|

‘Cıvıldayan Makine’ mahkumları

Sosyal medya bir yönüyle sigaraya da benzetiliyor. Sadece sigara değil, alkol ve kahve gibi bir sosyalleşme aygıtı olarak gösteriliyor. İnsanlar birbirleriyle yakınlaşmak için araçlara ihtiyaç duyuyorlar ve dijital zamanlarda bu araç avucumuzun içinde duran akıllı telefonlar.

04:00 - 3/09/2019 Salı
Güncelleme: 03:37 - 3/09/2019 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
İBRAHİM İZGİ

1920’lerde, yani bu dünyada yaşayan birçok kişi henüz dünyaya gelmemişken İsviçreli bir ressam tuhaf bir resim çizer. Bir telin üzerine tünemiş kuşlardır. Sürrealist bir resim olduğu için bu kuşların gerçekten, canlı kuşları temsil edip etmediğini bilmiyorum. Çevirme kolu ile cıvıldamaya başlayan kuşlar, tabiatın makine üzerindeki üstünlüğünü simgeliyormuş. Resim, ilgilisi eliyle Almanya’ya ulaşmış ve Adolf Hitler tarafından yozlaşmış sanatın temsili olarak görüldüğü için Naziler tarafından koleksiyondan çıkarılmış. Bu resmin adresi şu anda New York’taki Modern Sanat Müzesi. Ressam Paul Klee bugünleri görse eminim şaşırır kalırdı çünkü resmine verdiği isim bugün teknoloji eleştirisi yapan sıkı bir kitaba taşınmış durumda. The Twittering Machine (Cıvıldayan Makine) ismini taşıyan kitabın yazarı Richard Seymour, teknoloji karşısında köşeye sıkışan insanoğlunun verebileceği en hırçın tepkileri vererek kitabı yazılmaya koyulmuş. Henüz Türkçe’ye çevrilmemiş kitap dünyanın önde gelen birçok gazetesinde etraflıca ele alınınca karıştırmak istedim. Sabahın erken saatlerinde başladığım okuma macerası yaklaşık çeyrek asıra yaklaşan internet serüvenimi gözlerimin önünden geçirmeme neden oldu.

ALGORİTMALARIN HÜKMETTİĞİ HAYAT

İnternetin ilk zamanlarında sohbet odalarında sadece yazdıklarıyla tanıdığımız kişiler olurdu. Bunların makineler olmadığını ancak yüz yüze görüştüğümüzde anlardık, onlar da benim etten kemikten kişi olduğumdan aynı şekilde emin olmuştur diye düşünüyorum. Zaman ilerledi ve teknoloji bize yeni imkanlar sunmaktan çok içerisini dolduracağımız şablonlar dikte etmeye başladı. Mesajlarımızın uzunluğu, saygısızlığın sınırları, yalan haberin cazibesi ve hepsinden öte makineleşmenin kaçınılmazlığı. Algıyı teknoloji şirketlerinin başında bulunan kişiler yönlendiriyoruz sanıyoruz. Kısmen doğru ama gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Hayatımıza algoritmalar hükmediyor ve teknoloji şirketleri de aslında algoritmaların yani kodların mahkumu durumunda. Yalan haberlere bile isteye izin vermek zorundalar. Diğer türlü karlılık bekleyen hisse sahiplerini memnun edemeyecekler. Korkunç değil mi? Kitapta yer alan diğer bazı ayrıntılar da şöyle: Facebook kurucusu Zuckerberg, yere göğe sığdıramadığı girişimini kullanmıyor. Onun adına bir ekip yönetiyor Facebook hesabını. Apple kurucusu Steve Jobs’un çocuğuna teknoloji kullanımını yasakladığını ve şu anki tepe yöneticisi Tim Cook’un yeğenlerine iPad kullanmayı yasakladığını yine kitabın sayfaları arasında öğreniyoruz. İlgimi en fazla yalan haberlere karşı sosyal medya şirketlerinin sergiledikleri ikiyüzlü tavır oldu. Yalan haberlerden rahatsız oluyormuş gibi davranıp gerçekte buna göz yummak ve gerçekten bir şeyler yapıyor hissini vermek için teyit sitelerine sus payı niteliğinde payeler vermek. Oysa yalan haberleri kaynağında engellemek mümkün. Mümkün ama karlı değil ve okyanusu kirleten petrol kaçakları gibi hiçbir şey yapılmıyor. Vatandaşlarını koruma sorumluluğu olan devletler sigara ve cips gibi ürünler için ardı ardına düzenlemeler getirirken toplumu birbirine düşüren algoritmalar konusunda derin bir uykuda.

YALAN CIVILTILARIN BAŞARISI!

Ünlülerin ve trollerin hükümranlığı altındaki yalan cıvıltıları dünya çapında başarı da kazanıyor. ABD Başkanı Donald Trump bunun en karakteristik örneği. Medyaya ihtiyacı yok, çünkü kendisi medya ve habere ihtiyacı yok çünkü kendisi haber. Elbette manipülasyon ve sansasyonun zehirli birleşimi onun için bir yönetim biçimi. Nefreti yaymak hiçbir zaman olmadığı kadar basit ve sözde liberal değerleri savunan teknoloji firmaları bu süreçte günahların en büyüğünü işliyor. Sosyal medya firmalarının özel hayatı hiçe sayan hoyratlığına laf etmeye çalışan herkes sosyal medya trolleri tarafından linç ediliyor ve aklı selim suskun bırakılıyor. Ünlü politikacıların yanı sıra sanat dünyası ve hatta insan hakları savunucuları da bu çarkın bilinçli-bilinçsiz parçaları haline geliyor ve bataklığı kurutmak yerine sivrisinekler üzerine uzun uzadıya konuşuluyor.

Bireysel anlamda çare sosyal medyayı reddetmek olabilir. Bunu tercih eden kişilerin sayısı her geçen gün artıyor. Bazı kişiler de sosyal medyaya katkı sunmak yerine izleyici olarak kalmayı tercih ediyor. Ancak sosyal anlamda büyük bir facianın tam ortasında olduğumuzu ve toplum olarak dışına çıkmadığımız sürece bu delilik halinin ifade özgürlüğü kılıfında yutturulmaya çalışılacağını tahmin ediyorum. İnsanların beğenilme arzularını temele alan bu kurgusal gerçekliğin mucitlerinden, Facebook’un beğeni butonunu icat eden Jonathan Rosenstein’ın pişmanlık duyarak sosyal medyayı terk ettiğini kitapta yer alan örneklerden öğreniyoruz. Basit gibi görünen beğeni butonu, insanların kendileri olmaktan vazgeçip algoritmalara göre şekil alan yarı robotlara dönüştürdü.

ALDATICI ‘GERÇEKLİK’ HİSSİ

Sosyal medya bir yönüyle sigaraya da benzetiliyor kitapta. Sadece sigara değil, alkol ve kahve gibi bir sosyalleşme aygıtı olarak gösteriliyor. İnsanlar birbirleriyle yakınlaşmak için araçlara ihtiyaç duyuyorlar ve dijital zamanlarda bu araç avcumuzun içinde duran akıllı telefonlar. Bu bağımlılık halinin yaşattığı sosyalleşme duygusu elbette çok eksik ve kurgusal. Kendi gerçekliğimizden uzaktaki ünlü veya yarı ünlülerle, yahut gerçek hayattaki temaslarımızda önemsemeyeceğimiz tepkilerle gözümüzde büyüttüğümüz trollerle geçen aldatıcı bir gerçeklik hissi. Herkesin aynı anda şahit olduğu bir yanılsama ve elbette büyük bir hokkabazlık numarası. Herkes aynı anda yanışmış olmanın duygusal yükünü taşımak yerine üzerinde ittifak edilen sanal bir hakikate iman etmeyi tercih ediyor. Yaşadığımız hayatım temsilinin olması gereken yer hakikatin mezarına dönüşüyor.

Cıvıldayan Makine tablosu bize yaklaşık yüz yıl önceki politik ve toplumsal atmosferi taşıyor. Bundan yüzyıl sonra günümüze bakanlar ise ortada makinelerin boyunduruğuna sokulmaya çalışan insanların çaresizliğini görebilir. Sözünü ettiğim ne bir distopya ne de karamsar bir felaket tellalının kehanetleri. Sadece içinde yaşadığımız ama kimsenin kabul etmediği bir felaketin içinden çekilen fotoğraf ve itiraf etmek gerekir ki pek iç açıcı değil. Kişilere, kurumlara ve elbette devlete düşen temel görev nasıl bir tufanın içinde olduğumuzu görmek, kendimizi, çevremizi ve tüm ülkemizi algortima hokkabazlıklarına kurban etmemek. İnsanlığın geleceği, sosyal medya firmalarının borsa değerlerinden daha az önemli değil.

#Sosyal Medya
#Almanya
#Algoritma
#Zaman
#Sigara
#Donald Trump
5 yıl önce