|

Doğu’nun melikeleri

Bir hikâyede böylesine güçlü bir şahsiyet, bir kadın karakter için alışılmamış bir durumdur. Onlar hep güzellikleri, cazibeleri ve kadınsı yanlarıyla öne çıkarlar. Oysa Kaydafa, İskendernâme’de tamamen kişiliğiyle ön plana çıkmıştır. O, bir yanıyla güçlü bir hükümdar; diğer yanıyla merhametli, duygusal ve anaç bir bilgedir.

Yeni Şafak
04:00 - 24/02/2017 Friday
Güncelleme: 06:26 - 24/02/2017 Friday
Yeni Şafak
Doğu’nun melikeleri
Doğu’nun melikeleri
MELİKE GÖKCAN


Beylikler döneminde Germiyan sahasında yetişmiş bir âlim şair, Ahmedî. Moğolların yakıp yıktığı, haçlıların geçip gittiği; hem gecenin en karanlığına hem de gün doğumuna şâhitlik etmiş bir bilge. 14. yüzyılın o kaotik ortamında, çöken bir devletin tozu dumanı savrulur ve Selçuklu'nun küllerinden Osmanoğulları doğarken devletlerin ve insanların kaderini Büyük İskender üzerinden anlatan bir hikâyeci.



“İskendernâme”, Doğu edebiyatlarında çok sevilen bir destandır. Tarihi kişiliğiyle dini-efsanevi kişiliği birbirine karıştırılan Büyük İskender'le Kehf sûresinde anılan Zülkarneyn'in tabir caizse, karışımından doğan hikâye kahramanı, onu anlatan eserlerde ideal hükümdar modelidir, aynı zamanda.Hikâye kurgusuna yedirilen din, tasavvuf, ahlâk, felsefe, coğrafya, astronomi, fen bilimleri, tıp, siyaset gibi pek çok ansiklopedik bilginin zenginleştirdiği eserde, aynı zamanda Osmanoğulları zamanına değin gelmiş geçmiş tüm devletler ve insanlık tarihi panoramik olarak aktarılmıştır. Bu tarih silsilesi içinde gerçek ve efsanevi kahramanlar, tarihin bir dönemine damgasını vurmuş büyük hükümdar ve komutanlar adeta bir resmi geçit yaparlar.



BÜYÜK İSKENDER'E KARŞI DURAN KADIN SULTAN


Dünya, devletler ve hükümdarlar tarihine yöneltilmiş bu dikkat içerisinde efsanevi kahraman İskender, Kuran'daki Zülkarneyn kıssasıyla ilişkilendirildiği için sadece güç ve iktidarın değil, aynı zamanda yeryüzünde adaletin, hakkaniyetin ve tevhid mücadelesinin temsilcisi gibi görünmektedir. Dolayısıyla mesnevide İskender, “ideal hükümdar”; onun kurduğu devlet, “ideal devlet” modelidir.



Ahmedi'nin “İskendernâme”sinde iki İskender'in varlığından söz edilir. Her ikisi de cihan hâkimidir. Mesnevide, aslında Zülkarneyn unvanlı İskender'in hikâyesi anlatılmaktadır. Ancak, iki kahramanın kimlikleri ve kişilikleri birbirine karışmış durumdadır. Mesnevide hikâye edilen kahraman, Makedonyalı Feylekus'un (Filip) oğludur. Bu, tarihi bir kişilik olan Büyük İskender'in künyesidir. Pagan Helen kültüründe doğan ve dünyayı fetheden İskender. Oysa Doğu hikâyelerinde hep olduğu gibi Ahmedî'nin eserinde anlatılan İskender, yeryüzünde Allah'ın bir halifesi gibi hareket eden bir mümindir. Dört büyük hocası, Aristo, Hipokrat, Sokrat, Platon ona yol gösterir. Bu büyük üstadların yanı sıra Hızır da yanından eksik olmaz ve ona geleceğe dair bilgiler verir, çeşitli hikmetler öğretir. Hikâyenin sonunda İskender'in yolu eski zamanlarda yaşamış olan Büyük İskender'in kabrine düşer, onun kendisine bıraktığı mesajı alır.



Hikâyede, adeta ilahi bir misyonu taşıyan, bu yüzden de dünyanın kaderini değiştiren İskender'in dünyayı baştan aşağı fethetme ülküsü onu diğer yönetim biçimleriyle karşı karşıya getirir. İskender, gücü, adaleti, hakkaniyeti temsil ederken karşı güç durumunda olan diğer sultanlar İskender'in özelliklerinin tam zıddını gösterirler. Buna göre efsanevi İran sultanı Dara'dan (Darius) itibaren Doğu'nun ve Batı'nın, İran'ın ve Turan'ın tüm sultanları güçlü, diktatör, zalim ve davranışlarında keyfidirler; inanç sistemi olarak da putperestliği benimsemişlerdir. Tüm bu iktidar ve hakkaniyet mücadelesi içinde ayrıcalıklı bir yeri olan tek bir kişilik vardır: Kadın hükümdar Kaydafa. Magrip Sultanı Kaydafa, karakteri, basireti, akıl ve vicdani hasletleriyle İskender'in rakibi olan tüm sultanlardan farklı bir görünüm arz etmektedir. Dünyayı baştanbaşa geçip giden Büyük İskender'in karşısında kendi halinde, küçük bir ülke ve bir hanım sultan. İskender'e karşı duran ve hatta onu alt eden kadın: Melike Kaydafa.



DOĞU'NUN FARKLI HÜKÜMDARI


Ahmedî'nin eserinde üç kadın hükümdarın adı geçmektedir. Her üçü de iktidarlarında başarılı, güçlü, adil yöneticiler olarak dikkat çekici vasıflara sahiptir. Bu, kadın aklının ve iradesinin yetersiz olduğuna dair o döneme ait tüm yargılara aykırıdır. Ahmedî, kadın hükümdarları anlatırken bazı vesilelerle söz konusu kanaate değinir ve kendisinin bu konudaki düşüncelerini belirtir. Ahmedî, tarihte devletlerini insaf ve adaletle yürüten güçlü kadın hükümdarlar tanımıştır. Sadece kadın olmaları sebebiyle liyakatsiz sayılmalarını kabullenmez. Ancak, anlatılan hükümdarlardan birinin bir yerde zaaf gösterdiğini tespit ettiğinde zayıflığın kadınsı bir özellik olduğunu belirtir.



Mesnevide anlatılan kadın sultanlardan yalnız Kaydafa İskenderin çağdaşı ve rakibidir. Diğer iki Sultan'dan biri olan Bahmen'in kızı Hümay, İskender'in kendisinden önce gelen hükümdarların ahvaline dair Aristo'ya yönelttiği sorunun karşılığı olarak anlatılan İran'ın efsanevi hükümdarları tarihi içinde zikredilir. Hümay, Behmen'in oğlu Dârâ büyüyüp olgunlaşıncaya kadar tahtta kalmış ve bu süre içinde ülkesini başarıyla yönetmiştir. Diğer kadın hükümdar Cengiz soyundandır.



Kendisinden önceki hükümdarların tarihini öğrenen İskender, bu kez kendisinden sonra dünyayı kimlerin idare ettiğini merak eder. Dünya tarihini anlatan Aristo geleceğe dair bilginin sahibi olarak Hızır'ı gösterir. Hızır, Hz. Muhammed'e gelinceye kadar olan İran saltanatını özetledikten sonra Hz. Peygamberden sonraki zamanlarda zuhur eden Cengiz Han'ı ve Moğol devletinin tarihini anlatır. Bu bölümde Cengiz soyundan gelen Hudabende Muhammed Han kızı Olcaytu ve saltanatı da konu edilir. Şaire göre, Olcaytu, siyasetnâmelerde çizilen ideal hükümdarın sahip olduğu vasıflarla, akıl, adalet, cömertlik ve din gücüyle donanmış yetkin bir sultandır. Yetki ve otoritenin bir kadına yakışmayacağını düşünen dönemin zihniyetine cevaben üstünlüğün cinsiyette değil insanın sahip olduğu donanımda olduğunu şöyle vurgular: “Gerçi kadındı ama üstün görüşlü, işi düzgün biriydi. Her işte başarılı olur, padişahlığı hakkıyla ifâ ederdi. Nice kadın vardır ki erkekten üstündür. Kadından beceriksiz erkeklerin de olduğu gibi. Zaten erlik dediğin akıl, din ve cömertlikten ibarettir. Kimde bu üç vasıf varsa “er” kişi odur.”







İskendername'deki kadın hükümdar tiplerinin üçüncüsü, hikâyede İskender'i gerçek anlamda mağlup edebilen tek kahraman olan Kraliçe Kaydafa'dır. Kaydafa, aynı zamanda, bir katalizör gibi İskender'e biçilen “akıl”, “itidal”, “adalet”, “hakkaniyet” rolleriyle arasını açar. İskender, zâlim, cahil, putperestlerle mücadele etmiş onları yenerek, dünyayı baştanbaşa fethetmiştir. Oysa Kaydafa, bu olumsuz düşman modellerine hiç uymamaktadır. O, İskender'in dünyayı ele geçirme hareketinin meşruiyetini yıkar. Çünkü bu kadın hükümdar, kendi sınırlarını çok iyi çizen, rakibini hakkaniyetle değerlendirebilen, dünyaya dair bilgece bir tutum geliştirmiş; aynı zamanda, tarihi ve güncel siyasi gelişmeleri gerçekçi olarak görebilen güçlü bir yöneticidir.



Bir hikâyede böylesine güçlü bir şahsiyet, bir kadın karakter için alışılmamış bir durumdur. Geleneksel olarak mesnevilerde kadın kahramanlar büyük maşukalardır. Onlar hep güzellikleri, cazibeleri ve kadınsı yanlarıyla öne çıkarlar. Oysa Kaydafa, İskendernâme'de tamamen kişiliğiyle ön plana çıkmıştır. O, bir yanıyla güçlü bir hükümdar; diğer yanıyla merhametli, duygusal ve anaçtır. Allah inancına sahip bu hanım hükümdar, dünyanın ve tüm dünyevi iktidarların faniliği konusunda İskender'i bile uyaracak kadar da bilgedir.



Melike Kaydafa, İskendernâme'de refah içinde yaşayan ve adaletle hükmedilen büyük ve mutlu bir ülkenin hükümdarıdır. Hikâyeye göre, uzun seferlerden sonra Mısır'a yerleşip İskenderiye'yi kuran ve dünyanın büyük bir kısmını elinde tutan İskender'e dair haberler ona kadar ulaşır. Kaydafa, adı dillerde efsane olan İskender'in bir gün karşısına çıkacağını sezerek önceden tanımak ister. Bir Çinli nakkaşı Mısır'a gönderip İskender'in gerçeğe çok yakın bir resmini yaptırır. Gelen resme bakarak da İskender'in karakterine ve gücüne dair yorumlar yapar, onu ölçüp tartar. Karşısındaki yüzün çizgilerinde İlahi takdirin bir tecellisi olarak dünyaya hükmedecek bir iradeyi görür. Henüz karşılaşmadığı halde kendisi için tehdit olabilecek bir durumu akıl ve sağduyuyla çok önceden fark eder. Ahmedî'nin aynı zamanda bir siyasetnâme örneği olan eserinde ideal hükümdara yakıştırdığı bu feraset, İskender'de de mevcuttur. O da aynı şekilde sadece çağdaşlarını değil, gelmiş geçmiş tüm sultanları soruşturmakta, yanından hiç ayırmadığı dört bilgin, Aristo, Platon, Hipokrat ve Sokrat'la istişare etmektedir.



ALTIN HIRSI


Hikâyenin devamında İskender'e de bir zaman sonra Mağrip sultanı hakkında haberler ulaşır. Kaydafa, İskender'in meclisinde güzelliği, aklı, olgunluğu ve gücüyle anılır. Yönetimi altındaki toprakların bolluğu bereketi övülür. Bir kadının böylesi zengin bir ülkenin başında olmasını kabullenecek değildir. Vakit kaybetmeden Kaydafa'ya elçi gönderip kendisine tâbi olmasını, haraç ve vergi ödemesini ister. Üstelik de suret-i hakdan görünüp “bu zamanın Zülkarneyn'i benim, sana da itaat etmek düşer”, diyerek. Kaydafa, kendi elçileriyle İskender'e oldukça düşündürücü bir cevap yollar. Ona, “dünyaya hâkim olduysan anlamış olmalısın ki, dünyanın kararı yoktur, kimseye yar olmaz” der.



Bu sözler İskender'i Kaydafa'nın ülkesini ele geçirme arzusundan caydırmaz, elbette. Çağın en güçlü ordusu emrindedir ne de olsa. Yolundaki ilk güçlü hisar, kızını Kaydafa'nın oğlu Kanderuş'a veren hükümdar Varka'ya aittir. İskender onu kolaylıkla alt eder. Yoluna devam eden İskender, Kanderuş'u da ele geçirir. Kaydafa'nın başkentine ulaşması ona göre işten bile değildir. Ancak, İskender içten içe bu dirayetli güçlü kadını merak etmekte, bir hükümdar olarak duruşunu, işleri idaresini yakından görmek istemektedir. Bu sebeple bir sahne planlar. Veziriyle yer değiştirir. Vezir, hükümdar gibi davranarak Kanderuş'u idama mahkûm ettirirken İskender de sultanın nezdinde itibarı olan birisi rolünde Kanderuş'un kendisine bağışlanmasını diler. Genç ve tecrübesiz şehzadeyi kandırması hiç de zor olmaz. Delikanlıya, İskender'in elinden canını kurtarmış olsa bile annesinin ülkesine varıncaya dek güvende olamayacağını, çünkü her yerin İskender'in adamlarıyla dolu olduğunu söyleyerek yol boyunca onu koruma görevini üstlenir. Kaydafa, oğlunu yolda karşılar ve başından geçenleri ondan dinler.



Kaydafa, oğlunun kurtarıcısı olarak karşısına çıkan İskender'i ilk bakışta tanıyamaz. Ancak, onda bir padişahın kendine has duruşunu ve yüz ifadesinde güçlü bir hükümdarın çizgilerini görür. Kaydafa, hislerini açığa vurmaz, önce Allah'a şükredip sonra bu meçhul kurtarıcıya minnetini bildirir. Hep birlikte saraya vardıklarında ise ilk işi sakladığı resmi bulup çıkarmak olur. Tasvire bakarak İskender'i teşhis eder. Bununla beraber, kılık değiştirmiş İskender'i büyük bir şölenle ağırlar. Onu konuşturur, dinler, tartar. Sohbet esnasında ona biraz ahlak dersi verir. Tamahkârlığın çirkinliğini ona hatırlatır, “kızıl altın hırsına teslim olanın gözünü kara toprak doyurur”, der. Ziyafetin sonunda, altın tahtlar üstünde ağırladığı İskender'i tanıdığını resmini göstererek belirtir. Bu, İskender'in hayatta karşılaştığı en tehlikeli durumdur. Doğu ve Batının hükümdarı olan Zülkarneyn'in hayatı, serveti, tüm devlet ve itibarı hiç beklemediği şekilde düşmanın elindedir. Kaydafa'nın karşısında son derece savunmasız durumda olduğunu açıkça gördüğü o an, büyük bir korku ve pişmanlık yaşar. İşte o an Kaydafa da bir sınav vermektedir. İskender'e daha önceden söylediği şeyler, tamahkârlığın çirkinliği, dünya iktidarının geçiciliği ve hırslarına mağlup olan sultanların zülüm işlediğine dair sözler bir yandadır; dünya hükümdarı olan İskender'i oracıkta öldürterek hem onun iktidarına ve servetine sahip olup hem de kendisine yönelttiği tehdidi ortadan kaldırmak imkânı diğer yanında. Bu durumun canlı tasvirleri tüm mesnevinin belki de gerilimi en yüksek, en başarılı bölümüdür. İskender'in maceralarının anlatıldığı bu geniş hacimli eser boyunca bu, İskender'in çaresiz kaldığı tek pozisyondur: “Gördü ki canı düşman tuzağına düşmüş, bedeni korkuyla ürpermekte… Şah bela tuzağına düşmüş, kimseden bir yardım erişmez.”



Hikâyenin bu gerilim dolu anında Kaydafa, merhamet ve adalet duygularını, bir kadına has zarafet ve duyarlığını gözler önüne serer. İskender'e oğlunun canını bağışlamış olmasından dolayı kendisinin de ona kıymayacağını belirtir. Böylece zemininde karşılıklı bağışlamanın yer aldığı bir dostluk kurabileceklerini umarak İskender'e anlaşma teklif eder. İki müttefik ve komşu ülke olarak birbirlerini savaşta ve barışta desteklemelerini öngören bu anlaşmayı İskender de reddedebilecek durumda değildir. Kadın hükümdar ise ölümle gelecek mutlak bir zaferin değil, iyilikle kazanılacak bir dostluğun peşindedir.



İskender, beklemediği bir anda mağlup olmuş ve sonra ummadığı bir bağışlanmayla karşılaşmıştır. Ülkesine geri döndüğünde gece gündüz içine düştüğü bu durumdan çıkış yolu arar. Kaydafa'nın ülkesi deniz kıyısında ve deniz seviyesinin biraz altındadır. Gece gündüz çalışıp bir boğaz kazarlar ve Kaydafa'nın tüm ülkesi bir gecede sular altında kalır. Ülkede sağ kalan olmaz. Sonu acı biten hikâyesiyle bu âdil sultanın hikâyesi ilk olarak Tâberî tarihinde anılmıştır. Firdevsî'nin “Şehnâme”si İskender-i Zülkarneyn'in ilk manzum hikâyesidir. İskender'i Keyâni soyundan bir hükümdar olarak gösteren Firdevsî, eserinde Endülüs kraliçesi Kaydafa'dan da bahsetmektedir. Şehnâme'ye göre Kaydafa, İskender hakkında kötü niyetler taşımaktadır. Bunu duyan İskender de denizi Kaydafa'nın ülkesini su altında bırakacak şekilde kazdırır. Burhan-ı Katı'da Kaydafa için “Bir hatun adıdır ki melike-i Berda idi. İskender'le muharebe edip akıbet mağlup oldu.” denmektedir.



Evliya Çelebi'de Kaydafa'nın hikâyesi İstanbul'un efsanevi tarihiyle buluşur. Seyahatnâme sahibine göre Hz. Adem'den 5075 yıl sonra İskender dünyaya hakim olur.


#İskendernâme
#Hikaye
#Doğu
7 years ago