|

Dayatılan suskunluklar

Yeni, farklı, özgün, bağımsız bir gelecek imkânı-tasavvuru ancak eleştiriyle mümkün olabilir. Eleştiriye hayat hakkı tanımayan toplumlarda, istilacı bir dil/söylem/kültür, işgal ve istila hareketlerini rahatlıkla ve derinleştirerek sürdürebiliyor. Eleştiriye hayat hakkı tanımayan kültürlerde, şeyleri başka türlü görmek, alışılagelen sınırların dışına çıkmak ve sessizliği kırmak mümkün olmuyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 18/09/2017 Pazartesi
Güncelleme: 02:36 - 18/09/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Yirminci Yüzyıl’ın dünyası, “sosyalist insanlık” gibi, “üstün ırk” gibi ideolojik ve ırkçı ütopyalar adına işlenen korkunç kitle katliamlarının gerçekleştirildiği bir dünyaydı. Günümüzde halen sürdürülmekte olan rejim değiştirme savaşları da, her ne kadar stratejik ayrıcalıklar kazanmak için girişilen jeopolitik savaşlar olarak yorumlansa da, daha önce gerçekleştirilen kitle katliamlarında olduğu gibi, ideolojik-ırkçı ütopyalarla çok yakından ilgilidir. Rejim değiştirme savaşlarında Batı dünyası ideolojik ve ırkçı bir bütünlük sergilerken, bu savaşlara maruz bırakılan İslam dünyası, içten bölünmüş, parçalanmış olmak gibi, çok derin, çok büyük bir patoloi içerisinde yaşıyor. Dünya düzensizliği içerisinde, İslam dünyası toplumları, yapısal haksızlıklarla karşı karşıya bulundukları halde, her nasılsa yapısal bir sorumsuzluk sergileyebiliyor. Yapısal umursamazlıkların bir kader gibi karşılanabildiği toplumlarda, hiç kimse, hiç bir gerekçeyle, iyi bir gelecekten söz edemez. Her şeyden önce gerçeklik algılarımızı dönüştürmemiz gerekir.

ÖLÜM VE YIKIM SİSTEMİNE
HİZMET EDENLER

Modern-seküler-kapitalist dünya, bugün de yaşandığı üzere, daha yüksek bir “uygarlık” adına, her zaman daha büyük barbarlıklar, soykırımlar, cinayetler sergilemekten hiç bir şekilde imtina etmiyor. Günümüz dünyasında “demokrasiler” küresel onay mercii olarak değerlendirilirken, dünya sistemi, ideolojik ve ırkçı çıkarlar adına her istediği zaman, istediği her ülkede askeri diktatörlükler, kabile ve aşiret diktatörlükleri icat ve inşa ederek, bunlara pragmatik meşruiyet kazandırabiliyor. Modern dünya sisteminin çıkarlarına hizmet eden kabile-aşiret diktatörlüklerinin liderleri “iyi diktatörler” olarak büyük bir mazhariyete sahip olabiliyor. Her durumda güçlülerin ve kazananların çıkarlarına hizmet eden, dünya çapında bir ölüm ve yıkım sistemi, liberalizm söylemiyle kendisini ayakta tutmaya çalışıyor.

İslam dünyası toplumları, bugün kontrol edemediğimiz bir sistemin parçası haline geldiler. Bugün, toplumlarımız İslami bağlamda siyasal tercihte bulunma iradesine sahip olmadıkları, Batılı ontolojik düzenin gerçekliğini kabul ettikleri halde, kendilerini İslam’a nisbet etmeye devam edebiliyor. Hiç bir zaman gerçeğe dönüşmeyen, gerçek zemini bulunmayan İslami iddialarda bulunabiliyor, bu noktada çok abartılı, sansasyonel bir hamaset üretiyoruz. Batılı ontolojik düzenin gerçekliğini kabul etmenin, İslami ontolojik düzene hayat hakkı tanımamak anlamına geldiğini fark etmiyoruz.

AHLAKİ BOŞLUK DERİNLEŞİYOR

Kâr peşinde koşan bir dünyada, sermayenin ve paranın iktidarı, insanları, toplumları nesnelere dönüştürüyor. Maddi ihtiraslar, kaygılar, tutkular, ahlaki yozlaşmayı ve bayağılaşmayı inanılmaz boyutlara taşıyor. Maddi ihtiraslar/beklentiler/kazançlar adına, her tür yabancılaşmaya/çürümeye tahammül edebiliyoruz. Muhafazakâr kesimler olarak anılan kesimler, muhafazakârlığı sadece biçimsel düzlemde muhafaza ederken, İslami nitelikleri, derinlikleri, incelikleri ve âdâbımuâşeret’i kesinlikle muhafaza etmiyor. Hayatımızda ahlaki boşluklar, çelişkiler derinleşiyor.

Bir insanın hayatın ve tarihin içerisinde etkili bir özne olabilmesi ancak ahlaki bir bilinçle mümkün olabilir. Alınıp satılması mümkün olmayan büyük ve vazgeçilemez değerlerin, erdemlerin, bilgeliklerin hayatımızdan çıkıp gitmesine kayıtsız kalamayız. İslami bir mücadelenin, ancak, alınıp satılmayan değerlerle, anlamlarla, bilinç ve bilgeliklerle kazanılabileceğini hatırlamalıyız.

FARKLI BİR GELECEK
TASAVVUR EDEMİYORUZ

Günümüzde dayatılmış tarihsel suskunluklar sebebiyle, İslam, mutlak bir meşrulaştırma sistemi olmaktan çıkarılmış, tarihsel bir araştırma nesnesi haline getirilmiştir. Bugünün dünyasında, İslam dünyası toplumlarında da, ulusalcılık önemli bir meşruiyet kaynağı haline getirildiği için, bütün halklar evrensel değerlere, Müslümanlar da ümmet değerlerine büyük ölçüde yabancılaşıyor. Modernitenin büyülü ideolojik anlatıları, ideolojik evrenselciliği çöküyor. İnsani anlamlar dünyasına yabancılaşan bütün kültürler/toplumlar bir güven bunalımı ile karşı karşıya bulunurken, saygınlıklarını da kaybediyor. Ortak ahlaki değerlerin/ilkelerin çöküşü sebebiyle, her ülke, her toplum, her alanda haksız avantajlar/çıkarlar sağlamaya çalışıyor.

İslam dünyası toplumlarında, halklar statüko ile, gelenek ya da görenekle bütünleştikleri için, statükoya istikrar kazandırdıkları ve meşrulaştırdıkları için, farklı bir hayat, toplum, tarih ve gelecek tasavvur edemiyor. Bu nedenledir ki, günümüzde Müslümanlar, İslam’ın bütüncül bir meşrulaştırma sistemi olarak tarihe taşınmasına ihtiyaç duymuyor. Toplumlar, halklar, yerleşik sınırlarla, çerçevelerle bütünleştikleri için, değişime ve dönüşüme şüpheyle bakıyor. Yeni, farklı, özgün, bağımsız bir gelecek imkânı-tasavvuru ancak eleştiriyle mümkün olabilir. Eleştiriye hayat hakkı tanımayan toplumlarda, istilacı bir dil/söylem/kültür, işgal ve istila hareketlerini rahatlıkla ve derinleştirerek sürdürebiliyor. Eleştiriye hayat hakkı tanımayan kültürlerde, şeyleri başka türlü görmek, alışılagelen sınırların dışına çıkmak ve sessizliği kırmak mümkün olmuyor. Hangi gerekçeye dayanarak gerçekleştiriliyor olursa olsun, ulus-devlet çıkarlarının ve ulusalcılığın Müslümanlara dayatılıyor oluşu, İslami ortak dili/düşünceyi/kültürü kaybetme tehdidi ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. İslami ortak dilin/düşüncenin/kültürün kaybı, Müslümanlararası iletişim imkanlarının da kaybı anlamına gelir.

Atasoy Müftüoğlu
#Atasoy Müftüoğlu
#Müslüman
#Eleştiri
7 yıl önce