|

Kendi patolojilerimizle de yüzleşebilmeliyiz

Düşünce hayatımızın, kültür/edebiyat hayatımızın kabileci duyguları ve yanlış bilinci aşarak kendi patolojilerimizle yüzleşmeye cesaret etmesi, Müslüman olmanın ne demek olduğunu, İslami bütüne göre ve bugün anlaşılabilecek bir çerçeve içerisinde anlamaya/anlatmaya çalışması gerekir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 5/09/2016 Pazartesi
Güncelleme: 23:13 - 4/09/2016 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Günümüz dünyasını büyük ölçüde sermaye-piyasa hareketleriyle jeopolitik stratejiler şekillendiriyor. Bizlerin farkında ve bilincinde olmadığı büyük “fetihler”, medya endüstrileri aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Medya kültürünün küreselleşmesi, kültürel homojenleştirme yoluyla, ideolojik/ontolojik tahakkümü sağlıyor. Medya ürünlerinin diledikleri gibi dünyayı dolaştıkları, medya imparatorluklarının da bu ürünler aracılığıyla kültürel hakimiyeti/kontrolü sağladıkları ve sürdürdükleri bir dönemde yaşıyoruz. Küresel bir medya, iletişim, enformasyon düzeni karşısında Müslümanlar olarak küresel bir merak ve dikkate sahip olmamız gerekirken, bu merak ve dikkate sahip değiliz. Bugün küresel dünya düzeni, küresel medyanın katkılarıyla, aracılığıyla sürdürülüyor.



Biz Müslümanların zihin dünyaları, günümüz gerçekleriyle ilgilenmeyen, bu gerçekleri tanımlama/çözümleme, yorumlama yeteneğine sahip olmayan bir zihin dünyasıdır. Bir tarih bilinci ve tarih felsefesi perspektifi içinde yorumlamamız, değerlendirmemiz ve yapılandırmamız gereken İslam tarihi, medeniyet tarihi mirasını, ne yazık ki, yalnızca nostaljik bir çerçeve içinde yaşatıyoruz. Bizler Müslümanlar olarak, Batı'da gerçekleşen büyük süreçleri, endüstriyel ve bilimsel süreçleri ve benzeri gelişmeleri, Garbiyatçı bir yaklaşımla sorguluyor veya reddediyor değiliz; bizler bu süreçlerin sömürgeci, işgalci ve istilacı amaçlar doğrultusunda araçsallaştırılmış, istismar edilmiş ve bir tahakküm sistemine dönüştürülmüş olmalarını sorguluyor, sorgulanmaları gerektiğini söylüyoruz.



GERÇEK SORUNLARA YABANCI HAYATLAR


Eski yaklaşımlara, tarzlara, dile, söyleme çakılıp kaldığımız için, İslami tahayyül ve tasavvur üzerinde yeniden çalışma ihtiyacı duymuyoruz. Bugün bütün dünyada Batı modernlikle eşleştirilirken, İslam her durumda geçmişle eşleştiriliyor. Günümüz Avrupasında kültürel ve tarihsel standartlar yeni bir statüko oluşturuyor. Artık, yeni bir tarih, yeni bir kültür üretilmiyor. Etrafımızda bunlar olup biterken, kültür emperyalizmi normalleşiyor, sıradanlaşıyor; rahatsız edici olmaktan, tehdit unsuru olmaktan çıkıyor ve yerlileşiyor. Bu noktada, düşünce, kültür ve ilahiyat hayatımızın, tarihsel/varoluşsal sorular sormaya cesaret etmesi, bu soruları ısrarla gündemde tutması, İslami bütünlük bilincinin, tevhid ve ümmet bilincinin kolektif hafızadan nasıl dışlandığını açıklaması gerekir. Bugün, fiziksel ve zihinsel rahatlıkla oyalandığımız için olacak, gerçek sorunlara yabancı hayatlar yaşıyoruz. Gerçek sorunların farkında olmadığımız için, ya da bu sorunları unuttuğumuz için, “yiğit düştüğü yerden kalkar-kalkacak” tarzında mitolojik ve milliyetçi bir retoriği sık sık gündeme getiriyoruz.



Tarihsel süreç içinde dokunulmaz/tartışılmaz kılınmış Avrupamerkezci seküler değerleri temel referansları olarak kabul eden bir ülkenin aydınları, alimleri, arifleri ve düşünce insanları, sözünü ettiğimiz referansları tartışabilir, dokunulabilir ve reddedilebilir hale getirmedikçe; İslami temel referanslar özgürlüklerini ve meşruiyetlerini yeniden kazanmadıkça; hiç kimse, hiç bir şekilde bir “yiğitlikten” söz edemez, etmemelidir. Güçlü, etkili, düşünsel/ideolojik tabulara dokunmaksızın yiğitlik elde edilemez. Dini popülizm ve politik popülizm uyuşturucuları tarafından araçsallaştırılan böylesi bir milliyetçi klişeye düşünce hayatımızın, kültür ve edebiyat hayatımızın bu kadar itibar ediyor oluşu, her şeyi sorgusuz sualsiz kabul eden sorunlu bir bünyeye sahip olduğumuzu gösterir.



NİTELİKLİ KADROLARA İHTİYACIMIZ VAR


Düşünce hayatımızın, kültür/edebiyat hayatımızın kabileci duyguları ve yanlış bilinci aşarak kendi patolojilerimizle yüzleşmeye cesaret etmesi, Müslüman olmanın ne demek olduğunu, İslami bütüne göre ve bugün anlaşılabilecek bir çerçeve içerisinde anlamaya/anlatmaya çalışması gerekir. Düşünce hayatımızın, kültür/edebiyat hayatımızın, İslami bütünün tüm renklerini, tüm boyutlarını içeren büyük bir kültür projesi üzerinde çalışmasının vakti geçiyor.



Büyük bir kültür projesini hayata geçirebilecek iletişim araçlarının ve işlevlerinin belirlenmesi, kültürel kimliğin etnik-mezhepçi-kabileci-coğrafyacı aidiyetleri aşabilecek şekilde yeniden tanımlanması için, bugünkü tarihsel/siyasal/entelektüel bağlamı doğru anlayan, doğru tanımlayan, sınırları, bencillikleri ve bağnazlıkları olmayan bir bilinç dönemine/sürecine öncülük edebilecek, nitelikli kadrolara ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız.



Üzerinde hep birlikte çalışacağımız ve her dönemde yapısal gelişmeleri takip ederek zenginleştireceğimiz yeni bir dil ve vizyona sahip olabilmek, bugün hayati bir zorunluluk halini almıştır. Bu dil/vizyon aracılığıyla, yerel-evrensel bağlantıları kurulabilir. Kendi referans ve meşruiyet kaynaklarını, sistemini özgürleştiremeyen, özgürleştirmeyi düşünmeyen, bunu öncelikli bir program olarak tasarlamayan düşünce ve kültür hayatının, ilahiyat hayatının, İslami bugüne/geleceğe hiç bir katkısı olamaz. Küresel değişim rüzgarları, İslam dünyası toplumlarını, kendilerini geleneğe, yerele ve statükoya kapatmaya zorluyor. Halbuki, İslam'ın ufku ve imkanları, Müslümanların ulus-sonrası aidiyet biçimleriyle, devletler üstü kültür ve medeniyeti temsil ve inşa ederek evrensele açılmalarını mümkün kılıyor. Bu ufku anlayamadığımız, imkanlarını kullanmadığımız, kendimizi geleneğe, yerele ve statükoya kapatmakta ısrar ettiğimiz takdirde tarihin varoşlarında yaşamaya mahkum olacağız.



#Müslümanlar
#İslam dünyası
#Düşünce hayatı
8 yıl önce