|

Bir adamın yazgısı nasıl jeopolitik meseleye dönüşür

Haber Merkezi
04:00 - 14/10/2018 Pazar
Güncelleme: 05:21 - 14/10/2018 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

2 Ekim 2018 tarihinde Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’na giren bir muhalif Suudi gazeteci, Suudi Arabistan’ın içindeki politik mücadele ve direnişin parçası Cemal Kaşıkçı, yani kanlı canlı bir adam buharlaştı. O günden itibaren Türkiye’nin de olayın üzerine kararlılıkla yürümesi neticesinde bir adamın kaderi uluslararasılaştı. Dünya kamuoyu, Cemal Kaşıkçı’ya ne olduğunu sorup duruyor, çünkü malum bir adamı buharlaştıramazsınız. Dolayısıyla bazı nahoş senaryolar akıllarda beliriyor. Bu senaryolar ve bu senaryolara yol açan buharlaşma anının aleniliği o kadar çarpıcı ki Amerika’daki Robert Kagan gibi bazı NeoCon yazarlara dahi, “orman kanunlarına hoşgeldiniz/ welcome to jungle” mahiyetinde yazılar yazdırabiliyor. Oysa biz Kagan gibilerin Dünya’yı ormanlaştırmaktan hoşlanan ABD hegemonyasının canı gönülden taraftarları olduğunu biliriz. Başka bir ABD’li düşünür S. Walt’un da altını çizdiği gibi, Yemen’de çocuklar açlık, hastalık ve bombaların ateşi ile öldürülürken kılı dahi kıpırdamayan bu NeoCon yazarların, Amerikan elitinin bir kısmının, Kaşıkçı hadisesinden dolayı niçin bu kadar rahatsızlık duyduğunu insan ister istemez soruyor. Ne diyebiliriz, Walt’un sorusu iyi bir soru ve bizi Kaşıkçı’nın kaderinin belirlendiği, büyük ihtimalle korkunç, o son anı düşünmekten öteye bakmaya zorluyor. O son an, şimdilik, Kagan’ın benzetmesini kullanırsak ağaçların gölgesi altında ormanın derinliklerinde yatıyor. Üzerine ışık vurması için Ankara’nın çabaladığını biliyoruz ama zemin şu anda karanlık. O yüzden gözlerimizi yukarı çevirelim ve bu olayı karanlıklaştırıp gölgeleyen ormanın mantığına yani bir adamın kaderi nasıl jeopolitikleşir sorusunun cevabına bakalım.

Kaşıkçı’nın kaderi günlerdir muamma olsa da temsil ettiği siyasi hat, başına gelenlerin nerede geldiği ve neden korktuğu o kadar aleni ki, Kaşıkçı’nın şu anki sonunun (yok edilmesinin) ve muhtemel sonunun (öldürülmesinin) kimlere, nasıl bir mesaj verdiğini analiz edebiliriz.

KÜRENİN GÖLGESİNDE ÇÖKMEKTE OLAN DEVLETLER

İlk mesaj tüm Dünya’ya, Küre Koalisyonu’nun kurucularına ve Suudi Arabistan’da siyasi mücadelenin parçası olanlara gidiyor. Bilindiği gibi Trump Yönetimi işbaşına geldiğinde, önce realist gibi görünen (İran’ı fazlasıyla elde ettiği kazanımlardan geriye püskürtmek) ama sonra zıvanadan çıkan (İsrail’i -bilinen İsrail politikalarını sürdürürken- Ortadoğu’nun ve Doğu Akdeniz’in hegemonu yapmak) bir bölge politikası izlemeye başladı. Bu politika Trump’ın Riyad ziyaretinde ışıldayan küreye basılan ellerle sembolleşen bir koalisyonun doğumuna zemin hazırladı. O gün orada olmayan ama etkileri hissedilen BAE ve İsrail’in de katılımı ile Küre Kalisyonu ortaya çıktı ve çıktığından itibaren de içerisinde yer alan ülkeler (Mısır, Suudi Arabistan, BAE, İsrail- her zaman PYD, kimi zaman Yunanistan, Güney Kıbrıs) ABD’nin desteklediği Ortadoğu’daki gelişmelere yön verme iddiasında sağlam ve güçlü bir kuşağın parçası olarak lanse edildi. Üstelik bu kuşak, zaman içerisinde İsrail’in hegemonyası için (güvenliği için değil hakimiyeti için) açık rakip olarak gördüğü Türkiye ile varlığından hoşnutsuz olduğu Rusya’nın etkinliğini sınırlamak için de birbiriyle yarışan aktörlerin çocuk bahçesine döndü. Oysa Küre siyaseti, ne sağlam bir kuşak oluşturmayı başardı ne de başarılı stratejiler üretmeyi. Katar ambargosu, Türkiye, Katar, İran’ı; Doğu-Akdeniz-Suriye politikası, Rusya, Türkiye, İran’ı; Kuzey Irak-Irak politikası Rusya, Türkiye, İran, Merkezi Irak’ı yakınlaştırdı. Türkiye’yi sahada aktif olmaya, belirli kapasiteler geliştirmeye ve Rusya’yı yakınlaştığı aktörlerle istihbarat bilgisi paylaşmaya itti. Elbette başarısızlıklar ABD ya da İsrail basınında, Yunanistan ya da Mısır basınında yer bulmuyor. Buralarda bol bol, Doğu Akdeniz gaz mücadelesi, İran’ın nasıl terörü desteklediği ve Körfez’de nasıl bir reformist kral yükseldiği haberleri yapılıyor. Doğrusu Kaşıkçı hadisesi, bu son haberleri de mahvetti.


Eğer Kaşıkçı’nın vahşi ya da yumuşak yok edilme emri Riyad tarafından verilmişse veya Riyad’ı bu konuda Küre Kardeşliğinden birileri (BAE, İsrail, ABD?) cesaretlendirmişse veya birileri Riyad’ın bu konuda cesaretlendiğini bilip düğmeye basmışsa – kısaca Suudi muhaliflerin bertaraf edilmesi zincirine bir halka daha eklenmişse mesajın bir açık, bir de kapalı metni olduğunu söyleyebiliriz. Riyad bu kanlı işe boğazına kadar battığından açık metin herkes tarafından okunulabilecek şeffaflıkta. Kaşıkçı’nın ailesi örneğin kardeşinin kaderi ile ilgili ortaya çıkan iddialar da bu şeffaflığı güçlendiriyor. Özet olarak söyleyecek olursak, Batı’nın, özelde de ABD’nin modern giysiler içerisinde ekranlara gülümseyip reform sözü veren ilerici(!), genç, eğitimli prens modeliyle yarattığı modern, güvenli, Batılı değerlerine sahip Suudi Arabistan hayali bu olayla parçalanmıştır. Bildiğiniz üzere, Batı kamuoyunun post-modern kısırlaştırılmış hafızası radikal gruplara, Mısır’da darbecilere, Filistinlere karşı İsrail’e verilen Suudi desteğini Trump’ın küresiyle, MBS’nin gülümseyişiyle unutmuştu ki bu olay her şeyi tekrar hatırlattı. Sadece hatırlatmakla kalmadı Suudi Arabistan rejimi içerisindeki mücadelenin ne kadar sert geçtiğini, prenslerden tehditle alınan bir nevi vergilerin mücadeleyi yatıştırmadığını gösterdi. Parası nedeniyle Küre’nin finansörü gibi görünen Riyad’da işler sadece bir prensi bir diğer prens yerine getirtip, büyük dergilere röportaj verdirmekle bitmiyor. Normalleşemeyen, rejim güvenliğini rantçı ve post-rantçı ağlarla ve sürekli sivil toplumun denetlenmesi ile sağlamaya çalışan Suudi devletinde kararların Washington’dan MSB etiketi ile çıkmasına karşı direniş, bu direnişe karşı rejimin şiddet içeren karşı direnişi sürüyor. Ve anlaşılan uluslararası hukukmuş, başka ülkelerin egemenlik hakkıymış, insan haklarıymış vs pek dinlemiyor. Öyleyse karşımızda Ortadoğu’nun kaderini şekillendirmeye hazır, petro-dolarları manalı ve başarılı stratejiler için savurabilecek güçlü bir devlet yok, tam tersi içten içe bölünmüş, bu arada Körfez’i de bölmeyi başarmış çökmekte olan bir devlet var. Ne yazık ki, Mısır’da da durum çok benzer. Kısaca, Trump bunu mu amaçlıyordu bilemeyiz ama oluşturduğu Küre Kuşağı, zayıf, iç karışıklıktan mustarip, beka sorununu üzerinden atamamış ve bu yüzden de radikalleşmeyi farklı boyutlara taşıyabilecek aktörlerin kuşağı oluverdi.

Elbette siyasi kaderlerini Suudiler, Emiratiler, Mısırlılar kendileri belirleyecek ama Küre’nin Arap yüzünde sorun var ve bu sorun Trump politikası dengesizleştikçe dış güçlere (farklı Batılı gruplar, Rusya ve Küre’den İsrail) bu mücadeleye karışma ve herkesi herkese kırdırma şansı sunuyor. Sözün özü, daha düne kadar ABD’nin Dünya’nın cangılına büyük beyaz efendi olarak dalmasına ses çıkarmayanlar, cangılda hayatın kontrolden çıkmasından endişe duyuyorlar; çünkü kontrol kaybedilirse başarısızlığı saklayabilecek güzel bir hikaye üretme şansı da ortadan kalkar.

NEDEN KAŞIKÇI TÜRKİYE’DE KAYBEDİLDİ?

Kaşıkçı, herhangi bir yerde ortadan yok olmadı. Türkiye’deki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na girdi ve geri dönmedi. Dolayısıyla Ankara’nın bu kaybolma hikayesinin parçası haline getirilmesinin bir sebebi olduğunu düşünmek zorundayız. Kanaatimizce, Ankara Kaşıkçı hadisesi üzerinden melez/hibrit bir saldırıya maruz kalmıştır. 2014-2016 arasında sürekli melez saldırıların hedefi olan ve bu nedenle de belirli bir deneyim ve karşı durma kapasitesi geliştiren Ankara’nın bu saldırıya hazırlıklı olduğu da görülüyor. Kaşıkçı hadisesinin, tam da İdlib Mutabakatı gereği ağır silahların çekilmesi süreci başarıyla sonlandırılırken, yani tam da Lavrov, Ankara’nın İdlib’de üzerine düşen sorumluluğu “Rusya’nın bu süreçteki ortağı olarak” büyük bir başarıyla yerine getirdiğini söylerken gerçekleşmesi akıllarda soru işareti bırakıyor. Bilindiği gibi İdlib Mutabakatı, Türkiye’nin hem sahada hem de masada tarafları ikna edebilmesi ve Irak-Suriye’nin geleceğinde yer alabilecek muhalif unsurları politik süreç içerisine çekmesi sayesinde gerçekleşmişti. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve İdlib süreci gösterdi ki zorlu Suriye mücadelesi içerinde Ankara, Levant bölgesinde yer alan muhalif gruplara ulaşabiliyor, ÖSO gibi grupların üzerinde kontrol kurabiliyor ve anayasalaşma süreci içerisinde Suriye muhalefetinin temsili olasılığını canlı tutabiliyor. Üstüne üstlük, İdlib Mutabakatı’nda alınan merhale, Ankara’nın sahip olduğu bu kapasiteye Rusya’nın da giderek daha fazla güvendiğini ve muhtemelen gerekli bazı istihbaratın sağlanmasında Ankara ile diyalog içerisinde olduğunu düşündürüyor. Gelinen bu noktanın hem ABD’yi hem de İsrail ve BAE’ni rahatsız ettiği bir sır değil. PKK/PYD/YPG’nin de son derece rahatsız olduğu biliniyor. Tırlarca silahla donanmış olabilirler ama süreçte Ankara, Rusya-İran eksenini kendi lehine çevirmiş görünüyor. Bu olumlu tabloda bir süredir Ankara’nın sadece Fırat’ın Doğusunu değil Irak’ı da içeren bazı stratejik hamlelere yönelmesi bekleniyordu. Ki Musul’da konsolosluğun tekrar açılması, Irak ve Erbil’le yapılan temaslar, PKK hedeflerine yönelik çeşitli operasyonlar bu konuda Türkiye’nin belirli adımlar atacağını gösteriyordu. İşte böyle bir noktada Kaşıkçı hadisesine Türkiye’nin bulaştırılması, aynı anda Türkiye’nin güvenli olmadığına yönelik kara propaganda başlatılması iki ayaklı bir saldırıyla Ankara’nın karşı karşıya olduğunu düşündürüyor. İlk ayakta bu saldırı bölgedeki muhaliflere Türkiye’ye çok güvenmemeleri gerektiğini söylüyor; ikinci ayakta da Türkiye’yi Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin karmaşıklığına çekerek yorup, atacağı adımları geciktirmeyi hedefliyor.

Tam bu noktada belirtmeliyiz ki, Türkiye melez bir saldırıyla karşı karşıyadır ama bu saldırı başarılı bir saldırı değildir. Bahsettiğimiz gibi Ankara, bir süredir bu tür bulanık saldırılara karşı hazırlıklı. Nitekim hem Türk adli mercilerinin ve istihbaratının, hem de Türk kamu diplomasisinin baştan itibaren alanı boş bırakmayarak, Kaşıkçı’nın kaderiyle ilgili elinde bulunan delilleri ortaya çıkardığına şahit oluyoruz. Zaten melez saldırıların bir özelliği olan başarısız eylemlerin ortada kalması hali son günlerde Kaşıkçı olayında iyice hissediliyor. Trump Suudiler’e bakıyor, Suudiler MSB’ye, MSB ise büyük ihtimalle muhtemel günah keçilerine.

FRANKENŞTAY’IN CANAVARINI KİM KONTROL EDECEK?

Kaşıkçı hadisesinin yankılarının ayyuka çıkması sadece Riyad’ın beceriksizliği ya da acımasızlığı ile de açıklanamaz. Trump’ın Küre Kardeşliği’nin hukuka uygun olmayan edimlerine bugüne kadar sağladığı kalkanın gereksiz bir cesaretlendirici işlevi gördüğünü de eklemek gerekir. Şimdi Kaşıkçı hadisesi, hem ABD’nin hem de Riyad’ın önünde Frenkenştay’ın Canavarı gibi duruyor, her iki aktörü de farklı açılardan sıkıştırıyor.

Riyad’ın başı uzun süredir dertteydi, ne kadar dertte olduğunu anlamak için Yemen’den, Trump’ın OPEC üzerinden yaptığı tehdide kadar çeşitli hadiseleri alt alta yazmak yeterli. Şimdi kendi konsoloslukları tüyler ürpertici bir siyasi cinayetin mekânı olarak anılıyor. Bu başlarındaki kara bulutun koyulaşıp neredeyse katılaşması demek. Sorumuz da Riyad’ın kendisini bu duruma nasıl düşürdüğü olmalı. Kapasite yoksunluğu, siyasi körlük, akıl tutulması ve fazla ihtiras dışında bir seçenek daha var. Kaşıkçı hadisesinin Riyad ayağının açıkça ortaya dökülmesi (Washington Post olayı kapatacakmış gibi görünmüyor mesela), parası ve petrolü yüzünden denetimden çıkabileceği düşünülen Riyad’ı ehlileştirme çabası da olabilir. Sonuçta kanlı eylemlerde cesaretlendiricilerden/azmettiricilerden ziyade bedeli eline kan bulaşan öder. Bir süredir Riyad’ın eski alışkanlıklarına geri döndüğü, Rusya’ya da göz kırpmaya başladığı söyleniyordu. Hatta Riyad’ın arası uzun süredir limoni olan Türkiye’ye de yönelik ılımlı sinyaller verdiği konuşuluyordu. Trump’ın Riyad’a biçtiği ömür de malum sadece 2 haftaydı. Kısaca, bazılarının dillendirdiği Kaşıkçı hadisesinin olay patladıktan sonra Riyad’ı sıkıştırmak için, zayıf bir Suudi Arabistan’ı güçlü bir Suudi Arabistan’a tercih edecek çevreler -örneğin ABD’nde, İsrail’de, BAE’de belirli kesimler- tarafından kullanıldığı iddiasını da dikkate almakta fayda var. Tabii Riyad’ın sıkıştırılmasının (ABD’li 22 senatör Magnitsky Yasası çerçevesinde yaptırım ve soruşturma dahil adımlar atılmasını talep ettiler) Suudi-Arabistan- ABD ilişkilerini nasıl etkileyeceği, Riyad’ı daha hırslı ve isyankâr mı yoksa ABD’ye daha bağımlı ve itaatkar mı yapacağını göreceğiz. Bu ihtimaller sonuçta Riyad-Tel Aviv, Riyad-Ankara ve tüm Ortadoğu ilişkilerini de etkileyecek.

Öte yandan vekilleri ve melez saldırıları Ortadoğu politikasının ve Küre siyasetinin merkezine oturtan Trump yönetimi sarpa saran Kaşıkçı hadisesi yüzünden gafil avlanmış görünüyor. Olayın neden, niçin sarpa sardığı (Riyad kontrolden mi çıktı? ; Tel Aviv ya da Dubai Riyad’ı tuzağa mı düşürdü? ; Riyad’ın içinde birileri Riyad’a darbe mi yaptı? ABD’nin içinden birileri Riyad’ı fazla mı destekledi ya da köstekledi?) Trump tarafından soruluyordur. Çünkü Kasım seçimleri yaklaşılırken ABD’de birileri insan haklarının silah ticaretinden daha önemli olduğunu hatırlayıp Trump yönetimine karşı propagandayı başlattı bile. ABD Küre siyasetinin doğurduğu Frankenştay’ın canavarlarıyla liberal düzenin Trump politikaları nedeniyle kaosa evirildiği bir ortamda burun buruna geldi. Kaşıkçı vakası ABD’yi bölüyor, ABD’nin kendi iç savaşının parçası oluyor. Bakalım ABD, ne zaman melez saldırı ve vekillerin teröre destek vermekte kullanılmasının iyi bir strateji olmadığını, ortamı zehirlediğini ve gün gelip ABD’nin kendi siyasetini vurduğunu anlayacak. ABD durumun vahametini ne zaman kavrar bilinmez (11 Eylül’de, Afganistan’da filan farkedememişlerdi de) ama o kavramaya çalışırken anlaşılan Kaşıkçı vakası üzerinden Müesses Nizam yanlıları sahneye geri dönüyor ve Trump’a kaptırdıkları pozisyonları geri almak için Trump yanlılarıyla kavgaya hazırlanıyor.

#Rahip Brunson
#ABd
#Türkiye
#FETÖ
6 yıl önce