|

Çocuklar neden Âtıf Hoca’nın resmini yapıp dururlar?*

Edebiyat ve tarih birbiriyle iç içe olan iki alan. Her ikisi de yaşanmışlıklarla ilgilidir. Tarih geçmiş yaşanmışlıklarla, edebiyatsa hem geçmiş hem de bugüne ait yaşanmışlıklarla mündemiçtir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/03/2016 Cuma
Güncelleme: 19:45 - 3/03/2016 Perşembe
Yeni Şafak
ARİF AY


İşaret Burcu


Ufuklarda yürürken gördüklerinden beri çocuklar


Habire yapıp duruyorlar Âtıf Hoca'nın resmini



Tarihçi, yaşanmışlıkları belgeleriyle uzun uzun anlatırken, edebiyatçı yaşanmışlıkları kurmaca yöntemiyle bir üst dile taşır ve tedaiye açık bir yapı haline getirir. Bu duruma Nuri Pakdil'in metinlerinde sıkça rastlanır. O, şiirlerinde, denemelerinde, oyunlarında tarihi olayları üç beş sözcükten oluşan kısa, yoğun ve vurucu cümlelerle doğrudan algımızı, bilincimizi harekete geçirecek bir biçemle dile getirir. Siz, dile getirilen tarihi olayı biliyor olsanız bile, yeniden tahlil ve tefekkür etmeye zorlar Nuri Pakdil sizi. Çünkü, söz konusu olaya Nuri Pakdil farklı bir boyut katmıştır mutlaka. Tıpkı metnin başına aldığımız beyitte olduğu gibi.


Âtıf Hoca Akkoyunlu aşiretinden ve İmamoğullarından Kara Halil Efendi'nin torunu, Mehmet Ali Ağa'nın oğludur. İskilip kazasının Tophane köyünde 1875'te dünyaya gelmiştir. Annesi Mekke-i Mükerreme'den göç etmiş Ben-i Hattap aşireti şeyhlerinden Arapdede'nin torunu Nazlı Hanım'dır. Altı aylıkken annesi vefat eden Âtıf Hoca dedesi Hasan Kethüda Efendi'nin yanında yetişmiştir. Âtıf Hoca öğrenim hayatını ve üstlendiği görevleri kendi kaleminden şöyle ifade eder: “Bir müddet İskilip kazasının Tophane karyesinde ve 1307-1308 senelerinde İskilip'te Mebâdî-i Ulûmu tahsil eyledikten sonra 1309 senesi Nisan'ında İstanbul'a geldim. Ulûm-u Âliye tahsil eyledikten sonra icazetnâme ahzeyledim. Ve o sene Darü'l-Fünûn'a girip 1321 senesi Darü'l-Fünûn'un İlâhiyat şubesinden neş'et eyledim. Daha evvel 313 senesinde reüs imtihanına muvaffak olarak 321'de Fatih Camii Şerifi'nde tedrise mübâşeret edip şerh-i akâide kadar tedrîse muvaffak oldum. 322'de dersiamlık reüsüne nâil olduktan sonra 326 medâris müfettişliğine ve bilâhare İptidâî Dahilmedresesi Müdürü Umumîliğine tayin olunmuştum.”


1924'te yazdığı ”Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı eseri bahane edilerek 1925'te çıkarılan “Şapka Kanunu”na muhalefetten üçalilerin başında bulunduğu “İstiklâl Mahkemesi”nce idama mahkûm edilir ve 4 Şubat 1926'da Ankara'da idam edilir. Âtıf Hoca'yla birlikte Babaeski müftüsü Ali Rıza Hoca da idam edilir. İdamların arkası kesilmez. Maraş'ta 7, Rize'de 8, Erzurum'da 33 kişi idam edilir. Dosyalar kitabımda Âtıf Hoca'nın idam sahnesi şöyle şiirleşir:



ANKARAKARAYILAN


bu alan bildiğimiz


alan


çatılmış üç ağaç


ortasında parıldar alnı


gök yarılır


gerilir şafak


“Eşhedü ………………………….”



sakalından sızan yağmur


toprakta buğulanır


evlerde başlatılan yangın


şafakta bu ses


yankılanır



kuşlar konar kalkar


saçaklara takılır kalır rüzgâr



Hoca'yla yargılananlardan ve davadan berat edenlerden biri olan Tahirü'l-Mevlevî, onu idam sehpasında görenlerdendir. Tahirü'l-Mevlevî sabahın erken saatlerinde gördüğü o sahneyi şöyle anlatır: “Birden bire gözüme ilişen bir manzara, beni olduğum yere mıhladı. Evet, eski meclis önündeki meydanın ortasına iki tane darağacı dikilmiş, onların arasına da beyazlar giydirilmiş iki vücut çekilmişti. Yüzleri diğer tarafı müteveccih (yönelmiş) olan bu cesetlerden birinin Âtıf Efendi olduğu, boyunun uzunluğundan ve hâlâ görünen metin vaziyetinden anlaşılıyor, o nefi (yüksek) vaziyetiyle merhum hayatındaki halinden yüksek görünüyordu. Bilâ ihtiyar (elimde olmadan) gözlerimden yaşlar akarken dudaklarımdan da meşhur bir mersiyenin matla'ı (taziye konulu kaside beyti) dökülüyordu: 'Biz öldükten sonra kabrimizi arama. Bizim mezarımız ariflerin gönülleridir.' -Mevlana”



DİN ALERJİSİ


Üstad Necip Fazıl Kısakürek “Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabında Âtıf Hoca'yı uzun uzun anlatır. Onun çileli, çalkantılı hayatına ilişkin bölümü alıyorum buraya: “Fert çerçevesinde din mazlumluğunu, inkılâp tarihine göz atar atmaz, İskilipli Âtıf Hoca'da görüyoruz. Bu muazzam şehit, hiçbir alakası bulunmayan şapka tepkisinin ruhu farz edilmek veya bu mevzuda şeriat ölçüsünü temsil edici şahsiyet kabul edilmek gibi bir anlayışa kurban gitmiştir. Davamız kanun ve hükümete herhangi bir isyan tavrı almadıkları halde mazlumlaştırılan masumlar olduğu için, Âtıf Hoca'yı işte bu soydan bir zulmün baş kurbanlarından biri olarak, esasen zaman sırasına göre de icap ettiği gibi başa alıyoruz. Âtıf Hoca'nın hayatı baştanbaşa macera ve çile doludur. Temsil ettiği parlak dini şahsiyet her devrin din (alerji)si belirten hareketlerini Âtıf Hoca'ya yönelttiği ilk tutuklanışı Meşrutiyet'in başında ve Mahmud Şevket Paşa suikastının şüpheliler kadrosunun içindedir. İttihatçılara, hususiyle 'Donanma Cemiyeti' faaliyetleri bakımından büyük yardımları dokunan ve bu iş için 'Nazır-ı Şeriat'te Kuvve-i Bahriye ve Devriye' isimli bir eser kaleme alan Âtıf Hoca, 'Zalime yardım edene Allah aynı zalimi musallat eder' mealindeki hadis gereğince aynı İttihatçıların zulmüne uğramış ve komite kendisini Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine harman ettiği din adamları arasında 'Eser-i Cedit' isimli bir vapura bindirerek Sinop Kalesi'ne sürmüştür. Oradan Çorum'a, arkasından Boğazlıyan'a ve peşinden Sungurlu'ya sürgün ederken:


-Affedersiniz, bir yanlışlık oldu! Hitabiyle serbest bırakılış…


Âtıf Hoca medreseyi kısa zamanda öyle ıslah ediyor ki ismi her tarafa yayılıyor ki hem madde, hem de mana cepheleriyle örnek medresenin ne demek olduğu görülüyor. Kurucusu olduğu Teâlî İslam Cemiyeti: İzmir'in Yunanlılarca işgalinde ilk protesto sesi bu dernekten yükselmiştir.



Müftüleri, müderrisleri, kitapçıları, daha pek çok insanı İstiklâl Mahkemesine dolduran üçaliler adeta engizisyon mahkemelerinin usul ve yöntemleriyle yargılama yaparak katliama sebep olmuşlardır. Kinleriyle, nefretleriyle Müslüman halka korku salarak onları sindirmişlerdir. İtalya'dan satın aldıkları üç gemi dolusu şapkayı millete zorla giydirmek için zulüm üzerine zulüm yapmışlardır. Hâlâ aynı zihniyetin acenteleri günümüzde de faaliyetlerini sürdürüyorlar. Ankara'nın bir semtindeki caddenin adı “Şapka Devrimi Caddesi”dir. Devrime bakın! Şapka devrimi!!! Peh peh peh…



Bu menfur hadiseden hareketle Nuri Pakdil Âtıf Hoca'yı “İşaret Burcu”na taşır. O artık ufuklarda yürür ve onu gören çocuklar durmadan onun resmini yaparlar. Âtıf Hoca'nın masumiyeti, onu katledenlerin hainliği belleklere görsel olarak kazınsın diye. Çünkü hainlerin dosyası kabarıktır ve tarih sorgulamasını yapacaktır zamanı geldiğinde…


#Âtıf Hoca
#​İşaret Burcu
#Şapka devrimi
#Nuri Pakdil
#Necip Fazıl Kısakürek
8 yıl önce