|

Everdi’nin yeni yolu ‘Kılçıklı Hikâyeler’

Mustafa Everdi’nin Kılçıklı Hikâyeler’i onun öykü türündeki ilk kitabı. Kitaptaki öykülerin hemen çoğunda kendisi çıkıyor karşımıza. Mesela yarısı kopmuş köprünün üzerine yığılmış kalabalıklar, kendi hikâyelerinin tamamlanması ihtiyacı ile aşırı kaygılıdırlar. Anında bir çocuk çıkıyor ortaya. Kalabalığa karşı, “Mustafa Everdi’yi çağıralım” diye haykırıyor.

00:04 - 15/04/2019 Monday
Güncelleme: 17:06 - 13/04/2019 Saturday
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv

NECMETTTİN TURİNAY

Haberiniz var mı bilmem. Hikâye alanına yeni bir isim daha girdi. O da Mustafa Everdi! Gerçi birkaç hikayesini görmemiş değildim. Ne yalan söyleyeyim, farklı farklı dergilerde ve aylarda çıktıkları için, onların üzerine yeteri derecede eğildiğimi söyleyemem. “Kılçıklı Hikâyeler”de bunları topluca okuma imkânı bulunca, ancak o zaman bende bir şeyler yerine oturdu. Bilge Kültür Sanat’tan çıkan “Kılçıklı Hikâyeler”in yazıcısı Everdi’yi, bilmem bilir misiniz? Ya da orda burdada herhangi bir hikayesini okumuşluğunuz var mıdır?

Everdi’nin kendisi hukukçu, dahası noter. Vazifesi dolayısıyla Anadolu’yu çeşitli kereler dolaşmış, oralarda yaşamış. Aynı şekilde büyük şehirlere, çağdaş insana mahsus türlü hallere de vakıf birisi. Bunun yanı sıra Everdi’nin iyi-kötü bir yazma tecrübesi de var. Nitekim “Kılçıklı Hikâyeler” öncesinde, sayısız kitaplar yayımladığını biliyoruz.

Fakat ne olmuşsa olmuş; onca kitabın ardından Everdi, yeni bir türü daha denemeye karar vermiş. O da ne? Everdi hikâyeye başlamamış mı?

ÇEKİNGEN BİR HAVA YOK

Ne var ki Everdi yeni türün kapısını çalarken, onun üzerinde, yeni başlamışlara mahsus çekingen bir hava okunmuyor. Çıkardığım kadarıyla Everdi’nin, gürültülü patırtılı bir girişi söz konusu hikayeye. Dolayısıyla ne öncekilerden destur almaya, ne de edebî kamuoyunun takdirini kazanmaya ihtiyaç duymayan bir hava var üzerinde.

Bunu da doğrudan, kitaptaki hikayelerden çıkarıyoruz.

Kılçıklı Hikâyeler’den hangisini okursanız okuyun, hemen çoğunda kendisi çıkıyor karşımıza. Mesela Osman Gazi Köprüsü’nü geçerken, yarısı kopmuş köprünün üzerine yığılmış kalabalıklar, kendi hikâyelerinin tamamlanması ihtiyacı ile aşırı kaygılıdırlar. Anında bir çocuk çıkıyor ortaya. Kalabalığa karşı, “Mustafa Everdi’yi çağıralım” diye haykırıyor:

“Kalabalıktan bir çocuk her nasılsa, nasıl bir gaflet içindeyse, Mustafa Everdi yazsın bir hikaye (geçişimizi sağlasın) diye bağırdı. Yazar olarak özgüven sahibi; karakterleri, olmayan hallere düşürüp yine de çıkarıyor o cehennemden bir şekilde.”

Öyle de o şaşkın kalabalığın, Everdi’ye bel bağlaması beklenebilir mi? Beklenemez tabii ki. Nitekim onların Everdi hakkındaki düşünceleri de az çok bu merkezde:

“Mustafa Everdi’nin hikâyeleri kıldan tüyden. Bu kadar yolcuyu, otomobilleri taşıyamaz. Nefesi yetmez kazazedeleri karşı kıyıya geçirmeye deyip, anında çöpe atarlar onu.”

Yaptığım bu alıntı, “Köprüler Kurdum Gelip Geçmeye” adlı üçüncü hikayeden. Bu tür alıntı yapmamızın sebebi, kendi hikâyelerinin arasına, Everdi’nin ne yapıp edip girmesine bir örnek. Unutmayın ki bu tür bir denemeye o, daha baştan karar vermiş. Hikâyeyi anlatmak ve yazmak yetmiyor çünkü ona. O bir yolunu bulacak, yazdığı hikâyenin içine, ama kapıdan ama bacadan mutlaka girecek.

YARIM KALMIŞ HİKÂYEYİ YOK ETMEK

Bu tür örnekleri sürdürmek belki gereksiz. Fakat “Öykücü Hareket Engellenemez” başlıklı diğer bir hikâyesi var ki, ondan da söz etmemiz lâzım. Yazar hikâyesini yazıyor, ama daha yarısına varmamışken onu silip atmak, yok etmek istiyor. Ne yapsa nafile, bunu bir türlü başaramıyor. Sonunda da okuyucuya, sayfaların arasından feryat ediyor, onları yardıma çağırıyor.

Yarım kalmış hikâyeyi yok etmek, okuyucudan bunun için yardım dilenmek!.. Bu kadar mı diyeceksiniz? Ancak Everdi bu curcunayı orada bırakır mı? Daldan dala sıçrıyor, kendi kötü hikayelerini yok etmeyi başaramamış yazıcılara uzanıyor. Buradan da diğer hikâye anlayışlarını hırpalamaya kadar vardırıyor işi.

Bütün bunlar bir yana! Mustafa Everdi’yi okurken, bayağı bir şaşkınlık geçirdiğimi söyleyebilirim. Bir hikâye mi okuyorum, hiperaktif bir zihnin maceralarını mı takip ediyorum, karar veremedim. Anlatı, bir an olsun yerinde saymıyor. Bir noktada oyalanmıyor. Beklenmedik zeka sıçramaları olarak oradan oraya devamlı kayıyor. Yani o, bildiğimiz yazım tarzlarından büsbütün başka bir yol tutturmuş, ha bire akıyor. Akmıyor, adeta coşuyor.

Bu yönüyle o, günümüz hikâye anlayışından bayağı bir farklılaşıyor. Duran, düşünen, bir noktada yoğunlaşan, daha doğrusu zamanı durdurmaya dayalı denemelere prim vermiyor. Bildiğiniz gibi günümüz hikâyesi şiirin ihmal ettiği, daha doğrusu afaroz ettiği bir düzlemde ilerler. Duygu ve düşünce yoğunluklu, biraz da lirik bir hikâye bu. Ama alabildiğine anonim bir duyarlık da yayılmıyor değil ortalığa. Yazıcıların içleri ne kadar da birbirine benzermiş! Kaldı ki aynı kaygıyı nice şiirler için de duymamak kabil değil.

İşte Everdi, bu tür kaygılardan mı yola çıkıyor? Zamanımızdaki yaygın yazma tarzlarından, bunun için mi rahatsız? Doğrusu bunu kestirmek zor. Belki biraz da eski bulduğu anlaşılıyor o tür hikayeleri.

Bu karşılaştırmaları, Everdi’nin hikâye tarzındaki farkı ortaya koymak için yapıyorum. O biraz daha canlı, hareketli bir hikâyeden yana anlayacağınız. Bu yüzden de ne Mustafa Kutlu, ne de Rasim Özdenören tarzına yakın durmuyor. Kendinden önceki hikâye birikiminin, bir o kadar da farkında olarak!


#Mustafa Evderdi
#Kılıçlı Hikayeler
5 years ago