|

Ortadoğu’da ABD savaşlarının gölgesinde Trump-Erdoğan buluşması

Türkiye zor dönemlerde beka söz konusu olduğunda milli mücadele zemininde kamuoyunu birleştirebilmiş hem kaynak hem maliyete katlanma gücü yaratabilmiş bir ülkedir. Bu noktadan sonra sonuç sabırla konjonktürün uygunluğunu beklemeye kalır, Kıbrıs’ı hatırlayalım, Fırat Kalkanı’nı hatırlayalım.

Yeni Şafak
04:00 - 21/05/2017 Pazar
Güncelleme: 07:40 - 21/05/2017 Pazar
Yeni Şafak
ILLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
ILLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney• BİLGESAM Bşk Yrd

Son günlerde hepimiz (gazeteciler, akademik camia ve hatta sokaktaki adam) Türkiye’nin önemli dönemeçlerden geçtiğinin farkındayız. Hayattaki dönemeçlerde olduğu gibi uluslararası ilişkiler aleminde de dönemeç başında görüş alanınızda bir kısıtlama olur, bakış kabiliyetiniz yeterli olmasına rağmen göremediğiniz bir alanın var olduğunu bilir, dikkatsiz bir sürücünün karşınıza çıkmamasına dua eder, her türlü işareti verir, hatta kimi zaman elinizi camdan çıkartır, karşınıza çıkacakları dikkatli olmaları konusunda uyarırsınız. Dönemeçler azami dikkat gerektirir, içimizde bir tedirginlik yaratır çünkü anlamsal olarak düşündüğümüzde hem ilerleyip, geçip gitme, yeni bir başlangıç yapma umudunu hem de bir kısır döngüye kapılıp başladığımız yarı kör noktaya tekrar gelme korkusunu içinde barındırır. Türkiye-ABD ilişkileri de aslında bir dönemeçler tarihi olarak okunabilir. Bazı dönemeçlerden geçerken Türkiye başına gelenleri stratejik hafızasının bir parçası da yapmıştır. Türkiye milli savunma kabiliyetleriyle ilgili tarihi bilen herkes Johnson mektubunun etkisini ve bu etkiyle dönemecin işaret ettiği yolun ötesinde başka bir kulvar/yol arayışına girildiğini bilir.

Cumhurbaşkanımızın 16 Mayıs’ta gerçekleştirdiği ABD ziyareti de, ziyaret öncesinde Trump’ın Pentagon planı olarak sahneye sunulan YPG’nin ağır silahlarla donatılması kararı dolayısıyla bu tür stratejik hafızamızı etkileyecek bir dönemeci temsil ediyor. Erdoğan, konuşmasında farklı bir analoji kullanarak bu buluşmanın Türkiye-ABD ilişkileri için virgül değil nokta olacağını söyledi. Şunu belirtelim; YPG’ninağır silahlarla ve açıktan silahlandırılması -Pentagon’un YPG PKK arasında ayrım yaratma, YPG’yi PKK’dan kopartma vbumutlarına rağmen- sınırımızın ötesinde PKK tehlikesinin yeniden canlandırılması anlamına geldiğinden Trump’ınimzaladığı kararname Türkiye açısından beka sorunudur. Her devlet aktörü gibi beka sorunu söz konusu olduğunda Türkiye de noktayı koyabilecek, dönemecin ötesinde başka yollar arayabilecek kararlılığa sahiptir. Üstelik unutulmamalı Türkiye kamuoyu çok tartışan, farklı fikirler üzerinden farklı argümanları destekleyen bir çoğulculuğa sahip olmakla birlikte mesele “beka” olduğunda devlet kararlılığını daima desteklemiştir. Bu tecrübeyi Türkiye ve Türkiye halkı ABD_Türkiye ilişkisinin dolambaçlı yollarında öğrendi. Sonucu söylediğimize göre, bir akademisyen olarak bizi buraya getiren sürecin nasıl işlediğini analiz edelim.

OBAMA’NIN HAYALETİ BEYAZ
SARAY'IN ÜZERİNDE UÇUYOR

Trump ABD başkanı seçildiğinde Obama Yönetimlerinin basiretsiz Ortadoğu politikalarından bıkıp usananlar temkinli bir iyimserlik içerisine girdiler, üstelik Trump da bu iyimserliği destekleyecek şekilde Amerikan müesses nizamına savaş açtı. Savaşın ilk ayları doğrusu karmaşık geçti. Müesses nizamın kurucuları Trump’ın ekibinin başlarını tek tek alırken, Trump kendisini sıkıştırma cesareti gösterenlere yeni bir Reagan olduğunu kanıtlamak için Suriye semalarında milyonlarca dolarlık füze gösterisi yapıverdi. Bu karmaşada Amerika’da dış politikayı kim yapıyor sorusuna cevap olarak parmakların gösterdiği tek adres Pentagon. Kısaca Obama’nın hayaleti Washington DC semalarında uçuyor. Bu nedenle de ABD’nin Ortadoğu politikasında Obama ve Trump dönemleri arasında bir devamlılığın izlerini bulmak mümkün. Pentagon’un Suriye planının sadece DAEŞ’le savaşmaya odaklanmasında da, PYD/YPG ısrarında da, Rakka Operasyonu konusundaki kararlılıkta da, en son YPG’nin silahlandırılmasının müttefiklere rağmen bir emrivakiyle yapılmasında da Obamavari bakış açısının izleri görülüyor. Eğer durum buysa ve Rakka operasyonunun kimlerle yapılacağı -bu kadar beklendikten sonra- inatçı bir körlükle belirlenmişse Türkiye için önemli olan soruyu soralım: Obama döneminde iddia edildiği gibi ABD Ortadoğu’dan çekiliyor mu? Çekiliyorsa, Suriye’deki paylaşım savaşını YPG gibi sınırlı gücü olacak bir aktör üzerinden mi verecek? Eğer vekalet savaşını sürdürecek sonuçta YPG ise, yani tüm ağır silahlarla donansa bile, hava gücü olmayan devlet dışı bir örgütten bahsediyoruz, 59 Cruise füzesi boşuna mı Suriye’yi vurdu? Bu soruların cevabı iki açıdan önemli: İlk açı ABD’leri ve özelde Trump Yönetimi Ortadoğu’da ne yapmak istiyor sorusunu cevaplamamız için bize gerekli analitik araçları sağlayacak. İkinci açı, Erdoğan-Trump görüşmesinden virgül değil nokta çıkarsa Rakka Operasyonu sonrası ABD’ni ve Türkiye’yi neyin beklediğini anlamamızı sağlayacak.

VEKALET SAVAŞLARINDAN DELEGE EDİLMİŞ SAVAŞLARA

Obama Ortadoğu savaşlarından çekilmeyi vaat ederek, Trumpise Ortadoğu hakkında hemen hemen hiçbir şey söylemeyerek iktidara gelmişlerdi. O yüzden akademisyenler tartışıp durdu: ABD Ortadoğu’dan çekiliyor mu? Çekildikten sonra geri mi dönüyor? Bu sorular kendi içinde anlamlı olmakla beraber bu yazımızda başka bir sav geliştireceğiz: ABD Ortadoğu’dan hiç çekilmedi, sadece Ortadoğu’da sürdürdüğü savaşların biçimini değiştirdi. ABD’nin 1991’den itibaren Ortadoğu dizaynında söz sahibi olmak istemesinin jeopolitik ve jeo-ekonomik sebepleri ve bu dizaynı çeşitli araçlarla empoze edebileceğini kendisine düşündüren bir gücü vardı. 2003 Irak müdahalesi, 2005 Washington menşeili Irak Anayasası, Afganistan’da girişilen ulus/devlet inşası projeleri vb. bize gösterdi ki bu dizayn eski ulus devletlerden ziyade, küçük, esnek, liberalleştirilmiş, devletimsi, hatta kimi zaman istikrarsızlık da üretebilen yapılara dayanacak. Ancak istikrarsızlığın sınırları ve eski rejimlerin hayaletleri Af-Pak ve Irak’ta Washington için ekstra maliyet yarattıkça, kolej parası biriktirmek ya da işsizlikten kurtulmak için askere yazılanlar ceset torbaları içinde eve dönmeye başladıkça, ABD kendi savaş biçimini sorgulamaya başladı. “Uzaktan liderlik”, “deniz-aşırı dengeleme” gibi isimler takılan stratejiler de burada devreye girdi. Bu stratejilerin temel mantığı Amerikan konvansiyonel gücünün güvenli bir uzaklıkta beklemesi ve alanda savaşı Amerika’nın gözetiminde başkalarının yapmasıydı. Bu tür savaşlar için iki ayrı tanımlama kullanılır. İlk tanımlama, “vekalet savaşları” (proxy war) , Ortadoğu’da alışık olduğumuz bir savaş biçimi. Bu savaşta güçlü devlet ile güçsüz vekili arasında bir tür eşit olmayan ortaklık kuruluyor. Güçlü aktör güçsüz aktörü kendi çıkarlarının vekil olarak tayin ediyor ve onu bu çıkarlar doğrultusunda eğitip-donatıyor. Vekalet güçlü bir ilişki biçimi, vekil ve vekaleti veren arasındaki bağ bilindiği için belki güçlü devletin askerleri daha az ölüyor ama vekilin yapıp ettiklerinden vekaleti veren güçlü devlet sorumlu olmaya devam ediyor. O yüzden örneğin Hizbullah bir şey yaptığında gözler İran’a dönüveriyor. Kısaca vekalet savaşları daha ucuz ama riskin, özellikle de uluslararası sorumluluk riskinin ortadan kalkmadığı savaşlar.

TEHDİT BAZLI HESAPTAN
RİSK BAZLI HESABA GEÇİŞ

İkinci benzer savaş biçimi, “delege edilmiş savaşlar” (surrogate wars) ise bu vekilin sorumluluğu riskini ortadan kaldırıyor. Bu savaşlarda da güçlü devlet ve alandaki güçsüz aktör arasında güçsüz aktörün güçlünün ajandası için savaşmasına yönelik bir ortaklık var ama açık bir vekalet ilişkisi yok. Güçlü aktör eğitip donattığı, belli/sınırlı bir biçimde silahlandırdığı aktörle ilişkisini melez (hybrid) bir zeminde oluşturuyor. Güçsüz aktörü alanda kullanıyor, kullanmak için silahlandırıyor ama kendi silahlı güçlerine ve sistemlerine entegre etmiyor. Ayrı bir birim olarak tuttuğu bu aktörü destekleyebilir de, terk de edebilir. Güçsüz ama alandaki silahlı mücadelede etkili olmak durumundaki aktör, hele ki devlet dışı bir oluşumsa, uluslararası hukuku da gözetmeyecektir. Ne gam, vekil değil sonuçta, organik bir bağ yok, şunun şurasında terörle savaşırken ortak olduk sadece deniliverir. Bugün ABD’nin PYD/YPG politikası üzerinden vekalet savaşlarından riskin delege edildiği savaşlara geçtiğini, bu savaşların stratejik avantajı konusunda Obama gibi Trump’ın da ikna edildiğini söyleyebiliriz.

Pentagon, “Taccount” tarzı düşünmeye alışık Başkan’a şöyle demiştir büyük ihtimalle: “Sayın Başkan, bu savaşların ne kadar ucuz olduğunu görüyorsunuz. Kamuoyu sizi suçlamayacak, çünkü Amerikan askerleri ölmeyecek. Askeri Modernleşme Devrimi'ni (askeri teknolojide ABD’nin 1980’lerde başladığı ve bugün atık gerçekleştirmiş olduğu atılımın literatürdeki adı: Revolution in Military Affairs-RMA) başarmış bir devlet olarak melez savaşları verebiliyoruz. Füzelerimiz, insansız hava araçlarımız, deniz aşırı müdahalede kullanabileceğimiz özel kuvvetlerimiz var. Yani alanda olup alanda değilmiş gibi görünebiliyoruz. Bizim için DAEŞ’le mücadele yani Rakka önemliyse, bizim için Rakka’ya girmeye hevesliler var. Demografik değişim yapmak gibi bir dertleri olabilir, Araplarla aralarında sorun çıkabilir, müttefiklerimizin güvenliğini de tehdit edebilirler ama işler çok kötü giderse görünmez oluveririz. Ne de olsa karşımızda uluslararası arenada bizden hesap soracak bir NATO müttefiki yok.” Eğer bu hesap Başkanı ikna etmemişse, tarihten anlayan birileri “imparatorluklar hep paralı asker kullanmıştır” demiş olabilir. Ne de olsa Trump Amerika’yı yeniden büyük bir güç yapmak istiyordu. İşin esprisi bir yana riskin devredildiği bu yeni savaş biçiminin a-polar (yani tek bir gücün tüm küresel sistemi yönlendirmekte yetersiz kaldığı) günümüzün güçlü devletlerine biçilmiş bir kaftan olduğunu söylemek lazım. Küresel güç dengesizliği ve RMA’nın getirdiği avantajlar ABD’ni bu dünyada tehdit bazlı hesaplamalardan risk bazlı hesaplamalara yöneltti. Savaşın özellikle güçsüz, özellikle devlet olmayan, özellikle uluslararası kurallarla bağlı olmayan aktörlere delege edilmesi savaş risklerinden büyük devletlerin elini yıkaması anlamına geliyor.

PENTAGON’UN TRUMP’A ANLATMADIĞI

Bu noktada devreye girelim ve Başkan'a Pentagon’un tüm hesabı aktarmadığını söyleyelim. Çünkü delege edilmiş savaşlar da kendi risk ve maliyetlerini yaratıyor. Vekalet savaşlarında güçlü ve güçsüz aktör arasındaki ilişki eşitsiz zeminde olduğu için yani vekilin vekilliği vekaleti verene dayandığı için alanda mücadele eden aktörlerin bağımsız gündemlerini/çıkarlarını takip etmesi çok zor. Oysa delege edilmiş savaşlarda güçlü aktör kendini alanda bir hayalet haline getiriyor, kullandığı yapıyla organik bağ kurmuyor sadece belirli amaçlar için onu destekliyor. Alanda birdenbire arkasında güçlünün gücünü hisseden, kısmi olarak silahlanmış oluşumsa talih kuşunun başına konduğunu düşünüp kendi gündemini izlemeye başlıyor. PYD için Rakka’nın -daima bir Sünni Arap yerleşkesi olan bu alanın- öneminin ne olduğunu anlamamız için haritaya bakmamız yeterli: DAEŞ ile mücadele bahane aşağıdan Kürt koridoru şahane! Ama alanda PYD kendi ajandasını izlerken ABD’nin tam hesaplamadığı komplikasyonlar yaratabilir: örneğin zorla göç ettirilen insanlar var olan insanlık dramının yeni bir sahnesini yaratır, Araplar Kürtlere hınçlanır, Suriye’de Kürt-Arap çatışmasının ilk perdesi açılır, Türkiye ile ABD’nin arası hepten açılır vb. PYD hırslı ajandasını gerçekleştirecek güce gerçekte sahip olmadığı için neler yaşandığını iyi biliyoruz. 2015’de fırsattan istifade Rusya Suriye’nin batısını kontrol altına alınarak hayal edilen koridorun Akdeniz’le bağlantısını kesiverdi. Yine 2016’da, 2014 sonrası alandan uzak tutulmak istenen Türkiye, El-Bab’a kadar ilerledi. Rusya, Türkiye ve İran’ın, Şiilerin ve Sünnilerin, Arapların, Kürtlerin ve Türkmenlerin olduğu bir alanda komplikasyonlar sanıldığı kadar kolay iyileşmeyebilir, Suriye’de şiddetle kanayan bir yara da ABD’nin başını ağrıtabilir.

16 MAYIS’TA TÜRKİYE ABD’YE
NEYİ HATIRLATTI

Cumhurbaşkanımızın, Trump ile 16 Mayıs’ta gerçekleşecek görüşmesinde ilkesel düzeyde hatırlatmalar elbette olacaktır. Terör örgütleri ile işbirliği yapmanın getirdiği riskler, müttefiklik ilişkisinde yaşanan güven bunalımının getireceği riskler, terörizmle mücadelenin terörizmi destekleyerek yapılamayacağı gibi hatırlatmalar Türk-ABD heyetleri ne zaman buluşsa gündemde olur. Bu sefer Erdoğan ve ekibinin yukarıda bahsettiğimiz delege edilmiş savaş stratejisinin Suriye özelinde yaratacağı risk ve maliyetleri Beyaz Saray’a hatırlatacaklarını düşünmeliyiz. İlk hatırlatılacak risk, delege edilmiş savaşların komplikasyonlarının Ortadoğu’da hesaplanamamış maliyetler ortaya çıkarabileceğidir. ABD bu maliyetler karşısında reddedişin kolaylığına sığınmayı tercih edebilir ama Suriye sahilinin kontrolünün Rusya’ya kaptırıldığını unutmanın mümkün olmadığı, rejimi döven ABD füzeleriyle kanıtlandı. Ankara gücü sınırlı, kontrolsüz, uluslararası hukukun dışında oluşumlar yerine Washington’a alanda güçlü, güvenilir, uluslararası hukuka bağlı yani komplikasyon yaratmadan operasyonel olabilecek bir NATO müttefiki olarak durduğunu söyleyecektir. Washington’un bu hatırlatma karşısında sağduyulu davranmasını umalım. Dönemeçte durduğumuzdan Trump yönetiminin arabasını nasıl kullandığını tam göremiyoruz. O yüzden Türkiye ikaz ışıklarını da yakacaktır ve Washington’a elinde kullanabileceği kartlar olduğunu gösterecektir. İlk kart, Suriye’deki askeri varlığımız. Türkiye “bir gece ansızın” uyarısını üstelik vurulmaz denilen Sincar üzerinden boşuna yapmadı. ABD’ne PYD’ye savaşı delege ettiği takdirde sürpriz baş ağrıları yaratabileceğini gösterdi. İkinci kart, Türkiye’nin DAEŞ’le mücadele koalisyonundaki yerini sorgulamasından geçer. Bu sorgulama İncirlik üssünün kapılarını koalisyon operasyonlarına kapatıverir. Alternatifler bulunur belki ama hava desteğinden yoksun kalacak PYD’ningücünü de uluslararası kamuoyu görüverir. Bu iki kart ciddi sonuçlar doğurabilecek kartlardır. Muhtemelen Türkiye uluslararası baskı ve iktisadi zorlamalarla karşı karşıya kalabilir. Dış politikayı teorik zeminden okuyanlar pazarlık gücünün her şey olduğunu söylerler. Pazarlık gücünü belirleyen en önemli etmenler ise maliyete katlanabilme ve yeni kaynaklar yaratabilme gücüdür. Yazımızın başına dönelim; Türkiye zor dönemlerde beka söz konusu olduğunda milli mücadele zemininde kamuoyunu birleştirebilmiş hem kaynak hem maliyete katlanma gücü yaratabilmiş bir ülkedir. Bu noktadan sonra sonuç sabırla konjonktürün uygunluğunu beklemeye kalır, Kıbrıs’ı hatırlayalım, Fırat Kalkanı’nıhatırlayalım. Üçüncü kart ilk iki kart kadar önemli: Batı’nın özelde ABD’nin gerçek bir küresel istikrar hedefliyorsa İslam Dünyası ile yaşadığı yabancılaşmayı çözmesi gerekiyor. Asya-Avrupa-Afrika hattında İslam dünyası bu toprakların zenginliği üzerinde bölünmüş, fakir ve terörize edilmiş biçimde bırakılamaz/kalamaz. Küresel bir çözüm ihtimali varsa Türkiye yumuşak ve sert gücü ile bu çözümlerin parçası olacak bir aktördür. Dileriz Trump ve ekibinin kafası Amerika’nın gücü ile Washington üzerinde dönen iktidar savaşı arasında çok karışmamış olsun da Ankara’nın yaptığıhatırlatmaların önemini kavrasın.

#Recep Tayyip Erdoğan
#Donald Trump
#ABD
#Ortadoğu
7 yıl önce