Ailede sanatı meslek haline getirmiş bir tek ben varım. Fakat gerçek bir sanatseverdirler. Üç kardeşiz, hepsi çok yeteneklidir. Benden iki yaş büyük bir abim var. Kendisi işletme profesörüdür. Çok iyi resim yapar ve yazar. Resim her zaman hayatında olmasına rağmen meslek olarak tercih etmedi. Kız kardeşim de resme çok meraklıdır.
Ailemin çoğu hukukçu veya işletmecidir.
Aslında hukukçu olarak yetiştirildim. Babamın yanında uzun yıllar çalıştım. Avukatlık yaparken de noter oldu o zaman da yanındaydım. Hatta bir dönem başkâtipliğini yaptım. 19 yaşım Başkâtip olmak için mahkemeye yemin etmeye gittim. Hâkim beni görünce şaşırdı. "Sen kimsin" diye sordu. Ben de "çocukluğumdan beri babamın yanındayım" deyince kabul etti. Normalde o kadar erken yaşta kazanılacak bir unvan değildi.
İşe aldığı ilk zamanlarda temizlikçilik yapıyordum. Herkese verdiği maaş neyse bana da onu verdi. Daha sonra noterde iken daktilo öğrendim. Bir kursa yazıldım. Kursun kapısından adımımı attığımda tek erkek kursiyerin ben olduğumu görünce bir daha gitmedim. Kendi kendime daktilo öğrendim. Daha sonra veznedarlığını ve muhasebesini yaptım.
Teyzemin kızı sayesinde... O zamanlar ailesiyle Ankara'da oturuyorlardı. Kendisi iç mimar olmak istiyordu. Sınav zamanı teyzem telefon edip, İstanbul'da sınav işleriyle ilgilenmemi rica etti. "Peki" dedim ve birlikte güzel sanatlar akademisine ön kaydını yaptırmaya gittik. İçeri girdim, bir de ne göreyim? Denize sıfır bir yerde, geniş masalı atölyeler var. Onun kaydını yaptırırken puanım da yüksekti, hemen başvurdum. Kayıt olurken oradaki memur hangi bölüm diye sordu? Ben de "abi neler var?" diye sordum. Memur kızgın kızgın baktı bana sonra saymaya başladı, resim, heykel, grafik, tekstil...
Aileme heykel okuyacağım diyemezdim. Tekstil de 1970 yıllarında yükselen bir değerdi. O yüzden tekstili tercih ettim.
Hazırlanmadım ki... Hatta en arka sıraya oturdum. Sınav esnasında kuzenime şakalar yapıp, silgi falan atıyordum. Kim ne çiziyor diye çevreme bakıyorum. Haylazlığımı görünce mümeyyiz bana doğru yaklaştı. "Tamam, beni çıkaracak sınavdan" dedim. Fakat o bana döndü ve; 'resim hocan kim?' diye sordu. Ben de 'resim dersi görmedim' dedim. 'Sessiz ol, devam et' dedi. Aradan bir hafta geçti. Sonuçlar açıklandı. Benim adım ilk beşteydi.
Tekstil bölümünü çok severek okudum ve dereceyle bitirdim. Üniversitenin birinci sınıfında tanıştığım Emin Bartın hattattı. Onun hali davranışları çok hoşuma gidiyordu. Benim de hat sanatına olan ilgim artmıştı. Beni Süleymaniye Kütüphanesi'ne gönderdi. Oradaki yazıları incelerken bazı yazıların zeminlerinde renkli kağıtlar göndüm. Daha önce hiç dikkatimi çekmemişti. Nasıl yapıldığına anlam veremedim. Gittim hocaya sordum bana "Ebru" dedi. O andan itibaren Ebru yapımına merak saldım.
Kimseden ders almadım. O yıllarda da ders veren kimse yoktu. Tek bildiğim su ve boyaydı. Başka hiçbir şey bilmiyordum.
Olmaz mı? Önceleri hayıflandım. Ama sonra ne kadar hayırlı olduğunu anladım. Eğer bir hoca tarafından eğitilseydim, sadece geleneğe bağlılık adı verilen belli kalıplara takılacak bu nedenle 'zanaat' yapmış olacaktım. O kalıplara sıkışmadığımdan kendim yeni bir arayışa girdim. Özgürdüm, aynı zamanda akademide öğrenciydim. Bunun çok avantajları oldu. Boya, estetik, malzeme bilgim vardı. Bu durum benim ufkumu açtı. Deneme yanılma yoluyla öğrendim. Aradan dört yıl sonra Uğur Derman'ın 'Türk Sanatında Ebru' adında bir kitabı çıktı. Orada ebru ile ilgili daha önce hiç bilmediğim bilgiler yer alıyordu. Daha sonra geleneksel yöntemlere başvurarak bir dönem onun, üzerine çalıştım. Mezun olduğum yıllarda Barut ebrularını çok iyi yapıyordum. On binlerce ebru yaptım.
Hayır. Hediyelik eşyalar üzerinde ebru yapıp satıyordum. Çünkü kâğıt olarak çok ilgi görmüyordu.
Hayır. Ancak bir süre otel işlettim.
Aslında hiç alakam yoktur. Eşim bana yardımcı oldu. Otelin içinde atölyem vardı ve ebrularımı orada yapıyordum. İlk başlarda geçinmek çok zor oldu.
Ebru tabiatı taklit eder ve tabiatta olanları açığa çıkarır. Bunların bir kısmını çıplak gözle görürken bir kısmını göremiyoruz. Fakat belki de bilmiyoruz biz onları bezmi ezelde gördük. Ebruya bakan bir kişi ben bunu bir yerden hatırlıyorum diye bakar.
Elbette.
(Gülüyor) Evet sanırım bu yüzden. Bu sanatların gelişiminde ilim, irfan, hilim üçlemesi var. İlim bir şeyleri öğrenmek. İrfan o öğrendiklerimizi yaşamak. Üçüncü adımda hilim yani el halim tecellisi. Demek istediğim, süngerde değil, huylarda meydana gelen yumuşaklık. Osmanlı sultanları mutlaka bir sanat eğitiminden geçmiş. Sultanlar arasında on altı bestekâr, hattat, ressam, marangoz, kuyumcu padişahlar var. Hilim sahibi olan biri halkına merhametli de olur.
Yıl başında kırk yıl olacak.
Üniversitedeki hayatım şimdikinden çok farklıydı. Bu çevreye uygun bir yaşam tarzım vardı. Hayatımda çok büyük değişiklikler oldu.
Seksenlerden itibaren ciddi anlamda tasavvufa yaklaştım. Bunu tetikleyen şeyler de yaşadım. Babam 3 Ocak 1987 yılında vefat etti. Benim de doğum günüm 3 Ocak'tı. O akşam arkadaşlarla doğum günü partisi yapacaktım. Hazırlanırken, vefat haberi geldi. O an doğum ile ölüm arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu anladım. Bu olay hayatımda bir dönüm noktası oldu. Aynı yıl hacca gittim.
Elbette. Fakat insani duyguların dini olmaz. Hz. İbrahim'in bahsettiği bir yücelik yani adam olma hali vardır. Tüm sanatlar başarılı olmuş birçok gayrimüslim var. İlham dinden ziyade insani taraflarla ilgili. Batılıların Sufizm bizim tasavvuf dediğimiz, bir insani hal var.
Evet. Seksenli yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Oruç Güvenç Etnomüzikoloji Enstitüsü kurmuştu. Orada Orta Asya müziği ile hastaları tedavi ediyordu. Bu tedavinin içine ebru sanatını ekledik. Ayhan Songar zamanında yoğun bir faaliyet gösterdik. İlginç deneyler yaptık ve çok şey öğrendik.
Psikologlar bir gün 4 yaşında konuşma zorluğu çeken bir çocuğu ebru yapması için hastaneye getirdiler. Ona ebru yaptırdık. Tekneye siyahlar, kırmızılar attı, sert hareketler yaptı. Psikologlardan biri çocuğa yaptığı şekle "bu ne diye" sordu. "Öcü" dedi çocuk."Kim bu?" dedi. Çocuk birden "baba" dedi.O zaman çocuğun babasıyla bir sıkıntısı olduğunu anladılar.Sonra babasını çağırıp onunla konuştular.Ebru hem teşhis hem de tedavide çok önemli bir rol oynuyor.
Ebru yaparken insanın aklına dünya ile ilgili hiçbir şey gelmez. Renklerin birbirleriyle uyumu, biçimleri ve suda yapılması insan bedeni üzerinde farklı uyarılar yapıyor. Rahatlatıyor, hareket eden su pozitif iyon yayıyor.
Elbette. Ebru tekniğin adıdır. Benim talebelerime onbeş dakikada gösterdiğim bilginin maliyeti bana birkaç senedir. Bütün teknikleri deneme yanılma ile buldum. Tek bir şeye konsantre olduğunuzda aradığınızı eninde sonunda buluyorsunuz. Hem de rüyalarda buluyorsunuz. Eğer kafanızdaki düşünce ile uyursanız. Muhakkak rüyasını görüyorsunuz. Birçok tekniği rüyada öğrendim.
Sanatta tekâmülü esas alan bir anlayıştan geliyorum. Daha evvel yapılmışların aynılarını yapmak yerine onu daha ileriye götürmek için yenilik yapmak için sürekli bir arayış içindeyim. Bir akşam atölyemde çalışırken, gece vakti çayla birlikte eşim Füsun yanıma geldi. O sırada tesadüfen, suyun üzerinde bir damla oluştu bir üçüncü boyut ortaya çıktı. Efsun çiçeğinin özelliği ebru da üçüncü bir boyut olması. Bu daha önce ebru da hiç denenmemiş bir teknik. Tabiatta böyle bir çiçek yok.
Önce eşimin adını yani Füsun olsun diyordum. Sonra ismi Efsun olarak değiştirdim. Bu çiçekten bir seri çalıştım ve sergi açtım.
Şimdilerde yapanlar var.
Kimseye öğretmedim, kendileri bulmuşlar.
Ben bu sanatın tekâmül etmesini istiyorum. Tekniği öğretmek zor değil. Fakat ben o şevki duyan insanlara öğretmek istiyorum. Ben Barut ebrusunu buldum bir başkası da yeni bir teknik ortaya koysun. Bir sanatı icra etmeniz için bedelini ödemeniz gerekiyor.
Çekmez olur mu? Benim için "ebruyu mahvetti dejenere etti" dediler.
Ne kadar ilginç değil mi? Barut Ebrusu geçen hafta zirveye çıktı ve Art İn Action'da Best Of The Best ödülünü aldı.
İngiltere'de her yıl Arting Action adında bir sanat toplantısı yapılıyor. London School of Economic Sciene adı altında bir okul var. Aslen bir felsefe okulu. Bu okulun bir sanat faaliyeti var. Bunun için bir festival kurmuşlar. Dünyanın her yerinden üç yüz sanatçıyı bir araya getiriyorlar. Dört günün sonunda her sanatçı en iyi eserini sergi yerinde teşhir ediyor. Sonunda da oraya katılan sanatçılar 'Best Of The Best' adı altında en iyinin iyisini seçiyorlar. İşin en güzel yanı jüri değil, sanatçı oy veriyor. Bu yıl Barut Ebrusu Best Of The Best ödülünü İngiltere'de aldı. Bu etkinliğe katılan sanatçıların çoğu İngilizdi.
On metrelik saten bir kumaşın üzerine rengârenk bir Barut Ebrusu çalıştım. İlk defa Türkiye'ye böyle bir ödül gelmiş oldu. Bu ödül benim sanatımın zirvesidir.
Klasik İslam Sanatı ve doğu sanatı olarak tanıtıyorum. Ortaya çıkışını, adını ve alanı ile ilgili bilgiler veriyorum.
Şöyle, bir eserin karşısına geçip haz alabiliyorsanız, tabiattan bir kesit gibi görebiliyorsanız, o eser resim oluyor. Ressam manzara çalıştığında ona resim diyoruz. Fakat ebru da bu daha soyut bir şekilde var. Deniz, dalga, çal taşı ve toprak katmanları, çiçekler var.
Eğitmekten ziyade sevdirmeye çalışıyorum. Bir kişi severse nasıl olsa öğreniyor. Benim için öğrencinin Ebru'yu sevmesi eğitimden daha önemli. Öğrenme süresi de kişinin bu sanatı sevmesiyle ilgili. İsteyen bir kaç ayda işin tüm özünü kavrayıp, kendisi uygular hale gelebilir. Fakat gönülsüzse bir kaç sene sürebilir. Ortalama öğrenme süresi sekiz ay. Bu programda en baştan başlayarak ebruyu aktif olarak öğretiyorum.
Öğrenci her şeyi kendisi yapıyor. Boyayı bile kendisi hazırlıyor. Hazır boya kullandırmıyoruz. Bunu da kişinin işi öğrenmesi için yapıyoruz.