|

İslamcılığı doğru anlamak

İslamlaşma hareketinin soğuk savaş tecrübesinin kimi yönlerini mutlaklaştırarak yüzyıllık bir fikriyatı bununla değerlendirmek ne bilimsel ne de insaf ölçülerine sığar. İslamlaşma fikriyatı çağdaş idrake İslam’ı söyletme arayışıdır.

Yeni Şafak
04:00 - 23/07/2015 Perşembe
Güncelleme: 23:09 - 22/07/2015 Çarşamba
Yeni Şafak
Prof. Dr. Ergün Yıldırım

Yıldız Teknik Üniversitesi


İslamcılık tartışması, büyük bir çarpıtma, indirgeme ve tek taraflı okumalarla devam ediyor. Bazıları belli bir manevi otoritenin rehberliğinde yer almakla doğru bilgi ve ihlas sahip olma tekelini kendinde görerek hareket ediyor. Manevi rehberden aldığı irfan ve ihlasla doğru bilginin üstünlüğüne sahip olmayı örtük bir biçimde gündeme getirmek doğmatizmine davetiye çıkarılıyor. Çünkü özel bir bilgi alma biçimine sahip tek, üstün ve tartışılmaz bir “doğru aktörlüğü”ne kendini yerleştiriyor. Oysa en manevi rehberler bile kendilerini böyle bir statüde görmezler ve var olan ilişkilerini izhar etmekten kaçınırlar. Çünkü mahrem, mahremdir! Mahrem, kişiseldir.



EHLİ SÜNNETE BÜYÜK KÖTÜLÜK


İndirgemeciliğin en berbat yönü bütün çoğulculuğun üstünü kapatması ve insanı tek bir çizginin mutlaklığına inandırmasıdır. Bu tutum farklı, çeşitli ve seçenekli yollara karşı insanı körleştirir. Bunun en çarpıcı biçimi İslam dinini tek bir mezhebe ve oradan da tek bir tarikata özellemek ve bunun dışındakileri İslam dışı, zındık, küfür ve bidat olarak yorumlamaktır. Özellikle Ehli Sünneti böyle yorumlayanlar yine en büyük kötülüğü Ehli sünnete yapıyorlar. Çünkü Ehli Sünnet bir çok mezheplerden meydana gelen bir orta yol koalisyonudur! İkinci olarak Ehli Sünnet kendi dışında yer alan Şia ve Mutezile gibi akımların tüm çizgilerini küfürle tanımlamaz. İman ve küfür meselesinde oldukça itiyatlı davranır. Mutedildir ve kılı kırk yarar bu konuda! Temel espri şudur: Amaç insanların küfür içinde olduklarını bulmak değil, iman üzerinde yürüdüklerini görmektir. Haricilik ise bunun tam tersini yapar.



Ehli Sünneti Nakşiliğe indirgemek hem bir cehalet hem de bir körlüktür. Çünkü Ehli Sünnet Nakşi, Kadiri, Mevlevi,Sümbüli, Üveysi vs. bir çok tarikatı kapsamaktadır. Başka bir ifadeyle Nakşiliğin dışında bir çok tarikat da kendini Ehli Sünnetle sınırlar. Özellikle Osmanlı toplumunda Mevlevilik bu açıdan başlı başına büyük bir gelenektir. Anadolu'dan çıkıp üç coğrafyaya yayılan bir Osmanlı tarikat çınarıdır. Osmanlı çınarına eşlik eden bir irfan ve imandır. İbn-i Arabi ekolü de Osmanlı topraklarında oldukça yaygındır. Ehli Sünnet onu da ehlileştirmiştir yer yer! Bütün bu konularda aynı bilgileri tekrarlayıp duran yüzlerce kitap ve yayın vardır. Peki yunus Emre meşrebi ne olacak? Anadolu'yu, baştan başa saran bu ruhu kabul etmeden bu coğrafyada İslam'dan bahsetmek ne kadar mümkün ?



Ehli Sünnet, zaman içinde Nakşibendilikle beraber en yaygın biçimine ulaştı bu topraklarda. Özellikle 19. Yüzyıl Kürt mutasavvuf Mevlana Halidi'nin Müceddidilik koluyla beraber… Ancak yine de Ehli Sünnet ile Kadirilik, Ekberilik, Mevlevilik, Rufailik vs arasında uzlaşmalar, beraberlikler vs. hep oldu. Kimi zaman bazı gerginlikler yaşansa da ana ilişki biçimi uzlaşama ve beraberlik oldu.



İSLAMCILIK VE ÇOĞULCULUK MESELESİ


İslam'ın bu yorumları, mezhepleri, çizgileri vs. İslamcılık (İslamlaşma) ile nasıl bir ilişkiye sahip oldu? İslamcılık bunları ret mi etti, dışladı mı yoksa bunlarla savaştı mı? İlişkileri reddiye, savaş ve dışlama üzerine okumak ne bilimsel ne de hakkaniyete dayanır. Çünkü İslamlaşma fikriyatı ortaya çıktığı XIX. yüzyıl ile beraber bu akımlarla ilişkisi çoğul bir yapıda seyretti. Kimi kez reddiyeler yazıldı, kimi kez eleştiriler yapıldı, kimi kez de uzlaşmalara gidildi. İslamcıların ilk metinlerine ve pratiklerine baktığımızda bu ilişkinin çoğul biçimlerini buluruz. İslamcılar, tarikatlara karşı derin eleştirilerde bulundular. Ancak onları tümüyle reddetmediler. Tarikatların bile kendilerini çok köklü bir biçimde eleştirdikleri bir tarihsel dönemde onların da eleştirmelerinden daha tabii bir şey yoktur.



Örneğin Son Meşayih ve Nakşiliğin büyük Şeyhi Esad Erbilli Efendi'nin de yayın kurulunda bulunduğu tarikat dergisi Beyanül Hak, tarikatların ıslahı ile ilgili önerilerde bulunurken çok köklü eleştiriler ortaya koyar. Şeyhleri, dergahları ve dervişleri öz eleştiriye davet eder. Zaten müceddidiye Nakşiliği de buna açık bir yoldur. İmam-ı Rabbani ve Şah Veliyüddin Eddehlevi bunun ilk öncüleridir. Nakşilik, bu müceddidiye damarından mülhem kendi üzerine eleştirel bir tutum içindedir. Hatta bana göre selefi Nakşiliği temsil eder bu yönüyle. Hatta Osmanlı coğrafyasında bu müceddidiye Nakşiliği İslamcılığın da doğuşuna ve var oluşuna önemli bir kaynaklık ettiğini düşünüyorum. Nitekim rahmetli Mehmet Zahit Kotku ile siyasal İslamcı Necmettin Erdoğan'ın yakınlığı bunu anlatır. Yani müceddidiye Nakşiliğiyle İslamcılığın uzlaşırlığını.



İslamcılık siyaseti doğduğu andan itibaren alimler, şeyhler, siyaset adamları ve entelektüellerle( yeni doğan modern dönem İslam düşünürleri diyelim bunlara) beraberdi. Örneğin Said Halim Paşa bir siyasetçiydi, II.Abdülhaimit de öyle. Şeyh Zafir Efendi Mağrip de etkili olan bir Şazeli şeyhiydi, Ebulhüda da Şam Eyaletinin en önemli Kadiri şeyhi. İkisi de II. Abdülhamit siyasetine destek veriyordu. Yazdıkları çeşitli risalelerle İslam toplumlarını cihada, birliğe, mezhepler üstü bir İslam anlayışına(İslamcılığın en önemli mezhep yaklaşımlarından biri) ve hilafete( siyasal birliğe) çağırıyorlardı. İslamın siyasal ruhu seferber ediliyordu. İslamcı entelektüellerden Filibeli Ahmet Hilmi, Fizan'a sürgününde tanıştığı şeyh Efendiden aldığı feyz ile İslamla ilgili daha geniş bir vukufiyet kazanır. İslamcılığı destekleyen ve yayan dergi ve gazeteler yayınlar ve matbaahanesi İslam dünyasında bir çok aydının, şeyhin ve alimin uğrak yeri olur . Ahmet Hilmi'nin Amak'ı Hayal adlı eseri, baştan başa bir tasavvuf metnidir. Daha doğrusu çağdaş bir tasavvuf metni. Ben buna çağdaş miraçname diyorum. Eser, bunalan bir aydının tarikat yoluyla elde ettiği hakikat ve huzuru anlatır. Filibeli hem İslamcı hem de bir tarikat ehlidir. Sadece ehli değil önemli bir tasavvuf düşünürüdür de. Yazdığı materyalizm ve pozitivizm reddiyelerinde de bunu görürüz. Muhammed İkbal başka önemli bir örnek. Hem İslam devletinin kuruluşunu savunan hem de tasavvufi düşüncenin varlığıyla bütünleşen bir şahsiyettir. Mesnevi, onun en büyük ilham kaynağıdır. Çünkü her satırında Mevlana konuşur, her nefsinde Mevlana atar! Türkçe bilseydi, belki de aynı şeyi Yunus Emre için de söyleyebilirdik.



ÇAĞDAŞ İDRAKE İSLAM'I SÖYLETME ARAYIŞI


Risale-i Nurlar, çağdaş kelamın muhteşem metinleridir. İçindeki her satır İbn-i Arabilik ve İşrakilik kokar. Bediüzzaman İslamcılığı, tasavvufun ruhuyla sarmaş dolaştır. O geleneği “çağın idrakine söyletir”.



İslamcılık ne mezhepsizliktir ne de mezhepçiliktir. Birincisi bütün İslam mirasını reddeder, ikincisi ise İslam'ı bir mezhebin sınırlarına kapatır ve diğer mezhepleri ötekileştirir. Mezhepsizlik, İslam'ın mezhepler tecrübesini bütünüyle reddetmektir. Mezhepçilik ise bir mezhebi fanatik bir biçimde yorumlamaktır. Kendi mezhebini mutlak, değişmez ve tek doğru yol görüp diğerlerini küfürle itham etmektir. İslamcı düşünürlerin çoğu mezhepçilik fanatizmine karşı ciddi eleştiriler ortaya atarlar. İslam dünyasının parçalanma ve iç çekişmelerden kurtulması ve ittihat-ı İslamın sağlanması için mezhep çatışmalarına karşı bir pozisyon içindedirler. Elbette Reşit Rıza gibi mezheplerin telfikini gündeme getirenler de bulunmaktadır. Ancak bütün İslamcılar mezhepleri reddenler olarak tasavvur etmek büyük bir cehalettir.



İslamlaşma hareketinin soğuk savaş tecrübesinin kimi yönlerini mutlaklaştırarak yüzyıllık bir fikriyatı bununla değerlendirmek ne bilimsel ne de insaf ölçülerine sığar. İslamlaşma fikriyatı çağdaş idrake İslam'ı söyletme arayışıdır. İslam coğrafyasından yükselen bir sestir. İslam'dan ilham alan bir idraktir. Batı entelektüel taarruzuna karşı sosyalizme, milliyetçiliğe, liberalizme, materyalizme ve pozitivizme teslim olmayan ve onlara meydan okuyan bir ufuktur. İlk kaynağı büyük bir samimiyet, inanç, ufuk ve entelektüel derinlik taşımaktadır. Yol alırken bulanması ve çeşitli sapmalara yönelmesi yeniden kaynağından bakmamızı zorunlu kılmaktadır. Nakşilik, II. Abdülhamit'in İslamcılık siyasetine eşlik eden en büyük akımdır. Bu aileden doğan yeni çocuklar İslamlaşma fikriyatına meylettiler. Babalarına bazen kızdılar, bazen meydan okudular. Ancak evlatlıktan çıkmadılar!






#İslamcılık
#Filibeli Ahmet Hilmi
#soğuk savaş
#Ehli Sünnet Nakşi
#Kadiri
#Mevlevi
#Sümbüli
#Üveysi
9 yıl önce