|

İran’ın tehlikeli oyunu

İran, ABD’nin bölge üzerindeki planların farkındadır ancak “ABD beni kandırıyorsa ben de onu kandırırım” şeklinde bir güvenle “oyuna girmekte” ve ABD’nin tek kaygısının İran olmadığı, dolayısıyla bir tek ona odaklanamayacağı ve hata yapabileceği varsayımından hareketle, ABD ile arasındaki güç asimetrisine rağmen fırsatları uzun vadeli kazançlara dönüştürebileceğini ummaktadır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 27/10/2017 Cuma
Güncelleme: 15:23 - 27/10/2017 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Prof. Dr. S. Gülden Ayman • İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Geçmişten bugüne İran’ın uluslararası sisteme yaklaşımına kendini var etme ve koruma mücadelesi damgasını vurmuştur. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı önceki tarihi tecrübelerle de beslenen “kurban” psikolojisini güçlendirmiş, İran üzerinde kullanılan kitle imha silahlarının Batılı ülkelerce sağlanmış olması İran’da Batılı değerlerin meşruiyetine yönelik sorgulamaları daha da derinleştirmiştir. Bu tür bir psikolojiyle hareket eden İran bir taraftan uluslararası sistemde “kurban” olanlara dair vurgu yaparken diğer taraftan realist bir bakış açısı ile -dönemsel olarak ağırlıkları değişebilmekle birlikte- temelde uluslararası sistemde kendi varlığını kabul ettirme, rejiminin tanınmasını sağlama ve güvenliğini sağlamlaştırma olarak ifade edilebilecek üç temel hedef belirlemiştir.

GÜÇ BOŞLUKLARINI DEĞERLENDİRDİ

Irak işgaliyle başlayan süreç İran’a hegemonyaya karşı güçlü bir direniş sergilemezse kendi varoluşun da daha sonraki aşamalarda bu kez “doğrudan” tehdit edileceğini ona hissettirmiştir. Ve nihayet Suriye’de başlayan iç savaş “sıranın kendisine gelmekte olduğunun” işaretini vermiştir. Bunun karşısında İran bir taraftan “asimetrik savaş stratejilerine” başvururken diğer tarafta da tüm güç boşluklarını fırsat olarak değerlendirerek bölgede siyasi ve ekonomik etkinliğini arttırma çabasına girmiştir.

Zaten faaliyetlerinin açığa çıkmaya başlamasından bugüne Batı’nın İran’a yönelik tehdit algısı esasında İran’ın nükleer silah üreterek kullanımı olasılığı nedeniyle değil, bu sayede “caydırıcılığını” arttırıp hareket serbestisi kazanması noktasında önem kazanmaktadır. Zira bir ülkenin nükleer silaha sahipliği bu silaha sahip olmayanlar kadar olan “karşı” taraftaki devleti veya devletleri söz konusu ülkeye karşı siyasi, stratejik hedefleri yolunda konvansiyonel askeri güçlerini kullanmaktan mahrum etmekte dolayısıyla “maliyetine katlanamayacakları” bir çatışmadan uzak durmalarını sağlamaktadır.

NÜKLEER KALKAN

Neticede İran tarafından geliştirilmekte olan nükleer kapasite askeri bir nitelik kazandığında bölgesinde İran’ın faaliyetleri karşısında duracak diğer ülkelerin de elini bağlayan ve İran’ın bölgesine siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri müdahaleleri bağlamında onu koruyan bir kalkan işlevi de görecektir. Tıpkı bugün açıkça deklere edilmese de İsrail’in nükleer kapasitesinin yarattığı etkide gözlemlendiği gibi.

Tüm bunlar olurken pragmatik yaklaşımı çerçevesinde İran küresel hegemonya mücadelesinin önde gelen aktörü ABD’nin kendisini tanıması için diplomatik fırsatlar yakalama gayretinde olmuş ve işbirliği kapısını aralık bırakmıştır. Afganistan’da ABD ile denenen işbirliği Irak ve Suriye’de DEAŞ’ın ortaya çıkmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır.

Afganistan konusundaki istihbarat paylaşımı daha ileri düzeyde işbirliklerinin önünü açamamıştır. ABD ile İran arasında DEAŞ bağlamında kurulan ortaklık da aslında daha baştan çok sınırlı ve kırılgandır çünkü İran için Irak’ta bir bağımsız Kürt Yönetimi’nin kurulması hem bu varlığın ABD’nin bir ortağı olarak ortaya çıkması hem de gelecekte kendi topraklarını da içine alacak şekilde büyümesi nedeniyle İran açısından bir tehdittir.

Irak ve Suriye’ye gelince İran DEAŞ sonrasında bu ülkelerin geleceğinde söz sahibi olmak istemektedir. Tabii bunun için öncelikle meşru bir aktör olarak tanınması gereklidir. Bugünse Trump yönetimi sadece İngiltere, Fransa, Almanya’nın itirazlarına aldırmadan bundan ayrılmayı düşündüğünü ifade etmekle kalmamış İran Devrim Muhafızlarını, Ortadoğu’da terörü yaymakla suçlayarak küresel terörizme ilişkin Başkanlık Kararnamesi ve Amerika’nın Düşmanlarına Yönelik Yaptırım Yasası kapsamına sokmuştur.

Aslında nükleer müzakerelerin ve bunlar sonucunda ortaya çıkan uzlaşının İran için önemi bu sürecin ABD tarafından tanınarak uluslararası sistemin meşru bir aktörü olması yönünde bir fırsat olarak değerlendirilmesidir. İran’ın bu nedenle bu süreci hemen ve kolaylıkla harcayacağı beklenmemelidir.

ABD BÖLGESEL HUSUMETLERİ KULLANIYOR

ABD Yönetimi İran’ın bölgesel etkisinden ve yürüttüğü asimetrik savaştan rahatsızdır. Bunu engelleme yolunda ikincil aktörleri devreye sokmakta, cesaretlendirmektedir. Son dönemde Suudi Arabistan’ın Irak Şiilerini Mukteda el Sadr’ı kullanarak İran’dan uzaklaştırma gayretleri bu çerçevede anlam kazanmaktadır. Öte yandan unutulmamalı ki ABD’nin bölgenin kontrolü için başvuracağı uzun vadeli stratejiler bugünkü aldatıcı görüntüsüyle bir tek İran’ı dışlayan, etkisini dengeleyecek veya frenleyecek adımlardan oluşmayacaktır. ABD bölgesel güçlerin onlara bağımsız hareket kabiliyeti kazandıracak yönde bir güce erişmelerine karşıdır ve kendi aralarında uzlaşmalarının da engellenmesi gerektiği düşüncesindedir.

Diğer bir deyişle ABD’nin arzusu bölge ülkelerinin birbirleriyle olan anlaşmazlıklarını ve husumetlerini kullanma sayesinde doğrudan müdahalelere başvurmadan bölgeyi kendi çıkarlarına uygun bir şekilde yönetmektir. Irak ve Suriye’yi parçalamak İsrail’den sonra bölgede ikinci bir stratejik ortak olarak “Kürdistan” yaratma peşindedir. Bu kademeli ve uzun vadede gerçekleşmesi planlanan bir hedeftir. İran ve Türkiye’nin mümkün olduğunca birbirlerine zıt hedefleri destek görecek ve bunlar karşılığında kısa ve orta vadedeki gelişmeleri kabul etmeleri beklenecektir. Irak’taki Kürt bağımsızlık referandumu bu sürecin ilk parçası olmuş ancak beklenenin aksine Irak, İran ve Türkiye arasındaki yakınlaşma ile sonuçlanmıştır.

İran, ABD’nin bölge üzerindeki planların farkındadır ancak “ABD beni kandırıyorsa ben de onu kandırırım” şeklinde bir güvenle “oyuna girmekte” ve ABD’nin tek kaygısının İran olmadığı, dolayısıyla bir tek ona odaklanamayacağı ve hata yapabileceği varsayımından hareketle, ABD ile arasındaki güç asimetrisine rağmen fırsatları uzun vadeli kazançlara dönüştürebileceğini ummaktadır.

Kuşkusuz bu süreçte Türkiye-İran ilişkileri çeşitli sınavlardan geçecektir. Türk diplomasisi İran’la birlikte hareket edebileceği noktalarla onunla karşı karşıya gelebileceği durumları iyi değerlendirmeli Türkiye’nin çıkarlarını ön plana alarak olası krizlere karşı hazırlıklı olmalıdır.


#İran
#Suriye
#Ortadoğu
#ABD
6 yıl önce