|

Amerikan müdahaleciliğinin yeni icadı: Seyir hakkı özgürlüğü ile kuşatmak

Amerika Birleşik Devletleri, kitle imha silahına sahip olduğuna dair kanıtlar elde ettiği bir ülkeyi, ilk hamleyi yapmasına izin vermeden vurabilmek maksadıyla “Önleyici Vuruş”u icat etmiş, daha sonra kimyasal silah bulamamış olsa da Irak’ın işgalinde bu söylemden sonuna kadar yararlanmıştı. İşte “Özgür Seyir Hakkı” da böyle bir Amerikan icadı. Temel mantığı, hedef alınan ülkenin uluslararası sularda deniz ticaretini engelleyecek bir eylemde bulunmasına karşı Amerikan donanmasının vurucu gücünü ortaya koyarak küresel ticaretin güvenliğini sağlaması formülüne dayanıyor.

Haber Merkezi
04:00 - 30/06/2019 Pazar
Güncelleme: 01:40 - 30/06/2019 Pazar
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
MEHMET A. KANCI

Doğu Akdeniz, 1. Dünya Savaşı’ndan bugüne en hareketli günlerini yaşıyor. Rusya’nın Esad rejimini desteklemek için 2014 yılında ilhak ettiği Kırım’daki Sivastopol limanını tamamen kontrol altına alıp sıçrama tahtası olarak kullanarak Doğu Akdeniz’e askeri sevkiyatı artırması bölgeyi jeostratejik mücadelenin kıblesi haline getirdi. Kısa sürede Esad rejimini korumak için Suriye kıyılarına konuşlanan Rus donanmasına karşı, onu cezalandırmak için Amerikan, İngiliz ve Fransız donanmaları da yerini aldı. Hazar Denizi, Kızıldeniz ve Karadeniz’de konuşlu donanma unsurları da Suriye üzerinde uçuşan füzelere katkı yapmaktan geri kalmadı.

BALA ÜŞÜŞEN ARILAR

21. yüzyılda donanma güçleri, 19. yüzyılın “Buharlı Gemiler Çağı”ndakine benzer bir hakimiyet mücadelesine girişti. Bugün, Doğu Akdeniz’deki bu mücadele Güney Çin Denizi, Japon Denizi, Kuzey Buz Denizi, Baltık Denizi ve İran Körfezi’nde artan hakimiyet savaşı ile eş zamanla olarak gelişiyor. Doğu Akdeniz’e dönecek olursak, Suriye odaklı başlayan bu mücadele 2018 yılında Kıbrıs Adası’nın çevresindeki enerji havzalarının Avrupa Birliği ülkelerinin ve Amerikan enerji şirketlerinin artan ilgisiyle yeni bir boyuta evrildi. İlk aşamada Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-İsrail-Yunanistan ve Mısır’ı, hem zengin enerji kaynaklarını değerlendirmek için başlattıkları girişim, tarafların tamamının Türkiye ile çıkar çatışması noktasında kurdukları ortaklık Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’ni de hem donanmaları hem de sondaj platformları ile bala üşüşen arılar gibi bölgeye çekti.

Fransız, İtalyan ve Amerikan enerji şirketleri yalnızca Kıbrıs Adası açıklarında değil, Girit Adası’nın münhasır ekonomik bölgesinde de sondaj yapmak için Atina yönetimi ile anlaşmalar imzalıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin korumasını sağlamak için de hamleler yaptı. Güney Kıbrıs›taki Vassiliko deniz üssü Fransız donanmasına tahsis edilirken karşılığında Total şirketinin sondaj çalışmalarına Türk donanmasının müdahalesine yanıt verilmesi konusunda taraflar anlaştı. Girit Adası çevresinde yakın zamanda başlayacak sondaj faaliyetleri ise yüksek bir ihtimalle Yunanistan tarafından halihazırda bu adayı ikmal merkezi olarak kullanan Amerikan 6. Filosu’nun ve Avrupa Birliği ülkelerinin savaş gemilerinin Doğu Akdeniz’deki meselelerde Türkiye’ye karşı daha fazla kullanılması için bir fırsat olarak değerlendirilecek.

CEBELİTARIK’TAN İSKENDERUN KÖRFEZİ’NE KARŞI ATAK

Türkiye’yi, Ege ve Akdeniz’de manevra yapamayacak hale getirmeyi hedefleyen, Kıbrıs Adası ile bağını koparmayı, bölgenin ekonomik zenginliklerinden istifade etmesini imkansız hale getirmesini amaçlayan bu hamlelere karşı Türkiye her seviyede karşı atağa geçti. 2019 yılından itibaren Türk donanma unsurları, Tunus ve Libya açıklarında uyuşturucu kaçakçıları ile mücadeleye girişti. Türk Deniz Kuvvetleri, Haziran ayı içerisinde “Atlantik Ton Balıklarının Korunması Uluslararası Komisyonu Denetimleri” kapsamında orkinos balık türlerinin korunmasına yönelik Doğu Akdeniz’deki Türkiye’nin yetki alanlarında balıkçı teknelerini denetime tabi tuttu. Basınımıza pek ilgi görmeyen bu haber, Türkiye’nin Kıbrıs açıklarına sondaj için yönlendirdiği Fatih ve Yavuz sondaj gemileri kadar önem taşıyordu. Türkiye kendisini çevreleyen denizlerde oluşturulmaya çalışılan kuşatma çemberini etkisiz kılmak için bu oyunu daha geniş bir sahaya yaymak, Cebelitarık’tan İskenderun Körfezi’ne kadar Akdeniz’in her noktasında, yalnızca savunma maksatlı değil, enerji aramaları, bilimsel araştırmalar ve suçla mücadelen doğan tüm haklarını muhafaza maksadıyla bayrak göstermek mecburiyetindedir.

Bu mücadelede Türkiye’nin karşısında beliren güçler arasında caydırıcılık kapasitesi en yüksek olan ise şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri’dir. Halihazırda müttefiklik ilişkilerinin neredeyse her boyutunu yeniden değerlendirmekte olan Ankara ve Washington, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin provokatif siyasetlerinin inşa ettiği karanlıkta yeni bir yüzleşmeye hazırlanıyorlar. İngiltere’nin F-35 savaş uçaklarını DEAŞ ile mücadele gerekçesiyle Kıbrıs Adası’ndaki Ağrotur üssüne konuşlandırması da bu mücadeleyi daha çetrefil hale getiren bir başka unsur oldu. Kıbrıs Adası ile Suriye, Lübnan ve İsrail arasında kalan bölge bugün dünyada elektronik harp metotlarının en yaygın ve güçlü şekilde kullanıldığı alan haline geldi desek yalan olmaz. Elektronik harp taktikleri ile Rusya’ya kendi keşif uçağını düşürten İsrail, 26 Haziran’da İsrail’in Ben Gurion Havaalanı ve çevresindeki tüm uçakların GPS (Küresel Konumlandırma Sistemi) sistemlerini akamete uğratan Rusya Silahlı Kuvvetleri de giderek sertleşen bu oyunun parçaları.

WASHINGTON’UN YENİ OYUNU: FONOP

“Peki en güçlü silah kimin elinde?” sorusunun cevabını arayacak olursak, bunun yanıtı ise Amerika Birleşik Devletleri. Ancak bu silah ne bir uçak gemisi, ne süper sonik bir füze ne de bir hayalet uçak. Uluslararası hukukta kendi kurallarını koymanın ötesinde, kendi kurallarını yaratma konusunda uzmanlaşan Washington yönetiminin yeni silahı “Özgür Seyir Hakkı”. Bu kavram Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı vururken icat ettiği “Önleyici Vuruş” kavramının farklı bir modeli. Hatırlanacağı gibi Amerika Birleşik Devletleri, kitle imha silahına sahip olduğuna dair kanıtlar elde ettiği bir ülkeyi, ilk hamleyi yapmasına izin vermeden vurabilmek maksadıyla “Önleyici Vuruş”u icat etmiş, daha sonra kimyasal silah bulamamış olsa da Irak’ın işgalinde bu söylemden sonuna kadar yararlanmıştı. İşte “Özgür Seyir Hakkı” da böyle bir Amerikan icadı. Temel mantığı, hedef alınan ülkenin uluslararası sularda deniz ticaretini engelleyecek bir eylemde bulunmasına karşı Amerikan donanmasının vurucu gücünü ortaya koyarak küresel ticaretin güvenliğini sağlaması formülüne dayanıyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin denizden kuşatılması için Beyaz Saray ve Pentagon’daki parlak zekaların bulduğu bu formül 2017 yılında aktif olarak yürürlüğe kondu. Kısa adıyla FONOP (Freedom of Navigation Operations) olarak anılan bu programın hedefinde Çin’in yanısıra 9 Asya ülkesi bulunuyor. Operasyon alanı batıda Maldiv Adaları ve Sri Lanka’ya kadar ulaşan FONOP’un daha etkin kılınması için Amerikan Savunma Bakanlığı geçen yıl Pasifik Donanma Komutanlığı’nın ismini Hint-Pasifik Donanma Komutanlığı olarak revize etti. Bugün elimizdeki temel verilere bakarak FONOP’un temel hedeflerinin Güney Çin Denizi’nde Pekin yönetimi tarafından silahlandırılan adalara karşı tedbirler almak, Çin Halk Cumhuriyeti’nin “İnci Kolyesi Stratejisi” ile Doğu Afrika’ya uzanan deniz ikmal yollarını kesmek, Rusya ve Çin’in Maldiv Adaları ve Sri Lanka’da üsler elde ederek ABD’nin küresel düzeydeki en önemli üslerinden biri olan Diego Garcia’ya füze atacak mesafeye yaklaşmalarını engellemek olduğunu söyleyebiliriz. Sri Lanka’da geçen Nisan ayında 300’den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırıları da herhalde Hint Okyanusu’nun artan öneminden kaynaklanan bu perspektiften bakıldığında daha da önem kazanıyor. Bahsi geçen bölgeler, dünya ticaretinin yüzde 90’ının deniz yoluyla yapıldığı gözönüne alındığında “Özgür Seyir Hakkı” açısından büyük hassasiyet arz ediyor. Tayvan Boğazı ve Malakka Boğazı gibi stratejik geçitler Çin’in ticareti açısından tartışılmaz öneme sahip. Amerikan donanması ticaret gemilerinin güvenliğini sağlamak için Washington’daki yöneticilerin icad ettiği “Özgür Seyir Hakkı” kavramını kendisine kalkan yaparak düzenli aralıklarla Tayvan Boğazı’dan savaş gemilerini geçiriyor. Hatta Amerikan donanmasının da ötesinde, aynı Doğu Akdeniz’deki duruma benzer bir şekilde, geçmişte Hindiçini olarak anılan bölgedeki sömürgelerinde hala söz hakkı olduğunu düşünen Fransa da, Pasifik’teki deniz aşırı topraklarını bahane ederek Güney Çin Denizi’ne Charles de Gaulle uçak gemisini gönderdi. Güney Çin Denizi Haziran ayı içerisinde uçak gemisi ve helikopter gemisi trafiği açısından tarihinin en yoğun dönemlerinden birini yaşadı.

HÜRMÜZ ÖRNEĞİ AKDENİZ’E TAŞINACAK

Amerika Birleşik Devletleri, Çin’i ablukaya almak için icat ettiği “Özgür Seyir Hakkı” kavramını kısa sürede Hürmüz Boğazı-Arap Denizi-İran Körfezi üçgenine de taşıdı. İran’ın, kendisine yönelik yaptırımlara Hürmüz Boğazı’nı kapatıp, rekabet halinde olduğu Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol ihracını engelleyerek karşılık vereceğini açıklaması, Washington yönetiminin ekmeğine yağ sürdü. Amerikan Başkanı Trump, Hürmüz Boğazı girişine donanmasını gönderirken, bir yandan da Körfez ülkelerinden petrol ithal eden ülkelerin donanmalarını, enerji kaynaklarının güvenliğini sağlamaları için İran Körfezi’ne davet etti. Uluslararası toplumun tıpkı Ukrayna’nın doğusunda görmezden geldiği savaş gibi, Körfez bölgesindeki adı konmamış savaş da şimdilik Amerikan dronlarının İran tarafından düşürülmesi ya da Birleşik Arap Emirlikleri limanlarındaki petrol tankerlerinin faili meçhul mıknatıslı mayın saldırılarına hedef olmalarıyla sürüp gidiyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin “Özgür Seyir Hakkı” söyleminin müşteri bulduğu İran Körfezi’nde 1984-1987 yılları arasındaki gibi bir tanker savaşının meydana gelme olasılığı yüksek. Üstelik bu defa dronlar ya da balistik füzelerle donatılmış İran Devrim Muhafızları’nın saatteki hızı 100 kilometreye ulaşan botları gibi sofistike silahlarla bu savaşın maliyeti daha da yüksek olacaktır. İşte Güney Çin Denizi’nden başlayıp İran Körfezi’ne ulaşan bu Amerikan malı “Özgür Seyir Hakkı” söyleminin Doğu Akdeniz’in kapısını çalması an meselesi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile güvenlik anlaşması yapan Amerika Birleşik Devletleri’nin, Türkiye’nin kıta sahanlığındaki meşru haklarını ya da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını müdafa için yapacağı bir girişime bu söylemle ilk aşamada diplomatik bir saldırı yapması şaşırtıcı olmayacaktır. F-35 Projesi’nden Türkiye’yi bertaraf etme konusunda müttefiklik ilişkisi, ticaret hukuku ve uluslararası hukuk gibi kavramları önemsemeyen Amerika Birleşik Devletleri’nin KKTC’nin haklarına ne kadar saygı göstereceği de şüphelidir. Üstelik konunun bir de Amerikan Başkanı Trump’ın çok iyi anladığı savunma sanayii-para ilişkisi boyutu var ki, konu bu noktaya geldiğinde Türkiye için işler biraz daha karmaşık hale gelecektir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından elde edeceği gelire şimdiden göz diken ABD, 1987 yılında adanın güneyine uygulamaya başladığı silah ambargosunu da kaldırmaya hazırlanıyor. Bugüne kadar GKRY’nin yüksek silahlanma giderleri Fransa ve Rusya’yı ihya ederken, yakın gelecekte ABD’nin de bu pazardan payını ya da haracını almak istemesi sürpriz olmayacaktır. Türkiye, 1974’te Kıbrıs Türklerini müdafa için imkansızlıklar içerisinde hem ABD’den hem İngiltere’den gelen baskılara boyun eğmemişti.

Bugün Doğu Akdeniz’deki güç dengeleri 45 yıl öncekinden daha karmaşık. Fransa ve ABD’nin desteğini aldığına inanarak Türkiye’ye karşı her türlü askeri kışkırtmaya girmeye meyilli bir Yunan hükümeti mevzu bahis. Üstelik SYRIZA lideri Tsipras’ın yaklaşan erken genel seçimi kaybedip iktidarı Yeni Demokrasi’ye kaptırmak üzere olduğunu gözönüne alırsak bu kışkırtmaların daha da artma ihtimali var. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de dengeyi tesis edebilmesi için savaş gemileri ve uçakları kadar ABD’nin “Özgür Seyir Hakkı” söylemine karşı harekete geçireceği sağlam bir hukuk mücadelesini geç kalmadan inşa etmesi gerekiyor.

#Doğu Akdeniz
#ABD
#Rusya
5 yıl önce