|

Milli çıkar ve Zeytin Dalı

Türk Devleti’nin, milli güvenlik zaaflarını bertaraf etmek üzere yaptığı tek taraflı Zeytin Dalı çıkışını, uluslararası kamuoyu, malum güç odaklarının çabaları sonucu NATO ittifak sözleşmesinin ihlali olarak değerlendirmektedir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 6/03/2018 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
BALA ÇELEBİ - ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE GÜVENLİK UZMANI

Türk Devleti ise haklı olarak NATO’yu, yani Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batı Avrupa’yı ittifakın özüne tamamen ters düşen faaliyetlere girişmek ve güvenlik sorununu bizzat oluşturmakla suçlamaktadır. Bu durumda doğru politikalar üretmek adına, İttifak ve Müttefik münasebetlerini uluslararası siyasi ilişkilerin doğası ışığında ele almak gerekmektedir. Öncelikle şunu demeli ki, uluslararası siyasetin anarşik düzeni ve yapısı gereği, milli çıkarlardan feragata dayalı uzun süreli dostluklar veya dayanışmalar mümkün değildir, yoktur, olmamıştır da. Dolayısıyla, sistematik bir fırsatçılığın hükmettiği devletlarası ilişkilerde, dayanışma süreçleri de genelde, mensuplarının birbirlerini veya güç kutuplarının mensuplarını, dayanışma ve beraberlik vaadleriyle, gittiği güne kadar, mümkün olduğu kadar etkisizleştirip bir şekilde sömürmeyi hedeflediği bir çıkar düzenidir.

GÜÇ VE KUTUB İLİŞKİSİ

Bakınız, Türk-İslam medeniyeti hariç, ‘güç’ unsurunun veya kanununun dışında hiç bir payda devletlerarası ilişkilerde belirleyici olmamiştir, ki bunlara imparatorlukları da dahil edebiliriz. İlginç olan şudur ki, bu saklı tutulan bir konu gibi dursa da, olabildiğince akıllı siyasi kararlar alabilmek adına tüm ulus devletler tarafından bilinen bir husustur, bizce de iyi bilinmelidir. Peki nasıl olur da güçlünün istediğini yaptığı, güçsüzün ancak yapabiliği ile yetindiği böyle bir beraberliğe gönüllü olarak giriliyor? Aslında bu asimetrik yapı bizim tahminlerimizden daha da sağlam bir denklemden beslenmektedir. Çünkü hem ittifak içi hem de ittifak ötesi muhtemel fırsatların hesabı neticesidir uluslararası dayanışma. Güç takas edilebilir (fungible) olduğuna göre, yani askeri, demografik (nüfus), ekonomik gücün yanısıra birde nüfuz gücü ve bunun projeksiyonu (izdüşümü) ehemmiyet taşıdığına göre, genelde bir güç kutbunu ittifaka teşvik edecek olan değişken, her türlü gücün akümülasiyonu (birikimi) ve daha geniş bir hareket alanıdır. Bu yapıda bir ittifakı kabul eden diğer devletler ise, kutbun çekim alanında, kendi çıkarlarının ve siyasi ajandalarının neredeyse tamamı pahasına, ancak kutbun belirlediği yönde kullanabilecekleri orantısız bir güce ve güvenliğe sahip olabilmektedirler. Gayrı resmi, yani asıl andlaşma da budur.

Türk Devleti, 1952’de NATO’ya katılmasıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanısıra, bir nevi fiziki ve taviz hudutlarındaki tek taraflı hareket edebilme egemenliğini de (tek taraflılık veya uniteralizim) resmen, ABD’nin de facto mutlak hakimiyet sürdürdüğü bu ittifaka arz etmiştir. Hiçbir ittifak, güç ekseni dışında sistemli bir değişim, yani bir yükselme kabul etmemektedir. Yapı tamamen dağılabilir, ama kendi içinde yeniden yapılanması şu ana kadar söz konusu olmamıştır. Bu zamana kadar NATO ülkelerini, andlaşmanın 6. maddesi uyarınca istisnasız korumuş olan Türk Devleti’nin ittifaktan kovulmasını isteyen seslerin Batı’da yükseldiği bugünlerde, ABD, şahsi çıkarları doğrultusunda buna karşı çıkmaktadır, çıkacaktır da. Ancak aynı zamanda NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türk Devleti’nin askeri ve siyasi iradesine, hatta toprak egemenliğine saldırılarını arttırarak sürdürmektedir.

ADALETSİZ İLİŞKİ

Bizi isyana sürükleyen bu çelişki, bu ‘adaletsizlik’, ittifak yapısının ta özünde yatmaktadır. Bu sayede, Türk Devleti de bu oyundan kendine çıkar sağlamaktadır: Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Devleti’nin milli güvenlik çıkarlarını uygularken, NATO ‘Kalkanı’ altında kendini Batı’nın açık saldırılarından korumaktadır. Milli güvenliğini ve egemenliğini, Güneydoğu Anadolu'daki toprak hudutlarıyla sınırlayan bir devlet, gelecek riskleri savacak bir tampon bölgenin olmaması ve belirsizlikler sebebiyle, gerçekte zerre kadar güvende değildir. Kaldı ki, ileriye dönük stratejik bir programı, bir Kızıl Elma’sı da yoktur. Türk Devleti’nin güvenlik hudutları, esasen resmi topraklarından çok ötelere, Altay Dağları’na, Arap topraklarına ve Kuzeydoğu Afrika’ya uzanmaktadır. Hatırlayalım, eski Almanya Savunma Bakanı, vefat etmeden önce yaptığı bir konuşmada Almanya’nın ulusal güvenliğinin ve özgürlüğünün Doğu Afganistan’dan Pakistan’a uzanan Hindukuş Dağları'nda savunulduğunu belirtmiştir.

Devletlerarası İlişkiler, uluslararası siyasi yapının doğası itibariyle, düzenleyici bir hukuk ve adalet sisteminden yoksundur. Milli güvenliği korumak ve çıkarları sağlamak amacıyla, gücün, yani hedefe ulaşmada her türü mübah olan gerecin birikimine dayanmaktadır. Bu çıkarlar çatışmasında, ittifaklar da sadece bu niteliktedir. ABD, diğer mensupların hareket alanını sözleşmenin şartlarına sıkıştırmak isterken, ittifak şemsiyesi altında kendi çıkarları ve hedeflerinden asla taviz vermeden ilerlemektedir. Zaten, bu ittifak anlayışıyla ana stratejilerinin birinden dahi vazgeçebileceği, böyle bir temenni olsa da, reel politik hiç bir değerlendirmeye sığmamaktadır. Türkiye, kendi hassasiyetleri konusunda tek taraflı hareket edebilme iradesi ve kapasitesine sahip güçlü bir devlet olduğunu kanıtlamıştır. Bu safhada da, taviz vermeksizin askeri taarruzuna devam etmektedir, etmelidir de. Mensubu olduğu ittifakların, milli hedeflerine ulaşımındaki işlevselliğini çok iyi anlamalıdır.

Sonuç olarak, her halukarda bilinmelidir ki burada en doğru siyaset, yani milli çıkarların sürdürebilirliğini güvence altına alan düzen ve yürütme, üyesi olduğunuz yapıların(hele hele NATO gibi mensubu olduğumuz bir yapı söz konusu ise) ve ilgili devletlerin işleyişini iyi bilmek ve akıllıca kullanabilmektir.

#Zeytin Dalı Harekat
#Afrin
#TSK
6 yıl önce