|

Ölümün karanlığından yükselen “Son Hikâyeler”

Dünyaca ünlü ödüllü yazar Olga Tokarczuk bu defa Türk okurlarıyla Son Hikayeler kitabıyla buluşuyor. Tokarczuk bu kitabında üç hikaye üzerinden üç farklı kuşaktan üç yalnız kadını anlatıyor.

04:00 - 15/10/2021 Cuma
Güncelleme: 20:47 - 14/10/2021 Perşembe
Yeni Şafak
Son Hikayeler, Olga Tokarczuk, Çev. Neşe Taluy Yüce, Timaş Yayınları, Eylül 2021, 272 sayfa
Son Hikayeler, Olga Tokarczuk, Çev. Neşe Taluy Yüce, Timaş Yayınları, Eylül 2021, 272 sayfa

Çağdaş Polonya Edebiyatının güçlü sesi Olga Tokarczuk, 2018’de art arda kazandığı Man Booker ve Nobel’le beraber bir yandan edebiyat dünyasındaki yerini sağlamlaştırırken bir yandan da adını daha yüksek bir sesle duyuruyor. Yazarın “Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde” ve “Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler” adlı kitaplarının ardından “Son Hikâyeler” de Timaş Yayınları tarafından Neşe Taluy Yüce’nin çevirisiyle okurlara sunuldu. Tokarczuk, yazarlığı kadar aktivist kimliğiyle de ön plana çıkan bir isim. Yazar, psikoloji alanındaki eğitimini, ekolojik duyarlılığını ve feminist kimliğini metinlerinde ustaca edebiyatın rotasına sokuyor. Soğuk Savaş dönemindeki Doğu Bloku’nun dağılmasının ardından kendini yeniden yapılandıran Polonya’nın topluluk odaklı yapısından sıyrılışının etkisi Tokarczuk’un bireyleri eksene alan edebiyatında da kendisini gösteriyor. Coğrafyada uzun yıllar süren politik gerilimlerin, göç ve kimlik sorunlarının ardından sosyokültürel değişimlerle çalkalanan bölgede, dönemin yarattığı krize sırt dönmeyen yazar, belleğinde geçmişe yer açıyor fakat geçmişe takılıp kalmadan, bir yandan daima bugünün insanına, şimdiye odaklanıyor. Nitekim metinlerinde de ortaya koyduğu üzere, modern insanın mevcut düzeni de sayısız yeni evrensel krizi içinde barındırıyor.

ÜÇ KUŞAĞIN SESİ

“Son Hikâyeler”de üç kuşağın sesi, kadınların yaşamı üzerinden duyuluyor: Paraskeva, Ida ve Maja. Birbirlerine kanla bağlı olmalarına rağmen her biri yine de çok bağımsız ve özgür ruhlu kadınlar onlar. Yaşlılığın ve insanın bedeni üzerinde kaybettiği kontrolün trajik portresi kadar yaşam ile ölüm arasındaki bitimsiz döngü de metin boyunca kendini hissettiriyor. Kitabın içinde özgürce gezinen bir kavram olan ölüm, gün içinde sık sık gördüğümüz ve görmediğimizde bile orada bir yerde var olduğunu daima bildiğimiz, varlığını kanıksadığımız bir ev eşyasını andırıyor. Zamanın kaygan geçiciliğini ölümlerle iç içe bir gerilim hattı da kurarak hatırlatan yazarın, yer yer masalsı hatta büyülü gerçekçi üslubuna eşlik eden doğa bütün güzelliği, hakikati ve çarpıcılığıyla daima karşımızda duruyor. Kitap boyunca modern bir masalın içinden geçerken kimi zaman mistik bir atmosferle, kimi zamansa ürkütücü, sert bir gerçekçilikle yüz yüze geliyoruz. Yurtsuzluk hissi, bir yere ait olamama hali ise romanın kadın karakterleri aracılığıyla özgürlüğe işaret eden bir noktaya dönüşüyor. Ölüm üzerine konuşurken yaşamı ön plana çıkarabilen, kadınların portrelerini elle dokunulur bir canlılıkla sunan, gündelik hayatın meselelerini mistik ve mitik olanın gücüyle birleştiren bir roman var elimizde. “Son Hikâyeler”de yazar insan güdülerinin bulanık derinlikleri üzerine düşündürüyor ve bilincin karanlık ve anlaşılması güç rotasını çözmeye çalışıyor. Arkaik ve mitolojik unsurlarla zenginleşen romanda dilin aynı anda hem bunca şiirsel hem de böylesi akıcı olması metinden alınan hazzı katlayarak büyütürken Tokarczuk’un aldığı ödülleri hak ettiğini de kanıtlıyor.

#Olga Tokarczuk
#Polonya
#Nobel
3 yıl önce