|

Irak seçimleri ve değişen dengeler

Irak seçimlerinde ortaya çıkan tablo ülke içerisinde siyasi parçalanmışlığı açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 27/05/2018 Pazar
Güncelleme: 17:37 - 27/05/2018 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Mehmet Koç - IRAM İç Politika Uzmanı

Irak halkı 12 Mayıs’ta dördüncü kez genel seçimler için sandık başına gitti. Seçimlerde toplam 24.350.000 seçmenden 10.840.000’i oy kullandı. Ülke genelinde seçimlere katılım oranı %44,5 kalırken başkent Bağdat gibi bazı yerlerde katılımın %30’lara kadar düştüğü görüldü. Ülkede 2005’te onaylanan anayasa ile parlamenter sistemin tesis edildi. 2005, 2009 ve 2014 seçimlerinin ardından yaşanan olumsuz tecrübelerden sonra siyaset kurumuna duyulan güvenin azaldığını gözlemlenmektedir. ABD işgalinden bu yana güvenlik ve istikrarın sağlanamadığı ülkede yaygın yolsuzluk iddialarından rahatsız olan Iraklılar tepkilerini seçimlere düşük katılım göstererek ortaya koymuşlardır.

SEÇİMLERDE BİR İLK

Seçime irili ufaklı yirmi yedi koalisyon ve grup katılmış ve önceki seçimlerden farklı olarak bu defa İran’a yakın siyasi parti ve gruplar hükümet kuracak çoğunluğu elde edememiştir. Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komiserliği’nin resmi seçim sonuçlarına göre 329 sandalyeli parlamentoda Muktedâ Sadr’ın liderliğindeki Sairun koalisyonu 54 milletvekiliyle birinci sırada yer alırken İran’a yakınlığıyla bilinen ve Haşdi Şabi’nin komutanlarından Hadi Amiri liderliğindeki Fetih Koalisyonu 49 ile ikinci ve Haydar el-İbadi’nin öncülük ettiği Nasr koalisyonu 42 sandalye ile üçüncü sırada yer almıştır. Ayıca İran’a yakınlığıyla bilinen Nuri el-Maliki’nin liderliğindeki Kanun Devleti Koalisyonu 25, Kürdistan Demokrat Partisi 21, Iyad Allavi’nin öncülüğündeki Vatan Koalisyonu 21, Ammar el-Hekim’in Ulusal Akıl Koalisyonu 20, Kosret Resul’un liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği 19 ve Nüceyfi’nin liderlik ettiği Karar Koalisyonu 13 koltuk kazanırken diğer koltuklar daha küçük ölçekli oluşumlar arasında paylaşılmıştır.

Ortaya çıkan bu tablo ülke içerisinde siyasi parçalanmışlığı açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Seçime birçok alt bileşenden oluşan yirmi yedi koalisyon girmiştir. Bu siyasi manzara ülkenin bir süre daha siyasi istikrara kavuşamayacağını göstermektedir. Ülkenin politik aktörlerinin bu denli dağınık olması onları dış güçlerin etkisine de açık hale getirmektedir. Saddam sonrası Irak siyasi birliğini kaybetmiş ve başta ABD gelmek üzere İran ve diğer ülkelerin güç mücadelesi alanına dönüşmüştür. 2003’e kadar ülkeye Sünni-Arap azınlık hakimken sonraki süreçte Arap-Şii-Kürt unsurlar kontrolü ele alarak Sünni Arapları pasifize etmişlerdir. Ancak yeni dönemin hakim unsurları da kendi aralarında bütünlükten yoksundur. Bundan dolayı ideolojik kamplaşmalar yüzünden faklı siyasi eğilimlere sahip Şii-Arap ve Kürtler seçimlere birbirlerine rakip olarak girmeyi tercih etmişlerdir. Ne Kürt kimliği ve ne de Şiilik kimliği Kürtleri ve Arapları bütünleştirecek potansiyele sahip değildir. Kürtleri temsil eden partiler arasında derin ideolojik farklılıklar olduğu gibi Şiiler arasında da teopolitik görüş ayrılıkları yapısal boyuttadır.

Yeni dönemde iktidarın oluşum süreci cumhurbaşkanının meclis tarafından 2/3 çoğunluk yani 220 milletvekilinin desteğini alarak seçilmesiyle başlayacaktır. Ardından Cumhurbaşkanı seçimi birincilikle bitirmiş olan koalisyonu hükümeti kurmak üzere görevlendirecektir. Hükümet kurmak için yeter sayısı %50+1 yani 165 sandalyedir. Sadr-İbadi-Hekim-Allavi ve Kürtler ile diğer küçük koalisyonlar, İran yanlısı Fetih ve Kanun Devleti koalisyonlarını dışta bırakarak hükümet kurabilecek sayısal yeterliliğe sahiptir.

Sadr’ın “Iraklılık” kimliği ve mezhepler üstü siyaset vurgusu iç politikada politik bütünleşmeyi temsil etmeyi dış politikada ise negatif denge anlayışıyla hem İran hem de ABD’nin Irak’taki nüfuzlarını sınırlandırmayı amaçladığını göstermektedir. Doğrusu İran ile organik bağı olan gruplar dışındaki Şii gruplar da Tahran’ın Irak’ı bir nüfuz alanı olarak görmesinden rahatsızdır. Söz konusu gruplar ayrıca İran’ın Irak’ı bir mücadele alanına çevirerek istikrarsızlaştırmasından rahatsızlık duymaktadırlar. Bu nedenle bu gruplar sesli bir şekilde dile getirmeseler de tavırlarını Sadr’ı destekleyerek gösterebilirler.


Mukteda es-Sadr ve İran

1974 doğumlu Mukteda es-Sadr’ın ailesi Irak Şiileri arasında dini-siyasi görüşleri bakımından önemli bir konuma sahiptir. Mukteda es-Sadr’ın babası Ayetullah Muhammed es-Sadr, Şubat 1999’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. Muhammed es-Sadr, Saddam’a karşı muhalefetleriyle tanınan Sadr ailesinin ilk kaybı değildi. Daha önce de Irak’ın tanınan taklit mercilerinden Ayetullah Muhammed Bakır es-Sadr da İran’da kurulan velayet-i fakihe dayalı teokratik düzeni desteklemek ve Ayetullah Humeyni’ye uymakla suçlanarak Saddam tarafından Nisan 1980 yılında idam edilmişti. Bu yüzden Sadr ailesinin Irak Şiileri nezdindeki toplumsal tabanı dini ve siyasi mücadelelerindeki rollerinden dolayı eskilere dayanmaktadır.

Mukteda es-Sadr 2003’te Irak’ın işgalinden sonra Amerikalılara karşı başlattığı silahlı mücadeleyle ABD işgaline son verip bir din devleti kurmayı amaçlamıştır. Ancak es-Sadr’ın İran ve ona bağlı siyasi ve milis güçlerle yaşadığı tecrübenin ardından hem din devleti hem İran konusundaki düşüncelerini gözden geçirdiği anlaşılmaktadır. İşgale karşı direniş başlattığında henüz otuz yaşlarında genç ve siyasi bakımdan deneyimsiz bir figür olan es-Sadr şimdi kırklı yaşlarında ve daha olgun siyasi duruşa sahiptir.

Doğrusu Sadr işgale karşı başlattığı direniş esnasında dolaylı olarak İran ile de savaştığının farkında değildi. Zira İran ve ABD Saddam sonrası Irak’ın yönetimi konusunda uzlaştıklarından Tahran söylem bazında ABD işgaline karşı olsa da pratikte onunla herhangi bir çatışmaya girmemiştir. Sadr ABD’den çok İran’ın uzantısı olan iktidardaki Maliki hükümeti ve İran tarafından eğitilmiş Bedir Tugayları tarafından yenilgiye uğratılmış ve barışa mecbur bırakılmıştır. Üstelik bütün bunlar yaşanırken Sadr İran’ın Kum kentinde ikamet ediyordu. Zira Ayetullah Hui’ye yapılan suikastı azmettirmekten 2004’te tutuklama kararı çıkarılmış ve İran kendisini 2006’da Kum’a intikal ettirmişti. Basra’nın yönetimi konusunda 2008’de Maliki ile yaşadığı çatışmada İran’a bağlı Bedir Tugaylarının Mehdi Ordusunu bastırmasındaki rolünü açık bir şekilde fark eden Sadr, Kasım Süleymani ile de bu olay vesilesiyle tanışmış oldu. Bu olaydan sonra Mehdi ordusu fesih edildi. 2009’da Irak yerel seçimlerine katılarak siyasi faaliyetlere ağırlık veren Sadr 2011’de Kum’dan Necef’e dönmüştür. Sadr İran’ın Irak’taki nüfuzunun derinliğini gün geçtikçe daha iyi anladı ve yeni stratejiler geliştirmeye çalıştı.

Sadr 2010 genel seçimlere katılarak 328 sandalyeden 40’ını kazanırken 2014 seçimlerinde kurduğu koalisyonla 32 milletvekili elde ederek muhalefette kaldı. Sadr 2014’te Irak’ın önemli bir bölümünü işgal eden DEAŞ’a karşı mücadele için Haşdi Şabi’nin kurulmasını fırsat bilerek Seraya el-Selam isimli kendi silahlı gücünü yeniden oluşturdu. Gelinen noktada Iraklı Şii din adamı İran ile yaşadığı bu deneyimlerin ardından Iraklılık üst kimlik vurgusu ile toplumun diğer kesimlerini de kucaklayan ve din devletinse toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek seküler bir devlet düşüncesine evirilmiş durumdadır.

Sadr’ın İran ile Anlaşmazlıkları

Sadr yayımladığı 29 maddelik bildiride “Ulusal Uzlaşı” taslağını ortaya koymuştur ve taslakta İran yanlısı Şii grupları bir hayli rahatsız eden maddeler yer almaktadır. Örneğin taslakta Irak’ın iki ordu sahibi olmasını gereksiz ve riskli gördüğünden Haşdi Şabi’nin fesih edilmesi ve bu güçlerin enerjilerini kültürel ve sosyal faaliyet gösteren merkezlere dönüştürmesi öngörülmektedir. Taslakta İran’ı rahatsız eden bir diğer madde ise ‘Dost Güçler’ olarak ifade ettiği aktörler dahil olmak üzere bütün yabancı tarafların Irak’taki güçlerini çekme çağrısıdır.

Sadr dış politikada ise Irak’ın eskiden olduğu gibi diğer Arap ülkeleri ile daha yakın ilişkiler içerisinde olmasından yanadır. Sadr’ın Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne gerçekleştirdiği ziyaretleri bu nedenle İran’ı rahatsız etmiştir. Bir diğer husus ise, Sadr’ın Beşşar Esed’i halkının iyiliği için koltuğunu terk etmeye davet etmesidir. Hatta Haşdi Şabi’ye bağlı grupların Esed’i desteklemek için Suriye’ye girmelerine karşı çıkarak içlerinde kendisine bağlı olanları ihraç etmiştir.

Necef ve Kum’UN Rekabeti

İran’ın Irak’a yönelik politikalarının askeri ve siyasi alanlarla da sınırlı değildir. Kum ve Necef ekolleri arasında Şii dünyasının dini liderliği üzerine rekabeti eskilere dayanmakla birlikte işgalden sonrası dönemde İran Necef ulemasının İran’daki teokratik düzene sıcak bakmamasından dolayı buradaki anlayışı değiştirme gayreti içerisindedir. Bu doğrultuda Ayetullah Sistani sonrasına hazırlıklar yapmakta olduğu ve teopolik olarak İran çizgisindeki bir taklit merciyi ön plana çıkarmaya çalışmaktadır. Ayetullah Sistani’nin sergilediği tavra bakılırsa İran’ın bu çabalarını hoş karşılamamaktır. Ancak tavrını bir adım daha sertleştirmesi durumunda İran ile karşı karşıya gelme riski yüksek olduğundan sessizliğini korumaktadır. Dolaysıyla İran’ın 1979 devrimi sonrası oluşturduğu teokratik düzenin benzerini Irak’ta oluşturmaya çalıştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ayetullah Sistani’nin seçim öncesi yayımladığı manifesto ve ortaya çıkan seçim sonuçları bu bakımdan ayrıca önem arzetmektedir. İran’da zerdüşt bir vatandaşın dininden dolayı il belediye meclisi üyeliğine son verilmesine karşılık Necef’te komünist bir milletvekilinin seçilmesine ulemanın sessiz kalarak onay vermesi iki ekol arasındaki teopolitik yaklaşımların farklılığını açık bir şekilde yansıtmaktadır.

Sonuç olarak Sadr’ın benimsemiş olduğu iç ve dış politika anlayışı İran’ın Irak ve bölgesel politikalarına tamamen zıttır. Sadr’ın düşüncesine göre ulusal uzlaşı hükümetinin kurulabilmesi için geniş tabanlı ve seçimi önde bitirmiş tarafların katılımı önemlidir. Ancak Sadr’ın İran ile organik bağa sahip Maliki ve Amiri gibi aktörlerle aynı hükümet çatısı altında nasıl bir araya gelebileceği şimdilik muammadır. Şu bir gerçektir ki İran’ın bugüne kadar Irak’ta yaptığı politik ve askeri yatırımları gözden çıkarması mümkün değildir. Zira İran’ın oluşturduğu Direniş Ekseni’nin ayrılmaz parçalarının en önemlilerinden birisi Irak’tır.

Özellikle ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesiyle İran’ın bölgesel nüfuzunun sınırlandırılması doğrultusunda ilk durak Irak olabilir. İç dinamikleri dış bağlantılarından dolayı komplike bir duruma gelmiş olan Irak’ın geleceğinde belirsizlikler hâkim olmaya devam edecek gibi görünmektedir. ABD’nin İran’ın üzerine gitmesi durumunda Tahran Washington’a Irak’ta ve hatta Afganistan’da istikrarsızlıklar yaratarak cevap verebilir.

#Irak
#İran
#Seçim
6 yıl önce