|

İsmet sahibi bir allâme

Ebülûla, “İstanbullu” diye bahsediyor Sâib Efendi’den. Evet, doğum yeri Erzurum olmasına rağmen küçük yaşta İstanbul’a gelmiş ve bir daha bu şehirden ayrılmamıştır. İsmâil Sâib Efendi’nin muazzam birikiminden istifadeye gelenler arasında her türden ilim yolcusu vardır. Bu konuda ünü ülke sınırlarının aşmış, kıtalar arası bir özellik kazanmıştır.

Yeni Şafak
04:00 - 15/03/2019 Cuma
Güncelleme: 11:32 - 14/03/2019 Perşembe
Yeni Şafak
 İsmâil Sâib Efendi
İsmâil Sâib Efendi
ÂLİM KAHRAMAN

İsmail Sâib Efendi bundan yetmiş dokuz yıl evvel, 22 Mart 1940 günü, Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. Sencer soyadını alan Efendi’yle ilgili bilgileri bir araya getirip bugünlere bırakan Prof. Ebülûla Mardin’dir. Huzur Dersleri adlı kitabının ikinci-üçüncü cildinde kendisine, küçük çaplı bir kitap olacak kadar geniş yer ayırmış (s. 987-1047 arası, tam altmış sayfa). Onu orijinal ve değerli kılan bazı kişilik özellikleri var. Bunlara geçmeden kısaca tahsil hayatından bahsedelim. Çünkü tahsili de kendine hastır.

Ebülûla, “İstanbullu” diye bahsediyor Sâib Efendi’den. Evet, doğum yeri Erzurum (1873) olmasına rağmen küçük yaşta İstanbul’a gelmiş ve bir daha bu şehirden ayrılmamıştır. İlk ve orta öğreniminden sonra Fatih Camiinde “Arapça, Farsça ve Şer’iyye” tahsiline başlar, 1896’da Arapgirli Abbas Şükrü Efendi’den; ardından Süleymaniyye Camiinde Buhâri-i Şerif okuyarak Rizeli el-Hâc Ferhâd Efendi’den icâzetler almıştır.

Bunlar Sâib Efendi’yi “âlim” yapar elbette. O zaman niçin “allâme” ifadesini kullandığımızı da açıklayalım. Efendi, 15 Eylül 1897’de Beyazıt Umumi Kütüphanesi’ne (bugünkü Beyazıt Devlet Kütüphanesi) Hafız-ı Kütüp yardımcılığına atanır. Medresedeki eğitimlerini tamamladığı için 1902’de Beyazıt Camii Dersiamlığı unvanını alır ve orada derslere başlar. Sâib Efendi’nin icazet verdiği öğrencisi oldu mu diye merak edenler için belirtelim: 1912 yılında verdiği bir icazetnamenin sureti Huzur Dersleri kitabında yer almaktadır.

İsmail Sâib Efendi’nin ilki 1916-1918, ikincisi 1922-1923 yılları arasında huzur derslerinde muhataplığı da vardır.

Müderris oldu, memur oldu peki eğitimi burada kaldı mı, hayır! Mülkiye Tıbbiyesine devamla Eczacılık’ı bitirir, bunun sağladığı hakla Tıp Fakültesi’nde “haricî öğrenci” olarak dersleri takip etmeye başlar. Tıbb-ı atîk, müfredât-ı tıp, teşrih ve biyoloji derslerini, düzenli ve notlar alarak takip eder. Tıp doktoru unvanını almasa bile, bu ilimleri elde eder. Onun bu yıllarda (1900’lerin başları), bir süre Hukuk Fakültesine de devam ettiği bilinmektedir. Arapça ve Farsça’nın yanında zamanla Fransızca ve Almancayı da öğrenir. Hatta anlayacak kadar Grekçe ve Latince bilmektedir.

SARIĞINI BIRAKMADI,
KÜTÜPHANEYE ÇEKİLDİ

Günlerini çoğu zaman kütüphanede, bir masaya yaydığı yazmaları tetkikle geçiren İsmail Sâib Efendi zekâ ve hafıza gücüyle bilinen kişilerdendir. Görmediği, incelemediği eser yok gibidir. Öğrendiklerini çoklukla hafızasına nakşetmekle yetinmiş, birikimlerini ancak zaman zaman kağıtlara geçirmiştir. O, iyi bir kitabiyâtçıdır. Eser vermemiş, birikenlerini cömertçe kendisine başvuranlara aktarmış, onlara yol göstermiştir. Dinî ilimler yanında edebiyat, tarih, felsefe, riyaziye ve tıp tarihiyle ilgili birçok kıymetli eserin ortaya çıkmasında birinci kaynak olmuştur. Önüne gelen bir hattın hangi yüzyıla ve kime ait olduğunu çoğu zaman isabetle tespit etmiş, okunması en zor yazıları bile kolaylıkla çözmede maharet sahibi olmuştur.

O, bir medreseli olarak ilmiye kıyafeti içindeydi. Yani “Sarıklı”! Hayatı boyunca bu kıyafetini değiştirmedi. 1921 yılında Darülfünûn’a Arapça Müderrisi olarak atandığında da bu kıyafetleydi. 1925’te şapka inkılabı olunca durumu güçleşti. Darülfünun’daki görevinden istifa etti. Bir öğrencisine ait şu satırlar bu konuyla ilgili olmalı: “Rivâyete nazaran, bir gün fakülte meclisinde hissine dokunan bir mevzû’un münakaşası esnasında önündeki kâğıda bir satır yazı yazmış hiç kimse farkında bile olmadan, tıpkı bir gölge gibi çekilip gitmişti. Masanın üstüne bıraktığı kâğıt, istifanâmesiydi! Ondan sonra Kütüphane-i Umumîye kapandı.”

Böylece çoktandır Birinci Hafız-ı Kütüplük yaptığı Beyazıt Umumi Kütüphanesi’ne tamamen çekilir. 1939’daki emekliliğine kadar, on dört yıl bir daha kütüphaneden dışarı çıkmaz. (Belli bir süreden sonra, akşamları, başına sarı keçeden yapılmış derviş külahını giyip Beyazıt Meydanı’nda dolaşmasına, biraz hava alıp kütüphaneye geri dönmesine göz yumulmaya başlanır.)

Akşam okuyucular gidip kütüphanenin demir kapısı kapandıktan sonra kitaplar ve beraber yaşadığı kedileriyle baş başa kalmaktadır (hayatı boyunca hiç evlenmemiş “mücerred” yaşamıştır). Salonunun arkasında bir bahçesi, bahçeye bakan kendi hususi odası vardır. Bir masanın üzerine serdiği yatağında yatıp kalkmaktadır. Tek zevki teneke semaverinde demlediği çayıdır.

KEDİLERİN BABASI

Kediler, onun hayatının ayrı bir faslıdır. Fukaraları da bulunan İsmail Sâib Efendi bir kedi severdir. Bu bilindiği için zamanla, kütüphanenin önüne bırakılıp giden gebe, hasta, uyuz, yavru her türlü kedinin babası olur. Onları besler, tedavi eder, doğumlarında başlarında bulunup gerektiğinde ebelik yapar (demek ki tıp eğitiminin pratiğini hiç yapmamış değil). Maaşı, daha ayın başında fukaraya ve kedilerin ihtiyaçlarına harcanan borçlara yatar. Kütüphanede her gün tencere kaynamakta, çorba gibi bir aş yapılmakta, hasta, gebe ve yavrulardan başlanarak önce kediler doyurulmaktadır. Kendisi de fukaralarıyla beraber, aynı aştan yemektedir.

İsmâil Sâib Efendi’nin muazzam birikiminden istifadeye gelenler arasında her türden ilim yolcusu vardır. Bu konuda ünü ülke sınırlarının aşmış, kıtalar arası bir özellik kazanmıştır. İim alışverişinde bulunduğu isimler arasında birçok müellif vardır: Bursalı Mehmed Tahir, Şerefeddin Yaltkaya, Kilisli Rıfat Bilge, Mehmet Ali Aynî, M. Fuad Köprülü, Ali Canip, İbnülemin Mahmut Kemal, Muallim Cevdet, Abdülbaki Gölpınarlı, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Süheyl Ünver, İsmail Hami Danişmend, Osman Nuri Ergin. Bunlara Oskar Rescher, Louis Massignon, Helmuth von Ritter gibi batılıları, Mısır’dan gelerek kendisiyle görüşen Zahide’l- Kevserî gibi isimleri de eklemek lazım.

Kişiliğine ait en önemli özelliklerinden biri de ismet sahibi olmasıdır. Yaratılmışlara olan merhameti sebebiyle hiçbir varlığı incitmediği gibi hoyrat tavırlar karşısında bile incinmemeye çalışmıştır. Sakin, gösterişten uzak, iç hallerini sezdirmeden, şikâyet etmeden yaşamayı benimsemiştir. Ölümünden sonra dostları, kendi adıyla bir eser telifinden kaçınması, hep arka planda gizlenmeyi tercih etmesini de onun sözünü ettiğimiz ahlakıyla açıklamışlardır. Hakkındaki bilgileri yazıp bizlere bırakan öğrenci ve dostlarıyla beraber İsmail Sâib Efendi’yi rahmetle anıyorum.

#kitap
5 yıl önce