|

Deizm mi sekülerleşme mi?

Dindar kesimin refah seviyesinin artması, sosyal olanaklar, güzel ve pahalı eve, arabalara ve yaşama kavuşmaları, konforun onları esir almasına yol açtı. Radikal eğilimler yerini komformizme bıraktı. Bu dönemde dindar kesim arasında sekülerleşme eğilimleri arttı. Burada sekülerleşmeden kastımız din ve dünya hayatının ayrılması, sosyal hayatın kompartımanlara bölünmesidir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 10/06/2018 Pazar
Güncelleme: 03:02 - 10/06/2018 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Dr. Öğretim Üyesi Ümmet Erkan – Bartın Üniversitesi

Son dönemde medyada hararetle tartışılan konulardan biri gençler arasında yaygınlaştığı iddia edilen deizm tartışması oldu. Bu tartışmaya İngiliz yayın kuruluşu BBC de büyük bir iştiyakla katıldı. Ateist, deist akımların imam, müezzin, ilahiyat fakültesi ve imam hatip liseli gençler arasında yaygınlaştığı haberleri yapılmaya başlandı. Bu tartışmaya Diyanet İşleri Başkanlığı da katıldı. Peki, gerçekte ne oluyor? Dindar gençler deizm me kayıyor? Ateizm dindar gençler arasında yaygınlaşıyor mu?

MAK araştırma kuruluşunun 2017 Haziran ayında yapmış olduğu bir araştırmaya göre Türkiye’de herhangi bir dine inanmayanların yani ateistlerin oranı yüzde 4. Deistim diyenlerin oranı ise yüzde 6. Yüzde 86’sı ise Allah’a inandığını belirtmiş. Uluslararası bir araştırma kuruluşunun yapmış olduğu bir ankette ise ülkemizde dindar olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 79. Ateist olduğu yanıtını verenler ise yüzde 2. Bu oran dünya ortalaması olan yüzde 11’in epey altında.

MAK araştırma şirketin Türkiye’de bireylerin dini hangi kaynaklardan, nasıl öğrendikleri konusunda da sorular sormuş. İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i hiç okuyup okumadıkları sorusuna ankete katılanların yüzde 60’ı okumadıkları yanıtını vermiş. Sadece yüzde 17’si Kur’an mealini okuduklarını belirtmiş. Yüzde 23 ise görüş belirtmemiş. “Peygamberimiz’in hayatını okudunuz mu?” sorusuna ise yüzde 23 Evet derken yüzde 65 Hayır yanıtını vermiş. Yine ankete katılanların sadece yüzde 13’ü düzenli olarak namaz kıldığını belirtmiş.

MAK araştırma kuruluşunun ortaya koymuş olduğu veriler gençler arasında din algısı ve dinin anlaşılması konusunda ciddi sorunlar olduğunu gösteriyor. Son dönemde dile getirilmekte olan “Türkiye toplumu dindarlaşıyor” algısının gerçeği yansıtmadığını tam aksine Türkiye’de dini kaynağından öğrenme, araştırma ve doğru yorumlama konusunda ciddi bir eksiklik olduğunu ortaya koyuyor. Din eğitimi zorunlu olmasına rağmen din hakkındaki bilgi eksiklikleri bu dersin içeriğini tam olarak yerine getiremediği, seçmeli konulan Kur’an-ı Kerim, Siyer, Temel Dini Bilgiler gibi derslerin henüz istenilen düzeyde sonuç vermediğini gösteriyor. Ankete katılanların yüzde 45’i dini bilgileri internetten öğrendiğini belirtmiş. Medya, internet ve sosyal medyada bazen mizansen haline getirilen tartışmaların gençlerin dine karşı tutumlarını etkilediği görülüyor. En azından dinin ve dindarlığın lümpen diyalektiklere meze edildiğini ve gençlerde kafa karışıklığı yarattığını gösteriyor.

İNTERNET KUŞAĞI VE ZİHİNSEL DEZENFORMASYON

Din ve dindarlık konusunda doğru kaynaklardan beslenemeyen gençlerde deizmden ziyade hedonizm yaygınlaşıyor. Milenyum kuşağı veya Z kuşağı denilen bu yeni jenerasyon da bireyselleşme, bencillik, hedonizm yüksek düzeylere ulaşmış durumda. Bu yeni kuşağın internet kuşağı olması ve bilgi kaynağı olarak internet ve sosyal medyayı kullanması zihinsel dezenformasyona açık hale gelmelerine yol açıyor. Asıl bilgi kaynağı olan kitaplardan uzaklaşan, blog, sosyal medya, Wikipedia gibi güvenilir olmayan, filtre edilmemiş bilgilerle muhatap olan bu Z kuşağı kolayca kendi kültürel bağlamından kopabilmektedir. Elbette bunda küresel kapitalizmin 1990 sonrasında eser miktarda etkileri, küresel tüketim ve eğlence şirketlerinin bireylerin arzularını denetim altına alması ve zihin manipülasyonuna yönelmesi, kendi yaşam biçimi ve alışkanlıklarını görselleştirmesi gençlerde artan miktarda yabancılaşma, gelenekten kopma ve makyevalist ve oportünist eğilimlerin artmasına yol açmaktadır. Hollywood sineması, uluslararası müzik kartelleri, tüketim ve eğlence biçimleri bu milenyum kuşağını hedef kitle olarak seçmiştir.

İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri ailelerinin çocuklarının öncelikle ahlaklı, dindar yetişsin ama aynı zamanda belirli alanlarda da profesyonel yönelimlere/mesleklere sahip olsunlar diye çocuklarını göndermiş olduğu okullardır. Aileler, bu okullardan gençlere milli ve manevi bir fikir aşılamasını beklemektedir. Fakat unutulan nokta eğitimin bir bütün olduğudur. Eğitim ailede başlar, okulda sürer ve sosyal çevrede biçimlenir. Aile, okul, sokak, akran grupları, medya hepsi aynı amaca yönelmezse hedeflere uygun bir sonuç alınamaz. Zaten çok boyutlu ve çok farklı etkilere açık olan insan bilinci ve kimliğinin sadece belirli uyaranlar tarafından biçimlendirilmeye çalışılması ne akla ne de bilime uygun olur. Dindar ailelerin eğitimi bütünüyle okullara veya cemaatlere bırakması bir tür modern alışkanlıktır. Modern hayatın insan yaşamını kompakt olmayan modüllere bölmesi ve eğitim, tüketim gibi alanları profesyonel mesleklere havale etmiş olması, dindar ailelerde din eğitiminin salt okul veya cemaatlerin işi olduğu sonucuna ulaşmalarına neden olmuştur.

İnsan hayatı bir bütündür. Aynı çevreye muhatap olan, aynı sitcomlar ve aynı filmleri izleyen, aynı müziği dinleyip, aynı kafeye giden gençlerden bazılarının (veya tümünün) dindar, milli ve kültürel bağlama sahip olması istenmektedir. Fakat ne yazık ki uyaranlar aynı kaldığı müddetçe sonuçlar yani ürünler de aynı çıkacaktır. Kendi müziğimiz, kendi sinemamız, kendi eğitim metodumuz, kendi tarihimiz, felsefemiz, sosyoloji ve sosyal bilimlerimiz olmadığı, tarihe kendi medeniyet perspektifimizden bakmadığımız sürece ortaya çıkacak ürünler bir tür Mankurt olma potansiyeli olan bireyler olacaktır.

MODERNİTENİN İSLAMİLEŞTİRİLMESİ

Türkiye’de ortaya çıkan durum bizce sekülerleşmedir. 1990’lar Türkiye’de dindarlığın hem uyandığı hem de baskı altında tutulduğu bir dönemdi. Baskı, kimliklerin statikleşmesini sağlar. İnsanlar daha güçlü bir dirençle kendi kimliklerine sarılırlar. Fakat olağan dönemlerde baskı azalınca nesnel gerçekler baskın gelir. 2000’lerden sonra – özellikle AK Parti döneminde- dindar kesim üzerindeki baskının büyük ölçüde hafiflemesi, sosyal yaşamın olağan mecrasında akmasına yol açtı. Dindar kesimin refah seviyesinin artması, sosyal olanaklar, güzel ve pahalı evlere, arabalara ve yaşama kavuşmaları, konforun onları esir almasına yol açtı. Radikal eğilimler yerini komformizme bıraktı. Bu dönemde dindar kesim arasında sekülerleşme eğilimleri arttı. Burada sekülerleşmeden kastımız din ve dünya hayatının ayrılması, sosyal hayatın kompartımanlara bölünmesidir. Yani bugünün dindarları camide inançlı fakat iş yerinde, okulda, özel hayatında laik bir yaşam sürebilmektedir. İş hayatına, alışverişine, sermaye çarklarına inancını dâhil etmemekte fakat ailesinden dindarca bir yaşam beklemektedir. Bir zamanlar sembol olduğu iddia edilen başörtü bugün bir aksesuara dönüşmüş, moda tarafından teslim alınmıştır. Sosyal hayatta başörtü takan ve takmayanlar aynı tüketim alışkanlıkları ve aynı yaşam biçiminin hatta aynı modanın müdavimi olmuştur. Kendi yaşam biçimini geliştiremeyen dindar kesim kolanın İslamisini çıkarmaya çalışmakta, denize girmek için haşemalar üretmektedir. En başta bu yaşam biçiminin bize ait olmadığı sorgulanmamaktadır. Yani yapılmakta olan sadece modern hayata İslami soslar eklenmesi ve modernitenin İslamileştirilmesidir.

Bu durum sadece başörtülü kızlarda değil dindar ailelerin erkek çocuklarında da görülmektedir. Kız erkek ilişkileri olağanlaşmış, flört normalleşmiştir. Aileler çocuklarına söz geçiremez olmuştur. En zoru da gençlerin bu durumu kabullenmiş olması, onlara karşı tepki gösteren ailelerin tepkilerini anlamsız bulmalarıdır. Bu noktada artık gençlerin yaşadıkları sosyal ortama uyum sağladıkları, aynı kanallardan beslendikleri için laik kesimle aralarındaki farkların hızla eridiğidir. Özellikle üniversite eğitim sürecinde öğrenciler ailelerinden ayrı olarak farklı şehirlerde, sosyal denetimden uzak, serbestçe hareket etmektedir. Bunun sonucunda üniversitelerin kurulduğu şehirlerin kız erkek ilişki biçimlerinde de değişmeler yaşanmıştır. Bir eğitim kurumu olması beklenen üniversiteler bugün eğitimden daha fazla sosyalleşme, arkadaş edinme, flört ve sevgili edinme mekânlarına dönüşmüştür. Ailelerin kontrolü ve haberi olmadan gelişen bu yeni sosyal hayat hem gençlere hem de şehirlere zarar vermeye başlamıştır.

Yani özetle aslında dindar kesim arasında deizmden ziyade sekülarizm gelişmektedir. İnsan yaşamının bir bütün olduğu unutulmamalıdır. Bugün sadece ülkemiz değil bütün dünyada gençler Batı uygarlığının kültürel baskısı altındadır. Bu baskıdan sıyrılabilmek için kendi medeniyet eksenimizden yola çıkarak kendi müziğimizi, kendi edebiyatımızı, sanat ve mimarimizi, kendi bilim ve terbiye metotlarını geliştirmemiz gerekir. Dışarıda insana haz veren ve insan nefsini okşayan bir dünya vardır. İman ve inanç ağır bir sorumluluktur. Eğer biz bunu yenebilmek için gençlerimize bilinç, erdem, sorumluluk, adalet gibi değerleri yükleyemezsek çok uzun olmayan yıllar sonra kendimize ait birçok şeyi kaybetmiş bir Türk toplumu ile karşı karşıya kalırız.

#Deizm
#Sekülerizm
6 yıl önce