|

28 Şubat’ın karargah medyası

Askeri karargâhlara otobüslerle taşınan ve oradan aldıkları brifingleri manşetlerine taşıyanlar bugün kalkmış, millet iradesiyle iktidara gelmiş hükümete destek veren medyaya ‘yandaş’ diyor. Geçmişi unutan veya okuyup araştırmayanlar da buna destek veriyor. Oysa o günlerde cılız birkaç ses yerine basın tek ses olarak millet iradesinin yanında durmuş olsaydı aradan yıllar sonra 27 Nisan Muhtırası'nı bırakın vermeyi yazmaya bile kimsenin cesareti olmayacaktı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/03/2018 Pazar
Güncelleme: 02:40 - 11/03/2018 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Leyla GÖK / Medya ve İletişim Uzmanı

28 Şubat darbesinin 21. yıldönümü de geride kaldı. 28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleşen ve postmodern darbe diye nitelendirilen süreç, mimarları tarafından ‘bin yıl süreceği’ iddia edilmesine rağmen aradan on yıl bile geçmeden tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Şimdilerde herkes için bir ibret vesilesi haline gelen bu süreç Türkiye’de yerleşik birçok kurum ya da kuruluş açısından adeta bir turnusol kâğıdı vazifesi gördü. Öyle ki o günlerde askeri vesayetin değirmenine su taşıma gayreti içinde olanlar sonradan ekran karşısında ne kadar günah çıkarmaya çalışsalar da itibarlarını geri alamadılar. Dilerseniz o süreci kısaca bir hatırlayalım. Ardından da özellikle medyanın o süreçte oynadığı rolün üzerinden bugünkü güncel tartışmalara bakmayı deneyelim.

Merhum Başbakan Adnan Menderes, 17 Mart 1951 günü bir gazeteye verdiği beyanatta asıl din istismarcılarını şöyle tarif etmişti: “Din ve vicdan hürriyetini baskı altında bulundurmakta devam etmek ve taassup göstermek dahi şüphe yok ki hürriyet nizamında yeri olmayan bir harekettir. Ortada haklı sebep mevcut değilken irtica vardır diye memlekette heyecan yaratmaya çalışmak dahi dini siyasete alet etmenin bir başka nevi olur.”

İRTİCA YAYGARASI

Refah Partisi’nin iktidar ortağı olması, dolayısıyla da merhum Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığı geniş bir kitle üzerinde heyecan yaratmıştı. Sonradan Refah Partisi için açılacak davada da gerekçe olarak sunulacak olaylar arasında, Erbakan’ın Başbakanlık resmi konutunda cemaat liderlerine yemek vermesi, Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs’ü Anma Gecesi ve buna benzer bir takım münferit hadiseler vardı. Çeşitli kesimler tarafından organize edilen bazı olaylar nedeniyle (Örneğin Müslüm Gündüz-Fadime Şahin Vakası) güya artmış gibi gösterilen sözde irticai faaliyetler nedeniyle toplumun çeşitli kesimleri ayağa kalkıyor, bazı gazete ve televizyonlar da bu sürece açıkça destek veriyordu. Sincan’daki Kudüs Gecesi'nin ardından, Sincan sokaklarında tankların yürütülmesi olayıyla fiilen başladığı kabul edilen 28 Şubat sürecine, dönemin etkili askerlerinden Orgeneral Çevik Bir’in, ‘Demokrasiye balans ayarı’ yaptık sözü damga vuruyordu. Asker bir kez daha demokrasiye dışarıdan müdahale ediyordu.

FARKLI TARİHLER AYNI KADRO

Peki bu sırada medya ne yapıyordu diye sorarsanız onu da kısaca hatırlatmış olalım: 27 Mayıs müdahalesinde ağırlıklı olarak darbeyi savunan Türk medyası, 12 Mart ve 12 Eylül’ün sonrasında temkinli bir duruş sergiliyor ancak yine de bazıları darbe sürecine destek sağlamaktan geri kalmıyorlardı. Gazeteci-Yazar Ömer Lütfi Mete, basının bu tür durumlardaki tutumunu sorgularken, gelecekteki tehlikelere de dikkat çekiyordu:

“… Önemli bir kısmı, irtica adı altında Siyasal İslam’ı çok büyük bir tehlike olarak algıladıkları veya algılamış göründükleri için gazete ve televizyonlarına koşturarak hemen bir kampanya başlattılar ve yürüttüler. En küçük bir mesleki saygıyı hak etmeyen sözde gazeteci birçok kişi, 28 Şubat’ta yeni bir ‘Mütareke Basını’ gibi davranmıştır. Esasen bu ilk de değildir. Aynı kadroyu 27 Mayıs 1960’tan sonra görürüz, 12 Mart 1971’de görürüz, 12 Eylül 1980’de görürüz. Bütün olağanüstü dönemlerde basın, baskın görünen tarafa ‘emrinizdeyim, beni tepe tepe kullanabilirsiniz’ dercesine hizmete koşmuştur. Allah korusun, yarın benzer bir süreç daha yaşanacak olsa, bir takım muhafazakâr yayın organları cılız muhalefetlerini sürdürseler bile, kökten batıcı medya yine tartışmasız tetikçilik görevine soyunur. Türkiye’nin en temel sorunlarından biri, meslek ahlakını ideolojik takıntılarına kurban etmeyecek derecede özgür gazeteci karakterinden yana yaşanan kıtlıktır.”

Milliyet Gazetesi’nin yazıları sıkça eleştirilen yazarlarından Hasan Pulur da, bir röportajında 28 Şubat’ta medyanın da etkin olarak kullanıldığını anlatıyordu:

“Bu işi yapanlar o konularda çok iyi yetişmiş kurmaylardır. Psikolojik savaşın nasıl yapılacağını, medyanın nasıl kullanılacağını askerler ile Emniyet çok iyi bilir. Bugün üniversitelerde sosyolog, psikolog olarak geçinenler bunların farkında bile değildir. 28 Şubat psikolojik mücadelenin başarıyla uygulandığı bir süreçtir. Öyle ki 28 Şubat sivil ve askerlerin ortak eylemi haline geldi. Bir iki yayın organı dışında karşı çıkanı görmedim, görmüyorum. O gün kendilerine ‘sivil başçavuş’ lakapları takılanlar şimdi kahramanca liberal demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü savunuyorlar. Peki, kışlalara gidip ağırlananlar kimdi?”

Medyanın etkin biçimde kullanılması, bir nevi yangına körükle gitmesinin kamuoyu üzerindeki etkisi tartışılmazdı. Öyle ki, sıradan olaylar dahi medyada geniş yer bulduğu zaman, anormalmiş gibi görünmekten kaçamıyordu. Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan’ın 2002 seçimleri öncesinde konuk olduğu Habertürk Televizyonu’nda, Erbakan tarafından Başbakanlık konutunda verilen yemekle ilgili olarak yaptığı serzeniş sadece medyanın olaylara bakış açısını değil, müzmin bir hastalığı da ortaya koyuyordu:

“… O yemek son derece yerinde bir hareketti. Ben Başbakan olsaydım bu yemeği düzenlerdim ve ilerde Başbakan olursam da böyle bir yemek vermekten kesinlikle kaçınmam. Ne idi o yemek? Başbakan Erbakan, Ramazan ayı münasebetiyle, Diyanet’in oluşturduğu bir listeden hareketle, Müslümanların ileri gelenlerine bir iftar yemeği vermişti. Müslümanlar söz konusu olunca hepiniz alevleniyorsunuz. Ama mesela, o yemek, kutsal günleri dolayısıyla bu ülkenin vatandaşları olan Musevilerin dini açıdan ileri gelenlerine verilseydi, hangi biriniz iki satır eleştiri yazısı yazabilirdiniz?”

KARARGAHA OTOBÜS İLE TAŞINDILAR

Gördüğünüz gibi o güne değin Türk basınının ekseriyetinde süregelen alışkanlık değişmemiş ve silah kimin elindeyse basın ona destek vermekte çekinmemiş. Askeri karargâhlara otobüslerle taşınan ve oradan aldıkları brifingleri manşetlerine taşıyanlar bugün kalkmış, millet iradesiyle iktidara gelmiş hükümete destek veren medyaya ‘yandaş’ diyor. Geçmişi unutan veya okuyup araştırmayanlar da buna destek veriyor. Oysa o günlerde cılız birkaç ses yerine basın tek ses olarak millet iradesinin yanında durmuş olsaydı aradan yıllar sonra 27 Nisan Muhtırasını bırakın vermeyi yazmaya bile kimsenin cesareti olmayacaktı.

Bunu sadece 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde yaşananlara bakarak bile rahatlıkla söyleyebiliriz. O gece medyanın çoğunluğu halkı demokrasiye yani kendi iradesine sahip çıkmaya çağırmıştı. Neredeyse bütün kanallar canlı yayınlarla halkın mücadelesine destek veriyor, hatta bir tanesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la bağlantı yaparak kitlelere seslenmesine aracılık ediyordu.

Bütün bu örnekler bize medyanın bu önemli süreçlerde ne kadar önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Dileriz medya bu son darbe girişimiyle birlikte kötü alışkanlıklarından kurtulmuş ve kendi milletinin iradesine sahip çıkan bir mecraya dönüşmüş olur…

#​28 Şubat
#Ömer Lütfi Mete
6 yıl önce