|

Avrupa aşırı sağı Trump ittifakı

Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Avrupa’daki aşırı sağ partilerin tamamının bundan duydukları memnuniyeti ifade eden açıklamaları, Avrupa ve Amerika arasındaki ırkçı-İslamofobik-aşırı sağın irtibat ve dayanışmasına işaret eder. Bu durum ayrıca, özellikle Avrupa ve ABD’de, aşırı sağ ve popülist söylem ve görüşleri savunan hareketlerin daha ziyade öne çıkacağı bir döneme girildiğini gösterir.

Yeni Şafak
04:00 - 8/08/2018 Çarşamba
Güncelleme: 03:57 - 8/08/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Prof. Dr. Özcan Hıdır - İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi

Hollanda, Avusturya, Fransa, Belçika, İtalya ve Macaristan başta olmak üzere Avrupa’nın muhtelif ülkelerindeki aşırı sağ partiler ve liderleri son yıllarda önemli oy oranlarına ulaşmışlardır. Bu meyanda şunu ifade edebiliriz ki, yakın zamana kadar Avrupa’da “anormal” kabul edilen aşırı sağın artık “normalleşme”ye başladığı, marjinallikten kurtulup ana akım olmaya başladığı, periferiden merkeze doğru ilerlediği, hatta merkezi ele geçirmeye başlayıp yerleşik hal aldığı ve merkezdeki partilerin kimyalarını bozarak onları da kendi tezlerine yaklaştırıp dönüştürdükleri bile söylenebilir. Avrupa’da aşırı sağ yükselirken merkez sağ ve sol partiler arasındaki sınırlar bulanıklaşmakta, ideolojik tanımlar ciddi bir dönüşümden geçmekte, solun ve sağın kriterleri değişmekte, genç, popülist tonları ağır basan parti ve liderleri Avrupa siyasetini domine etmektedir.

Sözü edilen aşırı sağ partilerin aynı zamanda “ırkçı-popülist” partiler olması, bir yandan tepkisellik-protest tutum, çok kültürlülük karşıtlığı ve homojen tutumların genelde öne çıktığı “popülizm-popülist söylemler” ile “aşırı sağ-sol” arasındaki yakın ilişkiyi -ki bazı araştırmacılarca aşırı sağın temel ideolojik yönlerinden biridir- hatıra getirirken, diğer yandan da Avrupa’nın geleneksel siyaset sosyolojisinin yanı sıra “özgürlükler”, “demokrasi-demokratik hukuk devleti”, “eşitlik” gibi değerlerinin ciddi biçimde aşındığı, çifte standartlı tutumlarla uygulandığı ve hatta buharlaştığı anlamına gelir. En son örneğini ABD seçimlerinde Trump-Pence ile gördüğümüz ırkçı-popülist söylemler, aslında Avrupa başta olmak üzere dünyada da büyük bir yükseliş trendindedir. Bu anlamda bütün dünyada ama özellikle de Avrupa’da popülist aşırı sağ-ırkçı-islamofobik partilerin ve söylemlerin yükselişe geçtiğinden söz edilebilir. Adeta politik momentumun bu popülist-İslamofobik grup-partiler-hareketlerden yana dönmüştür. Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Avrupa’daki aşırı sağ partilerin tamamının bundan duydukları memnuniyeti ifade eden açıklamalar yapmaları da, Avrupa ve Amerika arasındaki ırkçı-İslamofobik-aşırı sağın irtibat ve dayanışmasına işaret eder. Bu durum ayrıca, özellikle Avrupa ve ABD’de aşırı sağ ve popülist söylem ve görüşleri ile öne çıkan hareketlerin daha ziyade öne çıkacağı bir döneme girildiğini gösterir.

IRKÇILIK HIZLA YÜKSELİYOR

Bu ırkçı-aşırı sağ-İslamofobik partilerden bir kısmı hâlihazırda ülkelerinde birinci veya ikinci parti konumuna yükselmiş olup yapılacak ilk genel seçimde iktidarın başlıca adayı durumuna gelmişlerdir. Mesela Mart 2017’de Hollanda’da yapılan genel seçimlerde Geert Wilders’in “Özgürlükler Partisi”nin (PVV) ana muhalefet partisi durumuna geldi. Kendisi de, özellikle Hollanda’daki ırkçı-İslamofobik mirasa yaslanan Geert Wilders’in söylem ve eylemleri son senelerde hareketini dünya çapında yaymış ve Avrupa’nın hemen her devletinde “Wilderscilik” yayılmış ve “yeni Wildersler” ortaya çıkmıştır. Almanya’da yakın zamanlarda “Almanya’nın Wilders”i olarak lanse edilen Thilo Sarrazin’in Almanya Kendini Yok Ediyor kitabındaki zenefobik-İslamofobik, entegrasyon ve çok kültürlülük karşıtı sözleri üzerinden çok geçmeden yeni nesil aşırı sağ “Almanya İçin Alternatif Partisi”nin (AfD) gittikçe güçlendiği ve son seçimde %13 gibi önemli oranda oy aldığı biliniyor. Avusturya’da aşırı sağ koalisyon ortağı olmuş; İtalya’da Beş Yıldız Hareketi’nin öncüsü olduğu aşırı sağ-sol blok halinde %50’yi aşan bir oy oranına yükselmiştir. Aşırı sağ-sol anlamda önemli tarihi-ideolojik geçmişe sahip Fransa’da aşırı sağ Le Pen’in önemli oranda oy oranına ulaştığı İngiltere’de Nigel Farage’nin “Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP)” dikkat çekici oranları yakaladığı görülüyor. İsveç’te aşırı sağ “İsveç Demokratları (SD)”nın lideri Jimmie Akesson’un önemli oy oranına ulaştığı, Norveç’te aşırı sağ FRP lideri Siv Jensen’in de yine kayda değer oranda destek aldığı, İspanya’da aşırı sol Pablo Iglesias’ın partisi “Podemos”un parlamentonun 3. büyük partisi konumuna geldiği, son seçimde Macaristan’da aşırı sağ parti Jobbik’in %19 gibi önemli oy oranına ulaştığı, Belçika Flaman bölgesinde Tom van Grieken’in “Vlaamse Belang”ının da yadsınamaz bir oy oranına sahip olduğu biliniyor. Hatta bunlara aşırı sol diye nitelenebilecek olan Yunanistan’da iktidardaki Alexis Tsipras’ın “Syriza”sını ve Macaristan’da iktidarda olan ve 8 Nisan’da yapılan son seçimleri de galip bitiren yabancı-göçmen karşıtı aşırı sağ eğilimli-popülist Orban’ın “Fidesz Partisi”ni ve hatta Polonya başta olmak üzere, diğer Kuzey-Doğu Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ partileri de katarsak, “Avrupa’nın aşırı sağ anatomisi” ortaya çıkar.

MERKEZ SİYASETİN KAFASI KARIŞIK

Öte yandan bütün bunlar, ABD ve Avrupa’da artık siyaset sosyolojisinin değiştiğini, bilindik siyasi kavram ve teamüllerin içinin boşaldığını, bu kavramlara yeni anlamlar yüklendiğini ortaya koyuyor. Köklü bir sol, liberal ve Hıristiyan demokrat geleneğe sahip partiler ve hareketler, eski kimliklerini kaybetmiş durumdalar. İslamofobik aşırı sağ partiler ile “yeni nesil aşırı sağ-popülist parti-hareketler”in güç kazanması, bu partilerin adeta kimyalarını bozmakta, onları kendi tezlerine yaklaştırıp dönüştürmekte, bu partiler içindeki aşırı sağa eğilimli uçların güçlenmesine yol açmakta, aşırı sağa kaptırdıkları geleneksel oylarını geri almak için aşırı sağ-popülist söylemlere yöneltmektedir. Nitekim bugünlerde özellikle Trump’ın göçmen karşıtı politikaları, Müslüman göçmen karşıtlığı, burka-peçe yasağı, özellikle Diyanet imamlarına ve camilere yönelik tutumlar başta olmak üzere, Müslümanlara yönelik İslamofobik ve Avrupa merkezci söylemlerin bu merkez sağ-sol partilerce de yüksek sesle dillendirilmesi bunun işaretidir.

Bütün bunlar aşırı sağ eğilim veya partilerin arka plandaki temel karakteristiklerine dair farklı görüşlerin yanı sıra dini-tarihi-ideolojik arka planlarının da tahlilini gerektirir. Konuyla ilgili araştırmaları ile tanınan Cas Mudde’ye göre, parti programlarından da hareketle, aşırı sağ partilerle şu veya bu şekilde bağlantılı 58 farklı karakteristik özellik bulunsa da, son yıllarda aşırı sağ partiler daha ziyade “radikallik-extremizm”, “İslamofobi”, “popülizm”, “nasyonalizm” gibi dini-ideolojik-tarihi temellere sahip bazı başlıca özellik-tezahürlerle öne çıkıyor. Başka bazı araştırmalarda ise bu temel ideolojik elementler, “yerlilik”, “dışlayıcılık-dışlayıcı nasyonalizm” ve “otoriteryenlik” –ve bazan da liberallik karşıtlığı- olarak zikredilir ki, esasen yukarıdaki özellikler ile içiçe geçen yönlere sahiptir. Son dönemdeki bir kısım araştırmalardan hareketle bu üç temel karakteristiğe-tezahüre, genel anlamda bu sayılanlara şu veya bu şekilde dâhil olan “zenefobi-islamofobi-göçmenfobi” ile özellikle “kültürel ırkçılık” anlamında ırkçılığın da eklenmesi gerektiğini söylemeliyiz.

EVANJELİK-İSLAMOFOBİKLERİN ROLÜ

Özellikle son yıllarda Evanjeliklerin dolayımında olduğu aşırı sağın en önemli söylem-eylem ve tutumları İslam ve Müslümanlara yönelik olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitimiyle bu daha da belirginleşmiş; 11 Eylül 2001 New York saldırısı ile de paradigma değişimine uğramıştır. Zira her bir ülkede etkili lokal olaylar meydana gelse de, özellikle 11 Eylül hadisesi genelde Batı’da özelde de Avrupa’da, yerli Müslümanalar-mühtediler hariç, tamamı göçmenlerden oluşan Müslümanlar açısından bir kırılma noktası olduğu izahtan varestedir. Zira bu olay ve daha sonrasında farklı ülkelerdeki bazı terör hadiselerine paralel olarak Avrupa’da islamofobi ve anti-İslamizm yükselişe geçmiş, Avrupa’da yaşayan göçmenlere ve özel olarak da Müslümanlara yönelik bakış ve politikalarda güvenliği önceleyen paradigma değişikliğine gidilmiştir. Bu meyanda farklı etnik ve mezhebi kökene sahip Müslüman göçmenlerle alakalı, göç başta olmak üzere, esasen sosyal nitelikli pek çok problem etnik arka plan, kültür ve din-İslam ekseninde ele alınarak yabancı ve islamofobi-İslâm/Müslüman karşıtlığında önemli bir argüman olarak kullanılmıştır. Kilise tarihçisi Heiko Oberman’a göre bu durum, son yıllarda Batı’da sistematik bir “İslâm karşıtlığı”na dönüşmüştür. İşte bu dönüşümde genelde Hıristiyan grupların özelde de fundemantalist-siyonist Hıristiyanlar olan Evanjeliklerin önemli rollerinin olduğu izahtan varestedir.

#​Hollanda
#Avusturya
#Fransa
#Belçika
#İtalya
6 yıl önce