|

Körfez krizinde anahtar Türkiye’de

Türkiye, Katar krizinin çözümünde kilit rol oynamaya en yakın bölgesel aktördür. Ankara, sadece Katar ile değil Körfez bölgesinin abisi rolündeki Suudi Arabistan’la da yakın ilişkiye sahip olmasıyla avantajlı konumda. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Körfez turu, önemli bir adım teşkil etmektedir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 28/07/2017 Cuma
Güncelleme: 03:25 - 28/07/2017 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Ortadoğu bölgesinin bugün en güçlü oyun kurucusu Suudi Arabistan’dır. Özellikle sahip olduğu doğal kaynaklar ve küçük Körfez ülkeleri üzerindeki ağabeylik rolü, ekonomik olarak zor günler geçiren diğer Arap ülkelerini Suudi Arabistan’ın yanında olmaya itmiştir. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri incelendiğinde, Mısır’dan farklı olarak bölgenin sosyolojik anlamda önemli bir değişme göstermediği görülmektedir. Bu bölgede hala en güçlü yapılar aşiretlerdir. Bölgedeki devletler bir aşiretler konfederasyonunu andırmaktadır. Yani bölge ulus öncesi geleneksel toplumsal yapısını korumaya devam etmiştir. Körfez ülkelerinde millet inşa süreci başarısız olmuştur. Bunun en önemli nedenlerinden biri bölgenin sahip olduğu doğal kaynaklardır. Doğal kaynaklara dayalı bir büyüme politikası, geleneksel toplumsal yapının değişmeden, sadece ekonomik hayat, teknoloji ve tüketimin değişmesine yol açmıştır. Bölgedeki ülkeler alt yapı, ulaşım, iletişim, ticaret, tüketim anlamında büyük bir gelişme göstermiş fakat toplumsal yapı, temel değerler, siyasal sistem ve hukuk aynı hızda değişme göstermemiştir.

STATÜKO DERİNDEN SINANIYOR

Bölgede geleneksel siyasal ilişkilerin sürmesi, bölge ülkelerinin öncelikli amaçlarının kendi aşiret ve bölge çıkarlarına odaklanmasına yol açmıştır. Esasen buradaki devlet yapılarına “devletimsi yapılar” demek daha uygun olur. Bu devletimsi yapılar bir tür yağma ve talan üzerine kuruludur. Rakip aşiretlere karşı güç kazanma, onun sahip olduğu kaynakları tüketme amaçlı politikalar, bölgede sürekli bir iç savaş ve çatışma riskini arttırmaktadır. Bu devletimsi yapılar bölge sorunlarını dış müdahalelere de açık hale getirmektedir.

Suudi Arabistan’ın dış ve iç politikada öncelikli hedefi statükonun sürdürülmesidir. Bu statükoyu tehdit eden iki önemli risk vardır. Bunlar; siyasi yönelimli İslamcı hareketler ve Şii yayılmacılığıdır. İslamcılığın bölgede güçlenmesi, temel amacı içeride ve dışarıda statükonun korunması olan Suudi Arabistan başta olmak üzere bütün Körfez ülkelerinin en büyük kâbuslarından biridir. Çünkü bu hareketler güçlendikçe otokrat rejimlerin halk nezdindeki meşruiyeti tartışmalı hale gelmektedir. Bu nedenle ne pahasına olursa olsun bu hareketlerin bastırılması, Körfez ülkelerinin temel politikalarından biridir.

Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri için ikinci tehlike Şii yayılmacılığıdır. Şii yayılmacılığı bölgede İran’ın etki gücünü arttırması anlamına da gelmektedir. Şiilik, ileride söz edeceğimiz gibi İran’ın kültürel ve siyasi yayılma hedefinin ana istinatgâhıdır. Bölgede Bahreyn, Lübnan, Irak gibi ülkelerin yarıya yakın nüfusu Şii’dir. Bunun yanında Suudi Arabistan, Yemen, Suriye, Pakistan gibi ülkelerde de azımsanmayacak bir Şii nüfus vardır. Şiiliğin, ülkenin siyasi otoritesi yerine dini otoriteye olan bağlılığı ve Şiilikteki muhalif unsurlar, bu azınlık toplumu bölge ülkeleri nezdinde “tehlikeli” hale getirmektedir. Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri nezdinde Şii nüfus İran’ın “Truva atı” gibidir.

TÜRKİYE’NİN DERİN ETKİSİ

Hiç tartışmasız bölgenin üretim potansiyeli, eğitimli nüfus, askeri gücü ve köklü devlet geleneği ile en başta hesap edilmesi gerekli olan ülke Türkiye’dir. Türkiye, son bin yılda bu topraklarda kurulmuş Selçuklu-Osmanlı geleneğinin devamıdır. Türkiye’nin son 300 yılda yaşamış olduğu modernleşme deneyimi hem önemli sorunlar hem de önemli avantajlar sağlamıştır. Toplumda uzun süredir devam eden siyasi ve toplumsal bölünme, kültürel erozyon, estetik duyarsızlık, toplumsal kurumların kendini yeni duruma adapte edememesi bugün de yaşamakta olduğumuz modernleşme sürecinin olumsuz etkilerinden bazılarıdır. Türkiye, Batı ile cepheden karşılaşmış ve modernleşmenin olumsuz sonuçlarını filtre etmeye çalışmıştır. Sömürgecilere ve onların emperyal politikalarına karşı direnç gösteren Osmanlı-Türk devleti çok fazla insan ve emek kaybına uğramıştır. Modernleşmenin dezavantajları yanında Türkiye'nin bazı avantajları da olmuştur. Türkiye modernleşme için gerekli reformlara çok önce başlamış, bazı alanlarda da önemli başarılar gösterebilmiştir. Örneğin bugün Türkiye’de yüksek eğitim oranları, sanayinin gelişmişliği, savunma sanayi alanında gösterilen başarılar, kentleşme oranlarının yüksekliği, modern ve laik bir hukuk sistemi ve en önemlilerinden biri de millet inşası sürecinde göstermiş olduğu başarı, Türkiye’nin başarıları olarak görülebilir.

Peki, Katar krizini nasıl değerlendirmeliyiz? Katar, bölgedeki diğer Arap ülkeleri gibi tipik bir aşiret devletidir. Nüfusunun ancak 200 bin kadarı Katarlı diğerleri de çalışmak için gelmiş göçmenlerden oluşmuştur. Bu küçücük ülkenin devasa doğalgaz yatakları, buraya gösterilen ilginin ana nedeni gibi görünmektedir. Katar’ı farklı kılan bölgede izlemiş olduğu siyasettir. Aslında bu farkın Arap Baharı ile ortaya çıktığı veya görünür olduğu söylenebilir. Arap Baharı, bölgede –özellikle Körfez’de- büyük bir endişe yaratmıştır. Katar bölgenin diğer ülkelerinden farklı olarak otokratik Arap rejimlerinin devrilmesine destek vermiştir. Katar’la Türkiye’nin politikaları bu noktada kesişmiştir. Körfez ülkelerinin finanse ettiği karşı devrim süreci başladığında Katar, tıpkı Türkiye gibi askeri müdahalelerin karşısında yer almış, Mısır’dan kaçmak zorunda kalan Müslüman Kardeşler üyelerini ülkesine davet etmiştir. İran’la da ilişkilerini dengede tutmaya çalışan Katar’ın en önemli yumuşak gücü (soft power) küresel bir medya organı olan Al-Jazeera haber kanalıdır. Al-Jazeera Batılı medya organlarının küresel haber hegemonyasına önemli bir darbe indirmiştir. Batılı haber ajanslarının ve yayın organlarının medya üzerinden yapmaya çalıştığı bilgi kirliliği ve dezenformasyonu, Al-Jazeera’nin bir ölçüde kırabildiği söylenebilir.

Arap Baharı ile yakınlaşan Türkiye Katar ilişkileri, 15 Temmuz meşum darbe girişimine ilk tepki gösteren ülkelerden birinin Katar olması ile daha da yakınlaşmıştır. Katar’ın Türkiye’deki yatırımları artmış, Türkiye ile Katar arasında ortak savunma ve işbirliği antlaşmaları imzalanmıştır. Katar Türkiye yakınlaşması, bölgedeki Arap rejimlerinin tepkisini çekmiştir.

BÖLGE HALKLARINA PSİKOLOJİK OPERASYON

Obama döneminde bölgedeki terör faaliyetlerini finanse etmekle suçlanan ve hatta 11 Eylül kurbanlarına tazminat ödemesi tartışılan Suudi Arabistan’ın, Katar’ı terörizmi desteklemekle suçlaması iddiaların inandırıcılığını tartışmalı hale getirmektedir. Körfez ülkelerinin Katar’a göndermiş olduğu talep listesinde Müslüman Kardeşler’in terör örgütü olarak ilan edilmesi ve üyelerinin sınır dışı edilmesi de istenmiştir. Fakat Müslüman Kardeşler ne İngiltere ne de Amerika’da bir terör örgütü olarak görülmemektedir. Talepler arasında Türkiye’nin Katar’daki askeri üssünün kapatılması da yer almaktadır. Fakat Katar’daki Amerikan üssü veya Bahyren’deki Fransız üssüne en ufak bir ima bile yapılmamıştır. Yani sanki bir üst akıl bölge ülkeleri ve bölge halklarının aklı ile oynamaktadır.

Körfez ülkelerinin attığı bu adımların başarıya ulaşıp ulaşamayacağı bölgenin diğer iki güçlü ülkesi olan İran ve Türkiye’nin alacağı tavra ve izleyeceği politikalara bağlıdır. İran’ın reaksiyonunu tahmin etmek güç değildir. İran, Katar’a her türlü desteği vermeye hazır olduğunu açıklamıştır. Fakat Katar’ın İran’a yakınlaşması kendisi için daha tehlikeli bir politik manevra olabilir. Burada kilit ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin kısa sürede Katar’la askeri işbirliği antlaşmasını meclisten geçirmesi, ekonomik ambargoya karşı aynı günün sabahından başlayarak hızla gıda maddeleri, ilaç gibi Katar’ın öncelikli ihtiyaçlarını karşılaması ve Katar’daki askeri üssünü faal hale getirmesi ülkemizin bölgesel tavrının en açık göstergeleridir. Türkiye elbette Körfez ülkeleri ile ilişkisini bozmak istemeyecektir. Eğer Körfez ülkeleri bu politikada ısrar ederlerse Türkiye ve İran’ı karşılarında bulacaktır. Bu iki bölgesel oyuncunun karşı olduğu bir politika bölgede uzun vadeli sürdürülemez. Çünkü Körfez ülkelerinin ekonomik güçlerini destekleyebilecekleri askeri güçleri yeterli değildir. Yemen’de bile bir çıkış yolu bulamayan Körfez ülkelerinin Türkiye’nin arabuluculuğu ile ortak bir noktada uzlaşması optimum çözüm gibi görünmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ümmet Erkan • Bartın Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
#Katar
#Ortadoğu
#Türkiye
7 yıl önce