|

Kendi kendilerini tarihten dışlayan toplumlar ve kültürler

İslam dünyası toplumları, düşünce ve kültür hayatımız, modern zamanlar boyunca yüzleşmek zorunda oldukları meydan okumalara yanıt veremediler. Bu yanıtlar hep ertelendi ve savsaklandı. Sözünü ettiğimiz meydan okumalara gereği gibi karşılık veremeyeceğimizi, bir çözüm üretemeyeceğimizi düşündüğümüz için, bu yüzleşmeleri hep erteleyerek teslimiyetçiliği seçtik.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/09/2017 Pazartesi
Güncelleme: 02:35 - 11/09/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
​Kendi kendilerini  tarihten dışlayan toplumlar ve kültürler
​Kendi kendilerini tarihten dışlayan toplumlar ve kültürler

Bugünün dünyası kaotik bir dönemden geçiyor. Kaotik dönemlerle ilgili sağlıklı/tutarlı/derinlikli öngörüde bulunmak zor. Bugünün dünyası, jeopolitik/ideolojik çıkarlar ve karşıtlıklar temelinde bölünmeler yaşıyor. Siyasetin askeri güç yoluyla belirlendiği bir dünyada, hiç bir ahlaksızlık, hiç bir ilkesizlik ve kötülük, tartışma/sorgulama konusu yapılamıyor.

İslam dünyası toplumları, İslam’ın ilk çağlarından beri, jeopolitik bir çatışma ile karşı karşıya bulunuyor. Toplumlarımız, emperyalist evrenselciliğin, emperyalist modernliğin zirvede olduğu yirminci yüzyıl boyunca çok korkunç kötülüklere maruz kaldılar. Bu kötülükler, yirmibirinci yüzyılda da sürdürülüyor. Bir yanda emperyalist evrenselcilik, bir diğer yanda da kendi iç sorunlarımız, toplumlarımızı tarihsel bir krize mahkum etti. Toplumlarımız, emperyalist küreselleşmenin başladığı tarihin son beşyüz yılı ile ilgili, küreselleşme süreçleriyle ilgili eleştirel analizler, çözümlemeler yapmayı başaramadılar. Tarihsel krizden çıkmak için tarihsel bir seçenek üretmek gerekiyordu; bu başarılamadı.

TOPLUMSAL
ELEŞTİRİNİN ÖNEMİ

Günümüzde İslam dünyası toplumları, ne yazık ki, teorik anlamda bile küresel bir misyona, vizyona, bütünlüğe, çerçeveye, projeye, programa sahip değildir. Gerçek böyle olduğu halde, ısrarla popülist bir hamaset söylemini sürdürebiliyoruz. Nicel yorumlar, değerlendirmeler, başarılar, umutlar, büyük sayıların desteğine ve ilgisine mazhar olmak, hayat şartlarındaki maddi iyileşmeler, karşı karşıya bulunduğumuz gerçekliğin eleştirel analizine izin vermiyor. Hangi toplumda olursa olsun, toplumsal eleştirinin hayati bir önem taşıdığını bilmek, anlamak gerekir. Toplumsal eleştiri olmadığı takdirde, hiç bir sorunumuz yokmuş gibi, hiç bir sorunun farkına varmadan yaşamaya devam ederiz. Ancak sorunların farkına vardığımızda onları nasıl aşabileceğimizi konuşmaya başlayabiliriz. Müslüman aydınların, entelektüellerin, güncelin ve yerelin heyecanlarından, gerilimlerinden, bağlılık ve karşıtlıklarından kendilerini kurtararak, İslami bütünün ve insanlığın öncelikleri üzerinde yoğunlaşmaları ve bugünün gerçekliğini bütün boyutlarıyla teşhis etmeleri gerekiyor.

Hangi nedenle olursa olsun, hikâyenin yalnızca bir parçasıyla ilgilendiğimizde, dikkatimiz ve bilincimiz de parçalanıyor; büyük ufku, büyük dikkati, büyük incelikleri kaybediyoruz. Ulus-devlet kutsalları etrafında oluşturulan ısrarlı vurgular ve yoğunlaşmaların, İslam’a meydan okumak anlamına geldiğini görmüyoruz. İslam dünyası toplumları, İslam’ın büyük ufkunu kaybedeli yüzyıllar oluyor. İslami düşünce hayatı, halen, her tür ahlaki/insani değerden bağımsız olan modern dünya düzeninin, modern bilgi ve felsefe sistemini kendi ideolojik beklentilerine ve çıkarlarına göre yapılandırdığını farkedebilmiş değildir. Onun içindir ki, bugün, bütün toplumlar-kültürler, galiplerin ürettiği bilgiyi ve kültürel ölçütleri kullanıyor. Aziz İslam’ı, galiplerin belirlediği normlara göre tanımlıyor, konumlandırıyoruz.

YENİDEN İNŞA İMKANI KAYBOLDU

Muhafazakârlığın, geleneğin, muhafazakâr ve gelenekçi alimlerin referans haline gelmesiyle birlikte, toplumlarımız, yeniden inşa imkânlarını kaybettiler. İslam dünyası toplumları, lafızcı-şekilci bir İslam algısının neden olduğu büyük çölleşmeyi-kısırlaşmayı aşabilmek, bu algının yol açtığı tahribatı telafi etmek/onarmak için, başvurdukları mistik/batınî/tasavvufi yöntemleri/yaklaşımları ve pratikleri din haline getirerek, kendi kendilerini tarihten/dünyadan ve hayattan dışladılar. Vahiy-akıl bütünlüğünün parçalanmasıyla birlikte, toplumlarımızda akıl aleyhinde bir mutabakat oluşturuldu. Bu mutakabatla birlikte, her tür düşünsel-entelektüel-felsefi çaba tahkir edildi. Bu nedenle de toplumlarımız, kültürel değer kaybına uğradılar. Kültürel değer kaybına uğradıkları için de, farklılıkları yönetemez hale geldiler. Bugün, İslami bünye içerisindeki farklı unsurlar, ısrarla kendi aidiyetlerini ve tercihlerini putlaştırıyor, bu putlaştırma nedeniyle de diğerlerini ötekileştiriyor, aşağılıyor, etiketliyor, damgalıyor. Bu suretle de, İslami ortak değerler, ilkeler, yaklaşımlar yok sayılıyor.

İSLAMİ BİLİNCE
YABANCILAŞIYORUZ

Toplumlarımızda fanatizmlerin yükselişi, algı, görüş ve bilinç ufkunun kaybına neden olduğu için, akıldışı sorunlar, gerilimler, karşıtlıklar yaşıyoruz. Popülizmlerin ve romantizmlerin yükselişi, gerçekliğe işaret eden, gerçeğe işaret eden değerlendirmeler yapmamıza izin vermiyor. Bugünün dünyasında, popülizmlerin, romantizmlerin hararetiyle, heyecanlarıyla büyülenmek gibi bir lüksümüz olamaz. İslami bünye içindeki farklılıkları aşamamak, farklılıkları derinleştirmeye çalışmak, manevi-kültürel yoksulluğun büyümesiyle ilgili marazi bir durumdur. Müslümanların farklılıkları kapsayan İslami bilince yabancılaşmalarını anlayabilmek mümkün değildir.

İslam dünyası toplumları, düşünce ve kültür hayatımız, modern zamanlar boyunca yüzleşmek zorunda oldukları meydan okumalara yanıt veremediler. Bu yanıtlar hep ertelendi ve savsaklandı. Sözünü ettiğimiz meydan okumalara gereği gibi karşılık veremeyeceğimizi, bir çözüm üretemeyeceğimizi düşündüğümüz için, bu yüzleşmeleri hep erteleyerek teslimiyetçiliği seçtik. Geçmişte yaşayan, geçmişle yaşayan kültürler ve toplumlar, bugünün, şimdinin sorunları karşısında çözüm üretecek kadrolara sahip olmakta zorlanıyor. Farklılıkları, karşıtlıkları derinleştirmeye çalışmak, zaten var olan trajedileri devam ettirmeye çalışmak demektir. Herkesin kendi parçasını, kendi bencilliğini güçlendirmeye çalıştığı bir dünyada İslami umutlardan söz edilemez.

KOLEKTİF KAYGI VE YANITIMIZ YOK

Günümüzde, her şeyi, bilgiyi, bilimi, sanat ve edebiyatı, sinemayı, felsefeyi, siyaseti, ekonomiyi bir egemenlik, sömürü ve tahakküm aracı haline getiren korkunç bir dünya ve tarih karşısında bulunuyoruz. Emperyalist dünya, kan denizlerinden çıkar sağlamaya çalışıyor. İslam toplumlarında büyük trajediler, büyük acılar, mahrumiyetler, kıyımlar sıradanlaşıyor. Bütün bu zorbalıklar karşısında toplumlarımızın kolektif düşünsel kaygıları olmadığı gibi, kolektif düşünsel yanıtları da bulunmuyor. Düşünsel, ahlaki, siyasal sorunlar bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gereken sorunlardır. Bu sorunlar birbirlerinden bağımsız sorunlar olarak değerlendirilemez.

Güce dayalı, zorbalığa dayalı, faşizme dayalı meşruiyet biçimlerinin belirleyici olduğu bir dünyada/ülkede/toplumda hiçbir zaman adalet ve hakkaniyete yer yoktur. Güce, militer faşizme dayalı meşruiyet biçimlerinin belirleyici olduğu bir dünyada adalet, hakkaniyet, insan hakları, demokrasi ve bunun gibi bütün kavramlar içi boş, kirli, ucuz sloganlardan ibarettir. Bu tür bir dünya, bütün insani, ahlaki, kültürel anlamların tükenişine işaret eder.

SİYONİST VESAYET ALTINDAKİ REJİMLER

Emperyal devlet terörü-şiddeti, emperyalist modernleşme, emperyalist evrenselleşme, emperyalist sekülerleşme ile başladı, kurumsallaştı, modern kavram ve kurumlarla haklılaştırıldı. Çeşitliliğe ve farklılığa hayat hakkı tanımayan emperyalist ve ırkçı evrenselleşme, kibir ve duyarsızlığın somut ifadesi olan modern uygarlık, hegemonya ve tahakküm ihtirasları, özellikle İslam dünyası ülkelerinde siyasal/toplumsal/kültürel yapıları paramparça etti. Bugünün dünyasında Batılılar için ayrı, Doğulular için ayrı, Müslümanlar için ayrı, Yahudi ve Hıristiyanlar için ayrı “insan hakları” uygulamaları var.

Günümüzde Ortadoğu’da Arap hanedanlık/kabile rejimleri, otoriter askeri rejimler, varoluşlarını emperyalist/Siyonist güçlerin himayesi altında sürdürüyor. Bu rejimlerin politik tercihlerini emperyalist/Siyonist irade belirliyor. Siyonist vesayet altında bulunan bütün bu rejimler, kendi onurlarını ayaklar altına alarak, bölgedeki İslami hareketlere karşı, bu hareketleri yalnızlaştırmak üzere seferberlik halindeler. Dolayısıyla da bu ülkelerin/hanedanların hiç biri, Müslüman Kardeşler’i ve Hamas’ı sahiplenme cesareti gösteremiyor.

Atasoy Müftüoğlu
#Atasoy Müftüoğlu
#Hamas
#Müslüman Kardeşler
#Siyonist
7 yıl önce