|

Kadına şiddet mi gücün şiddeti mi?

Kadına şiddet, yalnızca güç gösterisinin en kolay yapılabildiği alan olduğundan bu denli yaygın. Yaygınlığı ise kadının toplumdaki güçsüzlüğünden kaynaklanıyor. Kadını güçlendirme adına yapılacaklar ise, yine güç-hak ikilemine getiriyor bizleri. Bu yüzden, kadına yönelik şiddeti tartışırken ideolojik yaklaşımlardan bağımsız, toplumdaki güçlü güçsüz ayrımına göre şekillenen davranışları ve uygulamalarını konuşmamız gerekiyor. Aksi halde, kısır bir döngü içerisinde dolaşmaya devam ederiz.

Yeni Şafak
04:00 - 4/03/2015 Çarşamba
Güncelleme: 22:05 - 3/03/2015 Salı
Diğer
Gündem
Gündem
NERGİS DAMA - YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL POLİTİKA DOKTORA ÖĞRENCİSİ

Her gün gördüğümüz, okuduğumuz, şahitlik ettiğimiz şiddete rağmen, Özgecan Aslan’ın katledilmesine sessiz kalınmadı, hatta alışkın olmadığımız şekilde ciddi bir tepki gösterildi. Tepkinin arkasındaki gerekçelerle tepkiyi anlatırken bulunan çözüm önerileri ve sorumlu görülen suçlular, kadın konusunda nerede durduğumuzu göstermesi bakımından önemli. 


Öncelikle, Özgecan Aslan’ın cinayetinde hem erkekler hem de kadınlar olarak hafifletici bir sebep bulamadık. Çünkü bu cinayet, okulundan evine gitmek isteyen, “makbul ve normal” olarak kabul edilen bir kadının başına gelmişti. Hatta kadın ifadesi yerine kullanılan “tertemiz bir genç kız” ifadesi, “kirli” olanların her türlü psikolojik ve fiziksel şiddeti hak ettiği algımızın ne kadar güçlü olduğunu kanıtlar nitelikte. 

Öyle olmasaydı Münevver Karabulut’un parçalara ayrılarak bir bavulda sonlanan yaşamı karşısında toplumsal bir isyan başlatırdık. Ancak Münevver Karabulut olayı, kızın erkek arkadaşının olması, üstelik bir de erkek arkadaşının evine gitmesi gibi tedbirsizliklerin (!) yaşandığı bir olaydı. Dolayısıyla, cinayete giden yolda alınmayan önlemlerden dolayı katili değil maktulü suçlamak işimize geldi. Diğer birçok olayda olduğu gibi, kadına yönelik psikolojik ve fiziksel şiddetin hafifletici sebepleri mutlaka ama mutlaka kadının uygunsuz davranışlarında arandı ve aranmalıydı.

Zaten sorunlu olan bu bakış açısı, bulunan çözüm önerilerinde de kendini gösteriyor. İdam cezası, hadım edilme gibi cezaların uygulanmasıyla, toplumun vicdanının rahatlayacağı düşünülüyor. Özgecan Aslan cinayetinin faillerinden birinin gönderildiği cezaevinde yaralanması ve hatta yaralanma şekli karşısında bir nebze olsa rahatlamamız, olayı “iyi oldu, hak etti” şeklinde yorumlamamız da bu yüzden. Çünkü karşı karşıya kaldığımız durum, her an hiçbir sebep olmaksızın, yani “normal” addedilen biri olsak bile, tacize, tecavüze, şiddete maruz kalabileceğimizi gösterdi. 

Kadına Şiddet, İdeolojik Tartışmalarla Sığlaştırılıyor

Şiddeti her şekilde meşrulaştırmada gösterdiğimiz maharet ideolojik olarak farklılaşmazken, suçu yükleyeceğimiz mecralar hayat tarzı ve ideolojilere göre çeşitlilik gösteriyor. Geldiğimiz noktada erkek egemen toplumun İslam dininin dayatması olduğu, seküler hayatı benimsememenin aslında kadını toplumdan soyutlayarak bu şiddeti cesaretlendirdiği, muhafazakârlığın toplumda kadının ötekileştirilmesine kapı araladığı, bunun da devletin tüm kurumları tarafından desteklendiği ifade edildi.

İşin trajikomik tarafı bu iddiayı savunanların, “çağdaş Türk kadını” normuyla başörtülü kadınların nasıl giyinmesine, nasıl davranmasına nasıl olması gerektiğine karar veren kişiler olmaları. Hem de bunu yaparken tamamen başörtülü kadınların iyiliğini (!) düşünüyor, kendilerini onlara karşı sorumlu görerek hareket ediyorlardı. Çünkü onlara göre öteki kadınlar özgürleştirilmesi gereken nesnelerdi. Bu bakışın erkeklerin kadına şiddet uygulama gerekçelerinde yer alan “onun iyiliği için, onu sevdiğimden, onu düşündüğümden” yaklaşımıyla arasında bir fark yok.

Erkek-kadın ayrımının yanı sıra kadınları bile kendi arasında ayıran, kadına şiddet konusunda temiz olmayan bir geçmişe sahip olan bu zihniyetin, bu konuyu dahi sekülarizm kutsamasıyla vermesi, hala daha şekilsel bir kadın tasavvuruyla, yani yapılmış saç, tayyör, kırmızı oje kimliğiyle kadın erkek eşitliğinin sağlanacağını savunmaları, temelsiz bir yaklaşımda ısrar ettiklerini gösteriyor.

Diğer yandan, kadının erkek karşısında eşit haklara sahip olamayışını, yaşlı erkeklerle evlendirilen kız çocukları örnekleri verilerek, bu davranışın da İslami referanslarla meşrulaştığını savunuyorlar. Sahi bu ülkede aradaki büyük yaş farkının olduğu kadın erkek evlilikleri yalnızca kırsal kesimde oluyor değil mi? Sosyo-ekonomik olarak üst tabakada yer alan, ama seküler hayat tarzını tercih edenler çocuk gelin değil de çocuk sevgili tercih etmiyorlar mı? Eğer arada dini nikâh yoksa, çocuk sevgililer kadının birey yolunda attığı adım ya da flört olarak değerlendirilebiliyor.

Hangi kimlikle kendimiz tanımladığımızın bir önemi yok, bu topraklarda ortak noktalarımızdan biri kadının güçsüz, korunmasız ve her daim korunmaya muhtaç olduğu inancını taşımamızdır. Sağın, solun, Alevinin, Kürdün, başörtülünün, başörtülü olmayanın, eğitimlisinin veya hiç eğitim almamış olan herkesin, son raddede kadının ve erkeğin ortak düşüncesi, bu ülkede kadının her zaman eğitilecek, terbiye edilecek, korunacak, haddi bildirilecek ve tehlikenin merkezinde olduğudur. Kadın bazen konuştuğu için terbiye edilir, bazen de konuşmaya hakkı olmadığı görüldüğü için. Kadın kendi tercihleriyle hareket eden bir varlık değildir, muhakkak kocasının ya da babasının baskısıyla bir hayat tarzı seçebilir. Bakınız: Bir kadın neden başörtüsü takar, sadece bir erkeğin dayatması olabilir ancak bu. 

Kürtaj ve üç çocuk

Bu yüzden, kadın cinayetlerinin sebeplerini tartışırken başat neden olarak muhafazakârlık kavramı üzerinden değil, yıllarca dayatılan kadının özgürleşmesinin ancak ve ancak laik yaşamla mümkün olduğu görüşünü de tartışmak gerekiyor. Kadına şiddetin arttığını, şiddeti muhafazakâr iktidarın meşrulaştırdığını ve şiddet kullananların iktidardan cesaret aldıklarını savunmak, 2002’den sonra bu ülke insanının şiddetle tanıştığını iddia etmekle eş anlamlı. İstatistiklerin arttığı bir gerçek, ancak şiddet istatistiklerinde görmezden gelinen bir nokta var.

Geçmiş döneme göre farklılık şu: Şiddet gören kadınlar bunu saklamaktan ziyade açıklamaya, ifade etmeye ve haklarını sorgulamaya başladılar. Kapalı kapılar ardında yaşananlar, son 12 yılda atılan adımlar ve hayata geçirilen uygulamalarla görünür oldu. Önceden sorunun dile getirilmeyişi ve saklanması, geçmişte böyle bir sorunun olmadığı anlamına gelmiyor. Ayrıca, değişen ve dönüşen toplum dinamiklerinde kadının söz sahibi olması, karşı çıkması, talep etmesi ve hak araması gibi eylemlerin son dönemde ciddi manada desteklenmesinin de etkisi büyük. Kadının baskı altında olduğunu, mevcut hükümet tarafından ikinci sınıf vatandaş olarak muamele edildiğine gösterilen kanıtların kürtaj ve üç çocuk üzerinden yürümesi, sloganlara sarılarak sorunun tartışılmayacağına en güzel örnek. Kısır bir ideolojik tartışmaya mahkûm olarak yürütülen bu soruna, kullanılan dil ve yöntemin çözüm getirmeyeceği de aşikâr.

Gücün Simgesi Şiddet, Güçsüzün Adı Kadın

Türkiye’de yaşanan sorunu bir kadın sorunu olarak tanımlamaktan ziyade, gücün şiddette tekamül etmesi olarak tanımlamak hem sorunu daha geniş bir açıdan tartışmamızı sağlayacak, hem de sığ ve artık kabak tadı veren ideolojik tartışmalardan kurtulmamıza imkân verecek. 

Bugün kadına şiddet olarak kullandığımız kavram, tam da güçlünün güçsüz olana karşı uyguladığı şiddete karşılık gelmektedir. Her dönemin güçsüzleri ve güçlüleri farklı kimliklerle karşımıza çıkabilir, örneğin Dersim katliamında güçsüz olarak Alevilerken, 28 Şubat döneminde toplumsal yaşamdan bağları koparılan dindar camia güçlülerin şiddetinin yöneldiği kesimdi. Mikro düzeyde baktığımızda, işyerinde amirin çalışana uyguladığı şiddet de, okulda öğretmenlerin kurduğu baskıda da gücün şovu olarak görülebilir. Güç gösterisinin yapıldığı ortamların asla iki taraf açısından eşit şartlar barındırmadığını da ifade etmekte fayda var. 

Kadına şiddet, yalnızca güç gösterisinin en kolay yapılabildiği alan olduğundan bu denli yaygın. Yaygınlığı ise kadının toplumdaki güçsüzlüğünden kaynaklanıyor. Kadını güçlendirme adına yapılacaklar ise, yine güç-hak ikilemine getiriyor bizleri. Bu yüzden, kadına yönelik şiddeti tartışırken ideolojik yaklaşımlardan bağımsız, toplumdaki güçlü güçsüz ayrımına göre şekillenen davranışları ve uygulamalarını konuşmamız gerekiyor. Aksi halde, kısır bir döngü içerisinde dolaşmaya devam ederiz.
#Özgecan Aslan
#Münevver Karabulut
#çağdaş Türk kadını
9 yıl önce