|

Mürekkep makamında*

Nuri Pakdil gürültüyü iyi bilen, tecrübe eden bir yazardır. Onun hayatı çoğu zaman çalışan kamyon üzerindeki ev gibi gürültü ve sarsıntı içinde olmuştur. Kimi zaman ise sükûtunu bir tüfek gibi duvara asmıştır.

Yeni Şafak ve
03:00 - 11/05/2016 Çarşamba
Güncelleme: 03:06 - 11/05/2016 Çarşamba
Yeni Şafak
ARİF AY


“Çalışır halde duran kamyonun üstündeki ev


Gır-gır-gır-gır-gır pât-pât-pât-pât-pât güp-güp-güp-güp-güp"


Çağımız, tam bir gürültü çağı. Şehirler, kasabalar, hatta köyler, yoğun bir şekilde gürültünün burgacında debelenip duruyor. Hayat, sükûnetini kaybetti. Gürültünün sükûneti ortadan kaldırmasının ötesinde, genelde canlıların, özelde insanın üzerinde ruhi ve fiziki olarak kalıcı tahribatlar yaptığı da ortadadır. İşitmeyle ilgili problemlerin giderek artmasının yanında, insanlar ya gergin, sinirli ya da bönlük halinde. Sanayileşmeden ve onun ürünlerinden kaynaklanan en baskın, en rahatsız edici gürültüye bir de insanların oluşturduğu gürültü eklenince, hayat çekilmez bir hâle geliyor. Stefan Zweig, Buluşmalar adlı kitabında yer alan “Newyork Hareketliliği" başlıklı yazısında: “İnsan, her şeyi yine de huzur içerisinde seyretmek istiyor, fakat bakışları bir oraya bir buraya gidiyor. Sağda, köprünün üzerinden bir tren geçiyor, hemen üstüne bir başkası, soldan otomobiller gelip geçiyor, köprünün ortasında bir istasyonun rayları. İnsanlar koşuşturuyor. Bu köprü, demiryolu, araba yolu, yaya yolu ve cadde. Üzerinden dakikada elli araç geçiyor, gürültü sonsuz. Nehrin üzerinden yükselen kemerin ortasında tam on yol kesişiyor. Ve her şey bir saniye olsun durulmuyor." dedikten sonra, şu önemli tespiti yapıyor: “Caddedeki karmaşadan ve gürültüden şaşkın şaşkın çevresine bakınan, kolay kolay kendine gelemiyor." Stefan Zweig'in sözünü ettiği bu cadde, öyle bir cadde ki: “Tramvaylar ve otomobiller, gürül gürül akan deredeki kaya parçalarını andırıyor."



MUHTEŞEM SESSİZLİK


Umberto Eco: “İnsan gereğinden çok konuşarak da, gereğinden çok susarak da günah işleyebilir." derken, Kur'anî bir uyarıyı dile getiriyor adeta.



Günümüzde susmaktan ziyade konuşmak baskın çıkıyor. Oysa Miguel de Unamuno'nun Günlükler'inde dediği gibi: “Sessizlikten daha büyük veya daha muhteşem müzik yoktur ama bu müziği anlamak ve hissetmek için fazla zayıfız. Aramızdan sessizliğe dalıp bunun inayetini alamayanların müziği vardır; müzik sessizliğin sözü gibidir çünkü sessizliğin büyüklüğünü ortaya çıkarır ve bize boş gevezelikler sunmaz."



Teknolojiyi ilerlemenin göstergesi kabul etmek, insanlığın çıkmazlarından biridir. Çünkü ilerleme her zaman insanlığın yararına olmamıştır. T.S.Eliot'un dediği gibi: “İnançlarımız, en ince noktalarına kadar sarsılmıştır: Sözgelimi artık hiç kimse, bilimsel keşiflerin kendiliğinden insanların yararına olduğuna kani değildir. İcat yahut buluşlar, yaratıcı etkinlikten ziyade yıkıcı etkinlik için zemin teşkil edebilir; insanları işlerinden eder ve tüketimi düşürürken üretimi artırır: Bunlar, herkesin bildiği şeylerdir. Bununla beraber, ilerleme öğretisinin özünü muhafaza ediyoruz: İçinde yaşadığımız zaman dilimine inancımız yok." Bu konuda Paul Valery de T.S.Eliot'tan farklı düşünmez. O da şunları der, Bugünkü Dünyaya Bakış adlı kitabında: “Eskiden, ilerleme denen şeye olumlu bir gözle bakmayı denedim. Ahlak, politika ya da estetikle ilgili her çeşit düşünce bir yana bırakılınca, ilerleme şuna indirgenebilir gibi geldi bana: İnsanların kullanabileceği (mekanik) güç'ün ve öngörülerinde varabilecekleri kesinliğin pek çabuk ve pek belirli artışı. Belli bir sayı beygir-gücü, belli bir sayı ondalıklar. İşte bunlar öylesi belirtiler ki yüz yıldan beri büyük ölçüde artmış oldukları su götürmez. Her gün, dünyada her çeşit bunca motorda tüketilen enerji kaynaklarını düşünün. Paris'in bir caddesi bir fabrika gibi çalışıp sarsılıyor."



YAZMAK İNSANIN KENDİ İÇİNE BİR YOLCULUK


Yazının başına aldığımız beyitin, çağın gürültüye boğulmuş hâlini resmediyor oluşundaki yalınlığa, anlaşılırlığa aldanıp “Ne var bunda?" diyebiliriz. Oysa bu iki dizeye Nuri Pakdil cephesinden baktığımızda, arkasında büyük bir karmaşayı, büyük bir yaşanmışlığı, çoğu zaman çözümsüzlüğü, öfkeyi ve savaşı barındırdığını unutmayalım. Sözgelimi Nuri Pakdil'e ev kiralamak başlı başına büyük bir sorundur. Nuri Pakdil evin kapısının, penceresinin, döşemesinin ne olup olmadığına bakmaz. Sifon sesi duyuluyor mu, kombi sesli mi çalışıyor, bina cadde üstü mü, cadde üstündeyse o caddeden minibüs, kamyon geçiyor mu? vs bunlara bakar önce. Tabi Türkiye'de “sessizlik" yönünden Nuri Pakdil standartlarında ev vardır ama şehirde değil, ıssız bir ovada veya dağ başındadır. Şerh ettiğimiz beyitin başlığının “Mürekkep Makamında" oluşu, aynı zamanda gürültünün yazar üzerindeki olumsuzluğunu düşündürmeye yönelik bir atıf işlevi görür.



Nuri Pakdil'in gürültü konusundaki titizliği hiç kuşkusuz alkışlanacak bir titizliktir. Çünkü, gürültü düşünmenin ve yazmanın önündeki en büyük engellerden biridir. Düşünmenin de yazmanın da düşmanı gürültüdür. Yeryüzünün en melodik dilinin sükûnet olduğunu belirten Nuri Pakdil “Yazmanın vatanı sağlıklı sessizliktir" diyerek, yazma eyleminin sessiz bir ortamı gerektirdiğini vurgular. Yazmak insanın kendi içine bir yolculuk olduğuna göre bu yolculuk ancak sessizlikte gerçekleşir. Mevlana'nın dediği gibi "Hakikat suskunlukta, sükûtta gizlidir". Çünkü hakikat söze, kelimeye yani kelama dökülmedeki sükûnettir. Bir hadis-i şerif: “Hayırlı söz hariç, dilini tutan şeytanı mağlup eder." Çünkü şeytanın işi gürültüdür; dikkat dağıtmaktır. Bu yüzden Nuri Pakdil “Sükûnetsizlik zamanı parçalayan bir şeydir" der. Ve devam eder: “Bütün yalınlığıyla hayatı kucaklayabilmek: tartıya vurabilmek akıp giden suları: saat şöyle dursun, dakikanın değerini anlayabilmek, ateşi avucumuzda tutabilmek, açıkçası: sükûnette mümkündür." O, “Varoluş, ancak, biryerde olmakla mümkündür. Sükûnetsizlikte insan biryerde değildir, hiçbiryerdedir." diyerek, bu çağda yaşayan insanın halini imler bir bakıma.



Nuri Pakdil gürültüyü iyi bilen, bilfiil yaşayan, tecrübe eden bir yazardır. Onun hayatı çoğu zaman çalışan kamyon üzerindeki ev gibi gürültü ve sarsıntı içinde olmuştur. Kimi zaman da bilerek isteyerek “sükût sureti"nde yaşamıştır. Sükûtunu bir tüfek gibi duvara asan da odur, beklenmedik bir anda o tüfeği patlatan da odur.


*Osmanlı Simitçiler Kasidesi – VIII



• • •


Osmanlı Simitçiler Kasidesi


Nuri Pakdil


Edebiyat Dergisi Yayınları


2014


96 Sayfa




#Nuri Pakdil
#Osmanlı Simitçiler Kasidesi
#Edebiyat Dergisi
8 yıl önce