|

Devleti düşünmek; en eski, yeni uğraşımız...

Devlet dediğimiz büyük yapı, ait olduğu milletin kültür ve iradesini dikkate alacak tarzda icra-ı faaliyet etmek zorundadır. Bu denklemde siyaset ve idare, mahiyet itibariyle farklı tarafları değil aynı tarafın farklı yüzlerini teşkil ederler. Demokrasi, bu aynîliği zarurî hâle getiren ve güçlendiren şeydir. Zira devletler milletlerin kendilerini ifade tarzından başka bir şey değildir.

Haber Merkezi
04:00 - 14/08/2018 Salı
Güncelleme: 04:45 - 14/08/2018 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Cengiz Aydoğdu • Aksaray Milletvekili / Vali

16 Nisan Anayasa değişikliklerinin hayata geçtiği şu günlerde “devlet” kavramının muhteva ve şümulü üzerine yeniden düşünmek ülkemiz açısından çok zarurî bir uğraş olarak ortaya çıktı. Devlet teşkilatımız, yeni yönetim sisteminin gereklerine göre yeniden yapılandırılırken gözlerden ırak tutmamamız gereken şeyin “temeller” olacağı çok açıktır. Evet temeller, her açıdan temeller; tarihî, idarî, siyasî, iktisadî ve irfanî… Kuruluş temelleri, fikri, felsefi inşa temelleri, devleti idrak ve ilkelerini icra temelleri, vs. Yani devlet üzerine fikir arayışları..

Bu yazıda devlet ve devletin işlevleri konusuna farklı yaklaşımları arayacağız.

“Devlet” dediğimiz sosyal varlık, bir şekilde oluştuğu varsayılan toplumsal bir mutabakatın üzerine inşa edilen bir “tasavvur”dan ibarettir. Bu inşa ameliyesi mütemadiyen güncellenerek devam eder. Zaten “devlet” kelimesinin sözlük anlamı itibariyle de devreden, elden ele geçen gücün ve adaletin tedavülde olması, deveran etmesi gibi bir karşılığının olması manidardır. “Mahkeme kadıya mülk değildir” sözü bu devlet anlayışının halk irfanındaki en güzel ifadesidir. Bu tedavül esnasında devlet kurumunun inşası da devredildiği ellerin irfan, iman ve hamle kabiliyetlerine göre gelişim ve elbette farklılıklar gösterir.

DEVAMLI YENİLENEN BİR TASARI

Bizim tarihimizde devlet, mütemadiyen inşa edilen ve batıdan farklı olarak inşa sürecine milletin de iştirak ettiği ortak bir tasavvurdur. Batı kültüründe “devlet” karşılığı kullanılan “state” kelimesi, “statüs”den gelir ve sabit bir “statüko”yu ifade eder. Batı’da devlet sürecine halkın intikali için yakın çağları beklemek gerekmiştir.

Ama her iki halde de yani hem Doğu hem Batı’da devlet, devamlı olarak yenilenen bir tasarıdan ibarettir. Bu tasarının ne ve nasıl olduğu bir yana, hayata geçmesinde ortaya çıkabilecek müşküller, “devlet meselesi”nin özünü teşkil eder.

Devletin siyasî gücün kurumlaşması anlamıyla evrensel bir nitelik taşıdığını göz önüne alarak tarihin ilk dönemlerinden beri toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu inkâr edemeyiz. Fakat bu siyasî gücün mahiyeti, fonksiyonları, yapılanma biçimleri ve ahlâkî sınırları devlet tasavvurunun hayata geçmesinin en temel unsurlarıdır ve bu unsurlar, kültürel zeminin özellikleriyle bağlantılıdır.

Devlet tasavvurunu inşa eden mücerret doğrularda ittifak başlangıçta çok kolaydır. Çünkü bu ilkelerin pek çoğu hatta bir mutabakata bile ihtiyaç duyulmayacak kadar doğru kabul edilen şeylerdir. Ancak icranın detaylarında siyasi doğruların nasıl tatbik edileceği, bu doğruların icraat seviyesinde halka nasıl intikal ettirileceği konusunda ittifak bozulur. Üzerinde mutabık kalınan hususların devletin kılcal damarlarında nasıl dolaştırılacağı sorusu, siyasetin ve idarenin başlangıcından beri cevabını aradığı meseledir.


KANUNLARIN NİTELİĞİ

İşin esası, başlangıçta ittifak edilen bu soyut ilkelerin içtimai hayatta nasıl tatbik edileceği konusundaki ihtilaflar, demokrasilerde siyasi partilerin varlığının da bir izahı olabilir. Kanun dediğimiz şey, biraz da bu “nasıl” sorusunun cevabı olarak ve başlangıç ilkeleriyle yapılır. Ancak kanunlar, asıl tesirini hatta asıl rengini devlet ricalinin icra tarzında bulur. O kadar ki bazen yasamanın yaptığı ile yürütmenin uyguladığı kanun aynı kanun muydu diye tereddüte düşebiliriz. Çünkü icraat esnasında kanun yapma sürecindeki niyetlere ve gerekçelerine taban tabana zıt, icra sonuçları itibariyle, başlangıçta hiç hesap edilemeyen neticelerin ve belki de gailelerin ortaya çıkmasına şahit olabiliriz.

Kanunun asıl niteliği devlet görevlilerinin bu neticeleri nasıl karşıladığı ve gaileleri nasıl aştığıyla belli olur. Kanunun yasal kalitesi elbette her zaman önemlidir ancak kanun, asıl değerini ve niteliğini uygulayıcının niyet ve kabiliyetinde bulur. Bu itibarla, sadece siyasi partilerin varlık sebeplerinin hayat bulduğu toplumsal siyaset kamuoyunda değil devletin icraî iç kamuoyunda da, başlangıçta ittifak edilen devlet hikmetleri her zaman ihtilaf mevzuu olabilir. İdarenin işleyişinde rastlanabilecek bu türden meselelerin hâl yolu, “devlet geleneği”, “devlet şuuru” gibi kavramların da neşet ettiği milli kültür ve irfan sahasında aranmalıdır.

MİLLETİN KENDİNİ İFADE TARZI

Esasen iş bu noktaya geldiğinde, temel soru şudur: Ülkeler, örfî, irfanî ve kültürel birikimlerini idarede nasıl faal hâle getirebilirler? Çünkü devlet hayatında ortaya çıkabilecek söz konusu ihtilafların tartışma ve mutabakat zemini, devlet telâkkisini de mündemiç olan milli ve maşerî vicdandan başka bir yerde değildir. Bu itibarla devlet dediğimiz büyük yapı, ait olduğu milletin kültür ve iradesini dikkate alacak tarzda icra-ı faaliyet etmek zorundadır. Bu denklemde siyaset ve idare, mahiyet itibariyle farklı tarafları değil aynı tarafın farklı yüzlerini teşkil ederler. Demokrasi, bu aynîliği zarurî hâle getiren ve güçlendiren şeydir. Zira devletler milletlerin kendilerini ifade tarzından başka bir şey değildir. Milletler kendilerini sanat ve edebiyattan mimariye kadar pek çok yollarla ifade ederler. Bu ifade yollarının en mütekâmil şekli, devlet kurmaktır.

Unutulmamalı ki buradaki “ifade”nin birinci şartı, ifade edilecek “özne”ye veya o özneyi var eden “kökler”e bağlılık ise ikinci şartı da özgürlüktür. Yani milletlerin kültür ve irfanına vakıf, o gelenekten beslenen bir hamle gücü ve irade ile tam serbestiyet, yani bütün çağrışımları ile özgürlük. Devlet söz konusu olduğunda özgürlüğün iklimi, bugün için demokrasi olarak gözükmektedir. Bu çok çetrefilli bir meseledir. Zira, özgürlüğün devlet hayatında ve genel olarak kamusal alanda hayata geçmesi kağıt üzerinde göründüğü kadar sâde ve basit değildir. Bu zorluğun bir gereği olarak işte tam bu noktada her ülke kendi aydın, mütefekkir, bürokrat ve siyasetçisinin vasfını, muhtevasını ve elbette vazifesini tespit edip gerekirse hatırlatmak zorundadır. Çünkü aydın, mütefekkir, bürokrat ve siyasetçi milli birikimin temsilcisi olmak mesûliyeti ve mecburiyetindedir ve sırf bu yüzden her kademede haddi bildirilmesi gereken bir zümredir.

Kadim devlet telakkimiz hilafına Cumhuriyet Türkiye’si, maalesef bu anlayışın biraz uzağında yaşadı. Türk idari yapısının siyasî tarafı ve Türk siyasetinin idarî kadro endişesi (henüz) tam anlamı ile giderilemedi.

‘DİN Ü DEVLET VE MÜLK Ü MİLLET’

Bugün için siyaset, kendi inşa ettiği bir bürokratik kadro arayışı içindedir. Ortada görünen sadece devletin tarihî geleneğinden gelen bürokratik kadrodur. Bu kadro, elbette siyasetin de kadrosudur ama Batı demokrasilerinde olduğu gibi siyaset tarafından oluşturulan bir zümre değildir. Demokrasiye geçtiğimiz tarihten bu yana, siyasi seçkinler kendilerini devlete ait “idari seçkin” arasında saydırma gayreti içindeler. Oysaki bunun yerine, kendilerini “milletin nazarında devlete ehliyetli” saydırıp, milli iradenin devleti de kapsayan bir gerçek olarak inşasına çalışsalardı belki siyasetin inşa ettiği ve milletin resmî kabul ettiği bir idarî görevliler kadrosuna sahip olabilecektik.

Öte yandan ülkemizde devlete bakış, bütün sosyal kesimler açısından ciddi sakatlıklarla malûliyetini devam ettiriyor. Tarihimizden gelen bakış açısında “din ü devlet” ekseninde dinin muhafazası ile devletin muhafazası kültürel olarak birbirinden ayrılamaz şeylerdi. Cumhuriyet dönemindeki laiklik uygulamaları, zannedilenin aksine bu bakış açısını değiştiremedi ama değiştirdim zannıyla ortaya hiçbir sosyal kesimin kabul edemeyeceği “ucube” bir devlet anlayışı çıkardı. Bu ucube devlet telakkisine muhalefet de maalesef bir çok sakatlılarla malül, kerameti kendinden menkul aslında düpedüz “jakoben”, sözde demokrat ama oldukça militan bir tavra hapsoldu.

Cumhuriyet dönemi nobran sekülerliğine rağmen hâlâ en laikimiz için bile devlet, biraz kutsal bir şeydir. Oysa ki devlet, insanlardan bağımsız soyut bir hükmî şahsiyet değil, aramızda cereyan eden bir ilişkiler manzumesinden ibarettir. Elbette devletin hükmi şahsiyet ifade eden kurum ve kuruluşları vardır ancak devlet, içinde halkın da olduğu pek çok başka unsurun ortak adıdır. Klasik siyaset felsefesi, devleti tanımlarken insan unsurunu yani halkı da kurucu unsurlar sayar. Toprak, insan, hakimiyet yani güç devletin üç temel unsuru olarak tespit edilir. Belki bu tarafıyla “din ü devlet ve mülk ü millet” ifadesindeki devlet anlayışı, devleti en çok izah eden bakış açısıdır.

#Devlet
#Türkiye
6 yıl önce