|

İslamofobya’nın kaynakları ve amacı

Sermayeci ve dünyacı küresel sistemin ahlaken ve vicdanen rahatsız ettiği Batılı milyonların 20. yy. boyunca artan bir hızla İslamlaşması, İslam korkusunun gündeme güçlü bir şekilde yerleşmesinin önemli sebeplerinden biridir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/06/2016 Cumartesi
Güncelleme: 22:07 - 10/06/2016 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Prof. Dr. Sadık Türker - Kırklareli Üniversitesi


Temel kurumları, emirleri ve yasaklarıyla birlikte bütün dinler aynı amaca hizmet ederler ki o yaşamdır. Yaşayan her varlık, kendisine yaşamasını emreden içkin bir güdüye sahiptir. Bu güdünün cisimde meydana getirdiği büyüyüp serpilme ve çoğalma davranışları bütününe nefs denir. İster bitki ve hayvan isterse insan olsun yaşayan her varlığın nefsi, yani içinde kendisine yaşamasını emreden bir nefs vardır.



Her nefs ölümlüdür; yani canlıdaki biteviye yaşama güdüsü, kaçınılmaz bir ölümle son bulur. İnsanda dinin ortaya çıkmasına yol açan, diğer canlılardan farklı olarak, bireyi yaşamdan alıkoyan ölümü anlayan akıldır. Kısaca dinin psikolojik kökeni, aklın ölüm idraki ve bu sorunu aşma süreci olarak özetlenebilir.



İslam, diğer dinlerden farklı olarak, ölüm kavramını temeline almıştır. Böylece ölüm tefekkürü üzerinden nefs kavramıyla çok güçlü bir bağ kuran İslam, tarihi boyunca yaşam saçmış, yaşamın her türlüsünü (bitkisel, hayvani, ırksal, dini, kültürel) korumuş ve zenginleştirmiştir. Bu yüzden İslam coğrafyası içine girdiği andan itibaren kaybolmuş veya asimile olmuş bir ırk, kültür, dil hatta dinin mevcut olmadığı söylenebilir. O halde, kültürel çeşitliliğin tarihteki yegane koruyucusu özelliğini taşıyan İslam, neden korku odağı haline getirilmiştir?



SASANİ VE BİZANS ETKİSİ


İslam korkusunun çağdaş bir algı olduğunu düşünmek yanlıştır. İslam'ın doğuşu, temelce, Geç Antikçağ Akdeniz dünyasında iki büyük sistemi rahatsız etmiştir; bunlar Sasani ve Bizans devletleridir. Onların her ikisi için, farklı yönleri bulunan İslam korkuları söz konusudur. İslam korkusu, insan, kadın, millet gibi kavramlar konusunda yeni ve aynı zamanda ürkütücü normlar öneren İslam'ın devrimci karakterinden kaynaklanır. Genel olarak İslam, dinamik etkenlerini kaybetmiş ve adaletten uzaklaşmış her geleneği korkutan, rahatsız edici güçlü normlara sahiptir. Bu, tarih boyunca görülen İslam korkusunun karakteristik kaynağıdır. Runnymede İslam Korkusu (1992) raporunda İslam'ın diğer kültürlerle ortak hiçbir norma sahip olmadığı ve onun bir din olmaktan ziyade şiddete yatkın politik bir ideoloji olduğu düşüncesine yer verilmesinin nedeni budur.



İslam, tarih boyunca adaletten, iyilikten, barıştan kopmuş bütün gelenekleri korkutmuştur. Ancak “İslam korkusu”nun bir kavram olarak gündeme yerleştirilmesindeki zamanlamayı dikkate almak, bu söylemle nereye varılmak istendiğini anlamada hayati öneme sahiptir. Birinci Dünya Savaşı, Batı dünyasına şunu öğretmiştir: Dünyanın karşı kutbu yok edilmemeliydi; çünkü modern Batı dünyası kendisini Doğu, yani İslam karşıtlığı üzerine kurmuştu. İslam medeniyeti 19. yy. sonunda gözden kaybolduğunda Batı dünyası da çöküş sürecine girmiştir. Batı medeniyetinin, kendi eliyle kendi karşısavını üretme ve canlılığını sürdürme teşebbüsü, 1917deki Ekim Devrimini (Bolşevik Devrimi) sonuç vermiştir. Zira düşmanlık ve onun sonucu doğan korku, iktisadi ve siyasi yaşamı güçlendirir. En çok da, paranın dünyaya dağılmayıp belirli noktalara odaklanmasını sağlaması sebebiyle, sermayeciliğe hayat verir. Dünyanın bir kısmı kaos, terör ve huzursuzluk içinde olduğu sürece dünyanın diğer kısmı sizi düzene, barışa ve huzura davet edecektir. Sovyet sisteminin çöküşünden sonra Batı dünyasının karşı kutbu, Osmanlı'dan sonra ikinci kez boş kalmıştı; böylece Taliban, el-Kâide, Hizbullah ve Işid terörüyle ilişkilendirilen İslam korkusunun yaratılması zorunluluk haline geldi. Demekki İslam korkusu, iki kutuplu bir dünya sistemi yaratarak sermayenin coğrafi odak noktasının korunmasını sağlamak amacıyla bir tehdit olarak hizmet etmektedir. Eğer “sermayecilik” ve “İslam korkusu” ilişkisi üzerine bu hipotez doğruysa, İslam korkusu, en az Bolşevik devrimi kadar siyasi olarak tüzelleşme potansiyeline sahip demektir. İslam korkusu, sermayeciliğin sarılacağı son daldır.



BATI'DA EN HIZLI ARTIŞ GÖSTEREN DİN


Sermayeci ve dünyacı küresel sistemin ahlaken ve vicdanen rahatsız ettiği Batılı milyonların 20. yy. boyunca artan bir hızla islamlaşması, İslam korkusunun gündeme güçlü bir şekilde yerleşmesinin ikinci önemli nedenidir. Doğu blokunun çöküşü, sermayeci sistemi hem ekonomik hem de sosyolojik olarak net bir şekilde zaafa uğratmıştır. 20. yy. sonlarında, insanların sisteme yönelttiği eleştiriler, kendisine platform olarak İslam'ı seçmiştir. 1990-2000 yılları arasında 12,5 milyon Hristiyan müslümanlaşmıştır. Dünyada an itibariyle 1.7 milyar Müslüman bulunmaktadır; 2030 itibariyle 2,5 milyar civarında Müslüman olacağı; 21. yy.ın ikinci yarısında dünyada en çok izleyicisi bulunan dinin İslam olacağı tahmin ediliyor. Bu rakamlar, Batı'daki insanların müslümanlaşma hızını engellemeyi gerektiren ciddi bir durumdur. İslam korkusunun hizmet ettiği ikinci büyük hedef budur. Zira bu gidiş engellenmezse, tekbiçimci Avrupa kültürü, kendi bünyesindeki iki farklı dinle birlikte yaşayamayacağından, yüzyılın sonunda bir tercih yapmak zorunda kalacak ve Avrupa'nın topyekün müslüman bir sistem haline gelmesi tehlikesiyle yüzleşecektir. Bu tehlike, son yıllarda Katolik-Ortodoks otoritelerinin yoğun bir işbirliğine girmesine neden olmuştur.



İslam dünyasında yaklaşık üç asırdır sürdürülen modernleşme ideolojilerinin yarattığı yerli bir İslam korkusundan söz etmezsek, analizimiz eksik kalır. İslam ülkelerinde hakim durumdaki hükümetler, ideolojik bir şekilde İslam'ın gelişmeye engel olduğu tezinin yörüngesinde kurumlaşmışlar, toplumun kendi kültür geçmişiyle olan bağlarını kopartmışlar, özellikle eğitim kurumlarında bu temelsiz önyargı milyonlara aşılanmıştır. Doğal olarak, eğitimlerini geleneksel kurumlarda alan kitlenin dışında kalan ve resmi sisteme entegre olmuş önemli bir toplum kesimi, bilmedikleri ve tanımadıkları ama aynı zamanda kendilerinin fillen mensubu bulundukları dinden çeşitli gerekçelerle korkmuşlardır. Kimileri için bu gerekçe, yaşam tarzının değiştirilmesi kaygısı, kimileri için çıkarlarını kaybetme korkusudur. Küresel sermayeci sistemin 21. yy.daki can damarı olarak İslam korkusunun, İslam ülkelerinde ciddiye alınmasına neden olan işte bu faktördür. Ancak paradoksal olan şudur ki, İslam'dan korku duyan bu insanlar, Batılıların İslam korkusunu hem beslemekte, hem de bu korkunun hedefinde durmaktadırlar. Zira İslam ülkelerinde yaşayan bu insanlardan kimileri kendilerini ateist ilan etseler de, Batılıların gözünde onlar, en azından “kültürel Müslüman” sayılmaktadırlar. Dolayısıyla İslam korkusuyla yaratılmak istenen küresel yaptırımlar, onları da kapsayacaktır. 11 Eylül'den sonra ABD veya Kanada vatandaşı Hıristiyan Arapların neler yaşadığını dikkate alırsak, bu yargıyı anlamak daha kolay olacaktır.


#İslamofobya
#Küresel sistem
#İslam dünyası
#Sadık Türker
8 yıl önce