|

Emperyalistlerin kucağındaki devrimciler!

Lübnan üzerinden Fransa’ya geçen ve örgütsel faaliyetlerini buradan yöneten Karataş, 9 Eylül 1994 tarihinde Fransa’nın bir kasabasında yakalanarak cezaevine konuldu. Kısa süre sonra, bir Fransız avukatın da desteğiyle cezaevinden şartlı tahliye olan Karataş’ın Fransa’da ve birçok ülkede uyuşturucu kaçakçılığı ve benzeri illegal suçlardan arandığı halde bu kadar kısa sürede tahliye olması ise arkasındaki emperyal güçlerin ne kadar etkin olduğunu gösteriyordu.

Yeni Şafak
04:00 - 19/02/2015 Perşembe
Güncelleme: 20:34 - 18/02/2015 Çarşamba
Diğer
DEVRİM DEMİR - YAZAR

Türkiye’de sol hareketler, kendilerini sosyalizm dolayımında nispet ettikleri teorilerini mütemadiyen emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığı üzerinden romantik bir biçemle savunagelmişlerdir. Propaganda enstrümanlarını anti-emperyalist olduğunu iddia ettikleri Marksizm doktrini üzerinde tahkim etmekteyken, tuhaf bir biçimde emperyalist küresel güç odaklarının bir aparatı olmaktan başka bir amaca da hizmet etmemektedirler.


Bu tarihsel ironi ve paradoks, 60’lı yılların önemli sol teorisyenlerinden İdris Küçükömer’in: “Türkiye’de sol sağda, sağ ise soldadır” tezini çağrıştırmakta ve anılan tezi muhkem hale getirmektedir.

Bir örgüt lideri düşünün, Türkiye’de tam 29 kez polis baskınından kurtuluyor ve İnterpol tarafından 17 ülkede 150 ayrı suçtan arandığı halde, elini kolunu sallaya sallaya sınır kapılarından geçebiliyor ve uçakla birçok ülkeye geçiş yapabiliyor. Bunların bütünü, bir tesadüfler silsilesi olamaz değil mi?

Bu suikastlar nasıl işlendi?

Teşrih masasına yatırdığımız kişiler, kendilerini aşırı sol siyasete nispet eden siyasal örgütlenmelerin drijan kadroları. Bunların ilki, PKK terör örgütünün de önemli referans kaynaklarından olan Dev-Sol terör örgütü. Lideri Dursun Karataş, 2008 yılında yakalandığı kanser hastalığına yenik düşüp, hayatını kaybetmişti. Birçok kanlı eylemi gerçekleştiren ve azmettiricisi olduğu bilinen Karataş’ı bahis konusu etmemin sebebi, terör örgütlerinin gizli servislerle ve devletin içine sızmış paramiliter yapılanmalarla olan temasları ve kendi teorileriyle olan çelişkileri.

1970’li yıllarda Dev-Genç ve Dev-Yol’da siyasi mücadelesini başlatan Karataş, görüş ayrılığı sebebiyle Dev-Yol fraksiyonuyla yollarını ayırmış ve Dev-Sol örgütünü kurmuştu. 1980 yılında askeri mahkemece illegal faaliyetleri sebebiyle tutuklanıp idam cezasına çarptırılmış ve cezası müebbet’e çevrilmişti.

Tevkif edildiği Bayrampaşa cezaevinden 9 yıl sonra(1989) kaçmış ve 1994 yılında, kurmuş olduğu Dev-Sol’u DHKP-C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi)’ye dönüştürmüştü. İsmail Baran, Halil Haydar, Mehmet Bilgiç ve Haydar Dursun takma isimleriyle yeraltı faaliyetlerini organize eden Karataş, birçok kanlı eylemin de azmettiricisiydi. Eşi Sabahat Karataş’da kendisi gibi örgüt mensubuydu ve 1992 yılında polisle girdiği çatışmada ölü olarak ele geçirilmişti.

Dursun Karataş’ın Kanlı Terör Eylemleri

Eski Başbakan Nihat Erim’in İstanbul Dragos’ta öldürülmesi. Eski Gümrük ve Tekel Bakanı MHP’li Gün Sazak’ın öldürülmesi. Emekli Oramiral Kemal Kayacan ve emekli Orgeneral ve MİT Müsteşarı Adnan Ersöz’ün öldürülmesi. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’ın öldürülmesi. DGM Savcısı Yaşar Günaydın ve MİT mensubu Engin Kaya’nın öldürülmesi. 23.06.1990 tarihinde Şişli’de bir polisin öldürülmesi, aynı olayda bir bekçi ve vatandaşın yaralanması. 10.07.1987 tarihinde Bahçelievler karakolu ve MHP parti teşkilatının kurşunlanması ve bazı vatandaşların öldürülmesi.

Bunun yanısıra, 80’li yıllarda birçok korsan gösteri ve mitinglerin organize edilmesinde koçbaşı rolünü üstlenen Karataş; 1982 yılında kaldığı Metris cezaevinde açlık grevlerini de başlatan isimdi.

1987 yılında en yakın mücadele arkadaşı ve örgütünün Lübnan sorumlusu Paşa Güven hakkında örgütüne öldürme talimatı verdi. Paşa Güven’in, MİT’in sivilleşme hamlelerinin baş aktörü olan Hiram Abas cinayetinin hemen ardından öldürülmesi ise, devletin içindeki paramiliter güç kliklerinin savaşına işaret ediyordu.

Paşa Güven, eski Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak ve Başbakan Nihat Erim’in öldürülmesinin ardından Lübnan’a geçmiş ve FKÖ’nün sol fraksiyonları ile teması sağlıyordu. Ünlü uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin, PKK’nın Avrupa’da bulunan yayın organı Özgür Politika’ya yaptığı açıklamada Paşa Güven’in Kontrgerilla tarafından yetiştirildiğini iddia ediyor ve Dev-Sol’un hedefinin aslında Kontrgerillanın da hedefi olduğunu çarpıcı bir biçimde ifade ediyordu. Bununla birlikte, Dursun Karataş'ın cezaevinden firar etmesinin dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar'ın görev yaptığı dönemde gerçekleşmesi ise zihinlerde tuhaf infialler yaratacaktı.

Kanlı eylemler ve güvenlik bürokratları

Karataş’ın cezaevinden kaçmadan 2-3 ay evvel, bir jandarma binbaşısıyla cezaevinde görüştüğünü ve kaçmadan önceki sabah saatlerinde bahse konu jandarma binbaşısının cezaevinden ayrıldığını ve askeri ambulansla cezaevinden kaçtığını, cezaevinde beraber bulunduğu arkadaşının ifşa etmesi ise soru işaretlerine kapı aralıyordu.

Karataş’ın, kaçmasının ardından yurtdışına yeşil pasaportla geçmesi ise, olayın boyutlarının küresel ve ziyadesiyle derinlikli bir gizli servis operasyonu olduğuna işaret etmekteydi. Şam’a geçip, burada Dev-Sol’un illegal faaliyetlerini organize etmesinin ardından 1990 yılında Bekaa’da PKK’nın 4.kongresine katılacaktı.

Şam ve Bekaa Vadisi’nde gerçekleşen örgütlenme faaliyetlerinin ardından 26 Eylül 1990 tarihinde Hiram Abas’ı katledecek olan Karataş’ın liderliğindeki Dev-Sol, Abas cinayetini üstlenecekti. Söz konusu cinayette kullanılan silahın balistik incelemesi sonucunda, bahse konu silahın 21 Eylül 1990 tarihinde Eminönü’nde bulunan bir döviz bürosunun soyulması ve üç vatandaşın yaralanması olayında kullanıldığının saptanması üzerine, cinayetin Dev-Sol tarafından işlendiği de tescillenmiş oluyordu.

Kanlı eylemlerini devletin önemli güvenlik bürokratları üzerinde gerçekleştiren Dev-Sol, 1992 yılında eski MİT Müsteşarı Orgeneral Adnan Ersöz’ü kendi evinde katledecekti. Dev-Sol’un istihbarat teşkilatı bürokratlarına matuf eylemlerini böylesine fütursuzca ve kolaylıkla yapabilmesi, hiç kuşkusuz Karataş’ın ve örgütünün küresel güçlerin kontrolünde olduğuna ve güvenlik bürokrasisinin bir kliği tarafından yardım gördüğüne işaret etmekteydi.

Lübnan üzerinden Fransa’ya geçen ve örgütsel faaliyetlerini buradan yöneten Karataş, 9 Eylül 1994 tarihinde Fransa’nın bir kasabasında yakalanarak cezaevine konuldu. Kısa süre sonra, bir Fransız avukatın da desteğiyle cezaevinden şartlı tahliye olan Karataş’ın Fransa’da ve birçok ülkede uyuşturucu kaçakçılığı ve benzeri illegal suçlardan arandığı halde bu kadar kısa sürede tahliye olması ise arkasındaki emperyal güçlerin ne kadar etkin olduğunu gösteriyordu.

Fransa’daki cezaevinden şartlı tahliye olan Karataş’ın Fransa’dan 30 Ocak 1991 tarihinde kaçması ise, Karataş’a paramiliter güç odaklarının yardımlarının dehşet boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyordu.

Çatlı ve Sarp Kuray İlişkisi

Dursun Karataş, Fransa’dan şüpheli bir biçimde kaçtıktan sonra, İngiltere, Almanya ve Hollanda’da bulundu ve bu ülkelerden örgütünün uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği gelirle çöküş aşamasında olan örgütünü finanse etti ve yönetti. 90’lı yılların ortasına gelindiğinde, Dev-Sol artık ismini değiştirecek, DHKP-C olarak faaliyet gösterecekti. 1995 yılında gerçekleştirilen kahvehane taranması olayının ardından Gazi Mahallesi olaylarını yönlendirdi. 1996 yılında Sabancı Center’da gerçekleştirilen cinayeti de üstlenen DHKP-C, militanları Fehriye Erdal’ın çaycı olarak işe başlaması için dönemin Emniyet Müdürlerinden sol görüşlü Hüseyin Kocadağ’ın tavassutuna ihtiyaç duyacaktı.

Ne var ki, DHKP-C’nin emniyetin içerisine sızmış emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ, ülkücü mafya lideri Abdullah Çatlı ile birlikte kamuoyuna yansıyan şekliyle Susurluk olayında baş gösterecek ve adı geçen şehirde Çatlı ile birlikte geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybedecekti.

Hüseyin Kocadağ, 12 Eylül öncesi sol görüşlü polislerin örgütlenmesi olan POL-DER saflarında yer alacak ve yaptığı disiplinsizlik eylemleri sebebiyle görevinden ihraç edilecek ve itirazı üzerine Danıştay kararıyla görevine iade edilecekti.

Ülkücü ve sağ görüşlü olarak bilinen bir mafya babasının sol görüşlü bir emniyet müdürüyle ne tür bir ilişkisi olabilirdi? Bu türden bir soru bizi, 70'li yıllarda kurulan ve liderliğini Sarp Kuray’ın üstlendiği “Partizan Yolu” örgütüne kadar götürecekti.

Susurluk kazasında hayatını kaybeden ülkücü Abdullah Çatlı, bahse konu dönemde devrimci “Partizan Yolu” örgütünün lideri Sarp Kuray’la görüşecekti. Bu görüşmelerde neler konuşulduğu ve ne tür kararlar alındığı bilinmez ama söz konusu olayda da devletin güvenlik bürokrasisinin dahli olduğu ortadadır.

DHKP-C lideri Dursun Karataş’ın paramiliter unsurlarla olan angajmanının arka planını örgütün bir diğer fraksiyonunun lideri Bedri Yağan ifşa edecekti. Yağan, THKP-C’li araştırmacı yazar Halit Özkul’a Karataş’ın kontrgerilla tarafından yönlendirildiğini ve destek gördüğünü söyleyecekti. Dev-Yol lideri Bedri Yağan, Halit Özkul’la olan görüşmesinde, şu çarpıcı ifşaatı yapacaktı:

“Eroin gelirinden Türkiye ekonomisine yıllık milyarlarca dolar para giriyor. Dursun Karataş da bu örgütün bir üyesidir. Karataş, tutuklu bulunduğu sırada 38 kişinin ismini vermiş biridir. Mahkeme tutanaklarında bunların hepsi mevcuttur. Dursun Karataş’ın avukatı eski 27 Mayısçı Nebi Barlas’ın bürosunu bastırmasının sebebi budur. Tayfun Özkök de tıpkı Dursun Karataş gibi Ergenekon’un adamıydı. İbrahim Seven’ de Dev-Yol’un içindeki ajanlarıydı. Onu da ben deşifre ettim. İbrahim Seven 1980 yılında başka bir örgüt kurdu. Emekli Oramiral Kemal Kayacan'ın öldürülmesinin sebebi de Ergenekon'un varlığından haberdar olmasıydı. Gün Sazak'ın öldürülme sebebi de kaçakçılığın Edirne noktasını engellemeye çalışmasıydı. Ergenekon'un bir ucu da Mason locasıdır.”

“Veli Küçük’ü ara, beni sor”

Örgütün 12 Eylül harekatından sonra yurt dışına kaçmayıp, yeraltında faaliyet göstermesi ve söz konusu faaliyetlerinin finansmanını Baran Ticaret adlı bir paravan şirket üzerinden sağlaması ise Karataş’ın gizli eller tarafından kollandığının bir başka işaretiydi. 12 Eylül askeri harekatının ardından 30 Eylül 1980’de Levent semtinde lüks bir evde zenginlik içinde yaşaması ise bu argümanın ne kadar güçlü olduğuna delalet ediyordu.

Ne var ki, yıllar sonra 17 Nisan 1992 tarihinde İstanbul Bostancı’da bir örgüt evine yapılan baskın sonucu eşi Sabahat Karataş, polisle girdiği çatışma sonucu ölü olarak ele geçirilmiş, Dursun Karataş ise her nedense yine kaçmayı başarabilmişti. Lüks olarak tefriş edilmiş örgüt evine yapılan baskında, evde havyar, jambon, export rakı, yabancı marka cin ve viskiler ele geçirilecek ve devrim türküleri, emek ve proleterya tamtamları çalan örgüt liderinin lüks bir yaşam sürdüğü gözler önüne serilecekti.

DHKP-C terör örgütünün kontrgerilla tarafından kullanıldığının ciddi bir argümanı da şuydu. Sabancı cinayetinin ardından Şam büyükelçiliğine teslim olan ve Türkiye'ye getirilen cinayet faillerinden Mustafa Duyar'ı Nuriş çetesi olarak bilinen Nuri Ergin öldürtmüştü. Nuri Ergin, cezaevine sevk edilirken kameralara dönüp: “Veli Küçük’ü ara beni bir sor. Bu devlet, bana Duyar’ı öldürttü, ben öldürttüm, şimdi canlı söylüyorum” diyecek ve Duyar’ın konuşmasını engellemek için öldürüldüğü gerçeği gün yüzüne çıkacaktı.
#Türkiye
#emperyalizm
#kapitalizm
9 yıl önce