. Hem bizim arşivlerde hem de Amerikan Board'ın bu konuyla ilgili arşivinde mahkeme kararları yoktu. Daha sonra Hristiyan Kadınlar Cemiyeti'nin arşivi elime geçtikten sonra bu hadiseyle ilgili bütün zabıtları ve belgeleri tuttuklarını gördüm. O dönemlerde Türkiye'de dini bir devletten laik bir devlete geçiş süreci yaşanıyor. Böyle bir süreçte Müslümanlarla ilgili birtakım yasaklar olurken Hristiyan misyonerlerle ilgili kısıtlamaların yapılıp yapılmadığını merak ediyordum. Fakat şunu gördüm ki misyonerler faaliyetlerini sürdürürken Milli Eğitim ile hiç çatışmıyor.


ÇAMAŞIRHANELERDE İNCİL OKUTMUŞLAR
Okullarda bu faaliyetlerini nasıl gerçekleştiriyorlar?

“Karakter Oluşturma” dersi adı altında çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu dersi geçemeyen sınıfta kalıyor. II. Meşrutiyet'ten sonra Amerikan okullarına gittiğiniz zaman size bir belge imzalatıyorlar. Bu belgede de sizin o okulun uygulayacağı bütün programları kabul etmeniz isteniyor. Bunun içinde kiliseye gitmek de var. 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu'ndan sonra bunun tepkiyle karşılanacağını bildikleri için okulun farklı yerlerinde örneğin çamaşırhanelerde İncil okutuyorlar öğrencilere.

O dönemde bu okulda öğrenim görmüş kişilerle özel görüşmeler de yaptınız. Şair Orhan Şaik Gökyay'ın eşi Ferhunde Hanım ve Pakize Tarzi gibi isimler bunlar arasında yer alıyor. Neler yaşamışlar o dönemde?

Misyonerler öğrencileri ilk etapta gruplara ayırmış. Kendilerine katılmasını düşündükleri kızlardan Rezerv Grup adlı hazırlık grubu oluşturmuşlar. Ferhunde Hanım da o grubun içinde yer alıyor. Ferhunde Hanım, “Türkler olarak azınlıktaydık. Bizim dinî ve millî günlerimizi asla kutlamadılar, Hristiyanların dinî ve millî günlerini kutladılar hep. Pazar günleri onların kutsal günü olduğu için oyun oynamamıza hiçbir şekilde izin vermezlerdi. Gezmemize, gülüşmelerimize dahi karışıyorlardı” şeklinde konuşmuştu. Ferhunde hanım niyetlerinin farklı olduğunu anlayınca bu gruptan ayrılıp “Uyanık Yavrular Kulübü” diye arkadaşlarıyla birlikte gruplaşmış. Türk öğretmenler de tüm bu yaşananlara tepkisiz kalmış. Pakize Tarzi, kızların Hristiyanlaştırılmasında aktif rol oynayan biri. Hatta bu mahkeme tutanaklarında da ortaya konmuş. Ama benimle görüşmesinde bunu inkâr etti. Hatıratında bu hadiseden pek bahsetmiyor. Bursa hadisesi patlak verince tıp fakültesinde talebe olan Tarzi'ye o dönemin öğrencileri de tepki göstermiş.

Bu okula ne tür aileler çocuklarını göndermiş?

Daha çok kültürlü ailelerin çocukları bu okula gitmiş. Biri Bursa'da en büyük gazeteyi çıkaran Vasıf Necdet beyin kızı, birisi Kurtuluş Savaşı'nda da yer almış Talat Paşa'nın kızı, diğer ikisi ise emekli yüzbaşı Rıza Beyin kızları. Ayrıca el atılanlar arasında mühendis ve hekimlerin çocukları da var... Hatta bu okulla ilgili dava görüldüğü sırada Yargıtay başkanının da iki kızı bu okulda okuyor. Bu durumun medyada yer almaması ve duyulmaması için uğraşıyor. Misyonerlerin Hristiyanlaşma yoluna soktukları bu çocukların hepsinin ailevi problemlerinin olduğu ortaya çıkıyor. Misyonerler daha çok o tür çocukları kazanmaya çalışıyor. Sonra da iş mahkemeye intikal ediyor.

Bu kızları Hrıstiyanlaştıran misyonerler ceza almışlar mı?

Basında ve aydınlar arasında kopan büyük fırtınaya karşılık, dağ fare doğurmuş. 3 günlük hapis cezası ve 3 liralık para cezasını okulda çeken misyonerler, bir anlamda affediliyor.

TÜRK DÜŞMANLIĞI DA YAPMIŞLAR
Peki Türklere uygulanan misyonerlik faaliyetlerinde aynı zamanda Bir Türk düşmanlığı da yapılıyor mu?

Okullarda Türk düşmanlığıyla ilgili zaman zaman söylentiler çıkıyor. Biz medeni dünya olarak her şeyi Amerikalılara borçluyuz diyen ve Türklere hakaret eden hocalar olmuş örneğin. Bu duruma tepki gelince durum mahkemeye intikal ediyor. Cezası tabii ki yok.

Bursa’nın misyonerlik faaliyetleri için çok önemli bir hedef kent olduğunu biliyoruz. Peki farklı illerde de benzer faaliyetler yaşanmış mı?

Evet, misyonerler, farklı vilayetlerde farklı azınlıklar üzerine çalışmışlar. Örneğin 1894 Ermeni olaylarında aktif rol oynamışlar. Anadolu'nun belli yerlerinde hastaneleri var. Ben Konya'daki hastane üzerine çok çalıştım. Orada etnik olarak kimin hangi kökenden olduğunu hastane giriş defterlerine yazıyorlar. Oralarda insanları tedavi ederken bile misyonerlik faaliyetleri yapıyorlar. Hz. İsa sizi iyileştirdi gibi... Şu an Hollanda kökenli 16. yüzyılda yaşamış teknolojiyi red eden Mennonit bir papaz üzerine çalışıyorum.1892'de Türkiye'ye gelen bu papazın mensup olduğu hareket, Ermenilerden sahte bir mehdi çıkarıyor. Bu hareketin merkezi de Pensilvanya.

Kız okullarında bu faaliyetler daha mı çok yaşanıyor?

Hayır, onlar her okulda aktif. Hristiyan gençler ve kadınlar bu konuda ciddi çalışmalar yürütmüşler. Ruh, beden ve beyin üçlüsünü baz alarak bu faaliyetleri beden eğitimi öğretmenleri vasıtasıyla gerçekleştirmişler. Örneğin gazeteci Ahmet Emin Yalman, devletin imtihanı ve Amerikalıların verdiği bursla yurtdışına gidiyor. Hatıratında Samuel Zwemer adlı ünlü bir misyonerin kendisini etkilemek için elinden geleni yaptığını ve “ruhunu avlamaya” çalıştığını anlatıyor... Eğitim ciddi takip ister. Onlar bu takibi sağlıyor. Mezunlar iyi bir şekilde dernekleşiyor.

  • Sultan Abdülhamid aileleri uyarmış
  • Misyonerlik faaliyetleri geçmişe oranla günümüzde ne durumda?
  • Bu faaliyetler hâlâ devam ediyor. Bana göre İslam inancı taşıyan bir insan, temel dinî bilgilerini çocuğuna vermeli. Farklı bilgilerin geliş yollarını da, yani tahkiki imanı da öğretmeli. Bu konuda uyanık olmalıyız. Milli hassasiyetlerimizi muhafaza etmeliyiz. Benim üzüldüğüm asıl konu bunlarla mücadele etmiş bazı aileler bile çocuklarını bazen bu okullara göndermiş. Sultan II. Abdülhamid, 483 aileye tek tek ulaşarak "Çocuklarınızı yabancı okullardan alın " diye telkinde bulunmuş. Hatta zaman zaman zorlamış. Bugün bu mümkün değil. Kendi eğitim kurumlarımızın seviyesini düşürürsek direkt oralarda başlar bu faaliyetler. Eğitim kurumlarımızın seviyesini geliştirmeliyiz. Onlara gerekli şuuru kazandırmalıyız.
  • İmam- hatip liselerin artmasıyla bu faaliyetlerin önüne geçilebilir mi sizce?
  • İnşallah. Tabii önemli olan bu kurumların içinin boşaltılmaması.
Mehmet akif de tepki gösterdi
Halkta bu dönemde bir Amerikan karşıtlığı oluştu diyebilir miyiz.?

O dönemde basın halk tarafından çok okunmuyor. Aydınlar çok tepki göstermiş ve bu konuda yazı yazmış. Aydınlarımız kendi mekteplerimiz ve kültür politikamız olmadığı için istismarın olduğunu yazmışlar. Buna da “Hars Buhranı” demişler. Bu olayın aydınlar üzerinde bayağı tesiri olmuş. Ama bu konuda sonradan çok da makale yazılmamış ve çoğu kimse de uzak durmaya çalışmış.

Türkiye misyonerlik faaliyetlerine neden göz yumdu peki?

Olaya sadece misyonerlik faaliyetleri olmanın ötesinde Amerika ile ilişkiler boyutunda baktıkları için Amerika'yla çatışmak istemediler. İlişkiler o dönemde dostane. Amerikan büyükelçisi Joseph C. Grew devreye girmiş. "Amerikalılara kötü davranıyorsunuz, artık buna bir son verin" demiş. O dönemde Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet Gazeteleri’nde Falih Rıfkı tarafından yazılan bir yazıda “Amerikalılara tepki göstermekte haklıyız ama kendi mekteplerimiz olmadığı için idare etmek zorundayız” ifadesi Grew'i cesaretlendirmiş. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Cumhurbaşkanı ve Başbakan aracılığıyla ilişkiler sükunete ermiş.

Peki bu misyonerlik faaliyetlerini açık bir şekilde destekleyen bir Türk var mı?

Bu okul ile ilgili davada avukatlık yapan Ali Haydar Bey var. Çok iyi bir müdafaa veriyor. Bu faaliyetlere müdahale etmenin laikliğe aykırı olduğunu söylüyor ve başarılı da oluyor. Okul ile ilgili öğretmenler aleyhte bir ifade vermiyor. Kız çocukları da yaşça küçük olduğu için onların ifadeleri de kayda geçmiyor. Benim en çok üzüldüğüm şey Milli Eğitim arşivinde bu hadisenin yıllardır saklanıp gündeme gelmemesi. Cumhuriyet arşivlerinde bile olayın adı olmadan kaynaklara ulaşabilmiştim. Kesinlikle bu olayın faili olan Hristiyan Kadınlar (YWCA) ve Hristiyan Gençler cemiyeti (YMCA) zararlı cemiyetler listesine girmeli. Yakın Doğu Amerikan Yardım Heyeti de bunlardan biri. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ni Mehmet Akif ve arkadaşları çıkardığı dönemde misyonerlerle mücadeleden de bahsediliyor. Sonuç olarak 1928 yılında okul kapandı ancak yerine 3 tane Amerikan okulu daha açıldı. Hristiyan kelimesinin yerine Amerika'yı koyuyorlar.

Edebiyatımızda bu konulardan çok bahsedilmedi değil mi?

Evet, çok önemli romanlar yazılamadı. Sadece bir tane roman yazıldı. Necmettin Halil’in Kanayan Yara adlı tefrikasından yıllar sonra kitaplaştırılabilen, “Kolejli Nereye” diye. Bu okullarda zaman zaman benzer hadiseler de yaşandı. Tevfik Fikret'in oğlu Haluk Amerikan Koleji'nde papaz oldu örneğin. Ahmet Cevdet Paşa'nın torunu ise Fransız Koleji'nde rahibe oldu. Kendi dinimizi anlatmadığımız için bir boşluk oldu. Amentünün, ahiret inancının ve ilmihalin yerine yeni bir şey konulamadığı için misyonerler de bu boşluktan istifade ettiler. Bu okulların edebiyatçılarımız, aydınlarımız ve iş adamlarımız üzerinde çok menfi etkilerinin de olduğunu açık bir şekilde görüyoruz.


Basın misyonerlerisavunmuş
Sonuç olarak Bursa Amerikan Kız Koleji'nin kapatılması Türkiye- Amerika ilişkileri açısından ne gibi sonuçlar doğurdu diyebiliriz?

Türkiye- Amerikan ilişkileri o dönemde son derece dostane ilerlemiş. O dönemde basından da misyonerliği destekleyenler olmuş. Amerikan Büyükelçisinin talimatıyla bu okulun aleyhine yayın yapan basın susturulmuş. O dönemde İslami her şeye karşı çıkan gazeteler var. Zaten o dönemde İslami faaliyetler tamamen yasaklandığı için tepkiler millî olmuş, İslâmî açıdan ciddi bir tepki gösteren de olmamış. Bu hadise üzerinden sadece bir vaizin küçük ve çalakalem yazılmış çok da ilmî olmayan bir risalesi var. İlginç değil mi?

#Dr. Ahmet Uçar
#Misyonerlik
#Osmanlı Devleti
#Mehmet Akif
7 yıl önce