Yine bir aralık ayı, civar-ı rahmet-i Rabb-i Rahîm’e kavuşmasının sene-i devriyesi dolayısıyla yine Hz. Pir Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’den bahsetmeye bahaneler arıyorken, yeni bir kitap hemen yardımımıza koşuyor. Sufi Kitap arka arkaya, Kasım ve Aralık aylarında Mahmud Erol Kılıç’ın iki kitabını yayımladı. Bunlardan ilki Tasavvuf Düşüncesi: Makaleler-Konferanslar I, ikincisi ise bu yazının konusu olan Mevlânâ Üzerine Konuşmalar. Başlıklardan makale ve konferans ve konuşmaların devam edeceğini anlıyoruz, haydi mübarek olsun.
Suret ve mananın birbirinden kopuk olmadığı, ilim ve irfanın birbirine sırt çevirmediği, yani tevhidin hüküm sürdüğü Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine bir bakalım. Bütün referanslar, kültür dünyası zahir ve bâtında yed-i tula sahibi iki arife İbn Arabi ve Mevlânâ hazretlerine çıkıyor. İşte bu noktada Mahmut Hoca, Osmanlı’nın birçok din ve milleti bir arada sulh içinde yönetmesinin fikrî tasarımını, hâkim olan tasavvuf düşüncesinin “çokluk içinde birlik” (kesret der vahdet) anlayışından aldığına değiniyor. Bugün de ihtiyaç duyulan birlik beraberliğin tasavvufun “restoratör” olarak yeniden devreye girmesiyle tesis edilebilmesi neden mümkün olmasın?
Bu kitap, tasavvufun mahiyetine değinerek bugün nasıl anlaşıldığına, Mevlevilik ve Mevlânâ hazretlerinin bugünün dünyasında ne ifade ettiğine odaklanıyor. Bu da ister istemez sahih bir anlayış için yanlış olanların bertaraf, hatalı tarafların tespit edilmesini ve çözüme yönelik neler yapılabileceğini konuşmayı gerektiriyor. “Tasavvuf gibi güçlü ve kadim bir bilgelik okulu, insanın gönlünü kuşattığı için ne konjonktüre bağlı ne de modanın yarattığı geçici bir olaydır. Onu moda haline getirirseniz bile gelip geçmez. Bundan da tasavvuf karlı çıkar” diyen Mahmud Hoca, gerek ticari gerekse siyasi (radikal İslami akımlara alternatif olarak mistik veya İslam’ın hoşgörülü modeli olan tasavvufi İslam kalkışlı) projelerin bir yerde tasavvufa hizmet edeceğini söyledikten sonra ekliyor, “Onların son kertede amaçları çok samimi olmayabilir ama Kur’an’da ifade edilen şu beyanı da unutmamak gerekir: Onların oyunları varsa Allah’ın da oyunları vardır. Bakalım kim daha güzel oyun oynuyor.” (bk. Enfal, 30)
Mahmud Hoca’ya göre miyopluklardan birisi, Hz. Mevlânâ’nın ayakları neredeyse yere basmayacak, bütün dinî bağlardan koparılacak kadar evrensel olduğu iddiasıdır. Hz. Pir’in evrenselliği; insanın ilâhî kaynağına, Allah Teâlâ’nın her insana üflediği ruhuna, dolayısıyla özsel birliğe yaptığı temel vurgu itibariyledir. Yoksa o, bu tür asılsızlıklardan beridir. Hoşgörünün de bir haddi hududu vardır. Hz. Muhammed (sas)’in yolunda her zerresini şehid etmiş bir arif-i billah olan Hazret-i Pir, pergel örneği vererek bir ayağının dinde sabit olduğunu, diğer ayağıyla da yetmiş iki milleti gezdiğini, kuşattığını açıklamıştır.