|

Oslo bir sömürge aracıydı

Oslo sonrası döneme doğru ilerlerken, barışçıl bir çözüm yolu, ilerlemesini kötü etkileyecek hatalı varsayımlardan kaçınmalıydı. Çatışma, işgalci ve işgal edilen arasındadır; İsrail’i yok etmeye çalışan Filistinlilerle ilgili değil. Siyonist devlet, işgalci ve saldırgandır; saldırgan işgalini ahlaki ve yasal olarak sona erdirmekle yükümlüdür.

Haber Merkezi
04:00 - 2/10/2018 Tuesday
Güncelleme: 04:08 - 2/10/2018 Tuesday
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
NESİM AHMED

İmzalanışının 25’inci yıldönümü, Oslo Anlaşmaları’nın “Filistin teslimiyetinin bir aracı, Filistin’in Versay’ı” olarak adlandırılmasının dikkate alınması için uygun bir zaman. Edward Said’in “The Morning After (Ertesi Sabah)” adlı makalesinde yazdığı şey buydu. Filistinli liderlerin, Beyaz Saray’ın çimleri üzerindeki sarhoş edici imza töreninden sonra ayıldıklarını uman Profesör Said, anlaşmaya, kendi neştervari aklını kattı.

Said, retorik olarak Filistin’in kendi kaderini tayin hakkının ne kadar iyi olduğunu sorguladı: Ya ortada gerçek bir özgürlük, egemenlik ve eşitlik yoksa? Said, Oslo barış sürecinin hedefinin, “İsrail’e sürekli bağlılık” olduğunu gözlemledi. İsrail tarafından sadece kişi olarak tanınacakları için heyecanlanan Filistinlilerin sayısı karşısında şaşıran Said, Siyonist devletin, “Siyonizm tarihinin en büyük ikinci zaferini” teslim alırken hiçbir ödün vermemesinin yasını tutuyordu. Haklıydı. Oslo, Filistin topraklarında İsrail işgalini asla sonlandırmayacak bir sömürge aracıydı. Bunu hiç de niyet edinmemişti.

Faustvari pazarlığın korkunç etkilerini görebilmesi, Oslo’ya yönelik ayıltıcı bir suçlamaydı ve Said’in öngörüsünün mükemmel bir vasiyetiydi -onun gibi düşünen pek çok kimse olduğunu da belirtmek gerek-. Said, yüzyıllık bir fedakarlık, mülksüzlük ve kahramanlık mücadelesinin, sonunda boşa çıktığını haykırdı. Peki ya ne için?

İsrail’in, 1948’de 800 bin Filistinliyi kovmasına ve Said’in hatırlattığı gibi, “toprakları ve mülkiyetleri işgaline; dört yüzden fazla Filistin köyünün yıkımına; Lübnan’ın işgaline; 26 yıllık acımasız askeri işgale (artık 51 yıl)...” rağmen, “Siyonizm’in kurbanları, artık dünyanın gözünde tövbekar failler olan Filistinlilerdi.” Bu acılar, terör ya da şiddet statüsüne düşürülmüş gibiydi, geri dönük olarak reddediliyor ya da sessizce es geçiliyordu.


İSRAİL İLHAK AMAÇLI KULLANDI

İktidarın toplum üzerindeki etkisini sürdürme şeklindeki eşsiz anlayışı, Said’i, Oslo’ya karşı derinden şüpheye düşürmesine rağmen, uluslararası toplum, anlaşmayı Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda İsrail’in işgal ettiği topraklarda Filistin’in kendi kaderini tayin etme aracı olarak görüyordu. Anlaşmayı destekleyenler, Oslo’dan sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde yeni kurulan Filistin yönetiminin nihayetinde bağımsız bir devlet kurmasıyla birlikte, İsrail’in bölgedeki toprak üzerindeki kontrolünü yavaş yavaş terk edeceğini iddia etti.

Ancak öyle olmayacaktı. İsrail, ara dönemi mülteciler, Kudüs, sınırlar, yerleşimler gibi ana meseleler üzerine müzakereleri yürütmek için kullanmak yerine, bu zamanı mümkün olduğu kadar çok Filistin toprağını ilhak etmek için kullandı. Bu devam eden bir sömürge sürecidir.

Yaser Arafat ve Yitzhak Rabin arasındaki kararsız malûm karşılıklı anlaşmadan bir çeyrek asır sonra Filistinliler, hedeflerine daha yakın değilken İsrail, işgal altındaki Filistin topraklarına yayılan yasadışı yerleşimcilerin sayısını dört katına çıkararak kolonizasyonunu daha da sağlamlaştırdı. Filistin devleti için öngörülen topraklar, İsrail toplumunun en aşırı unsurlarından bazılarına ev sahipliği yapmak üzere ele geçirildi; radikal Yahudiler, çatışmayı iyilik ve kötülük arasındaki kozmik bir savaş olarak görüyor.

Oslo ile ilgili tartışmaların çoğu anlaşmanın başarısızlığına odaklı. Son birkaç yıldır barış sürecinin çöküşü için İsrail’in mi, yoksa Filistinlilerin mi daha suçlu olup olmadığını belirlemek için bir suçlama oyunu oynanıyor. Ancak Oslo doğru bir şekilde uygulanmadığı için mi, yoksa doğal olarak kusurlu olduğu için mi başarısız oldu sorularını sormak mantıklıdır.

MÜZAKERE TALEPLERİ MASKARALIK

Oslo sürecine doğrudan dahil olan Filistinliler, müzakerelerin anlamsızlığını kabul ediyor. Filistin heyetinin hukuk danışmanlarından Diana Buttu, “İsrail askeri yönetimi altında yaşayan Filistinlilerin, işgalci ve ezici güçle müzakere etmesini istemek, bir rehineden, kendini rehine alan kişiyle müzakere etmesini istemek” ifadelerini kullanıyor. Buttu, Oslo sürecinin, işgalciyi ve işgal edileni ahlaki olarak eşdeğer gören yapısal süreci hakkında yorum yaparken “Dünyanın, Filistinlilerin özgürlüklerini müzakere etmelerini istemesi tiksindirici” diyor.

Filistinliler, İsrail, işgalini sona erdirmeyi kabul etmeden İsrail’le müzakerelere girerken, aslında Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne yönelik tek taraflı ve uluslararası kabul görmüş taleplerinden vazgeçtiler. Said’in gözlemlediği gibi Filistin yönetimi, tek bir el sıkışma ile İsrail’i Filistin toprakları üzerinde eşit hak iddia etmekle ödüllendirdi. Doğal olarak Filistin’e ait olarak tanınan topraklar, savaş yoluyla toprak elde edilmesinin yasadışı sayıldığı uluslararası hukuk, Filistin’de geçerli değilmiş gibi bir gecede “tartışmalı bölgeler” haline geldi.

Oslo Barış Süreci’nin ölümü üzerine düzenlenen birçok soruşturmada, anlaşmanın, İsrail’in işgalini sonra erdirme ve bir Filistin devleti yaratma hedefine ulaşmaya hiçbir zaman niyetinin olmadığına yönelik fikir daha fazla dikkati hak ediyor. Bu, en mantıklı gözüken ve İsrail’in saldırgan bir şekilde haksız yere toprak elde etmeye devam etmesine izin verilirken, Filistin haklarının neden sürekli olarak gerilediğinin gerçek sebebini ortaya koyan bir açıklamadır. İki tarafın müzakerelere girmesine yol açan varsayımın aksine, Filistin üzerindeki ihtilaf asla “tartışmalı bölge” ile sona ermiyor; bu tamamen, Siyonistlerin, Filistin’in tarihi toprakları üzerinde özel denetim için talepte bulunmasıyla ilgiliydi. Bu gerçek, tek başına, Oslo’nun neden başarısız olduğunun yanıtıdır.

FİLİSTİN’İ KONTROL İÇİN BİR KULP

Bu sözde barış süreci, şu anda, “İsrail’in Filistinlilerin hayatı üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak ve derinleştirmek için bir kulp” olarak hizmet eden politik bir hileden başka bir şey olmamakla suçlanıyor. Tarihçi Ilan Pappé, Siyonist ideolojinin oluşumunda iki temel idealin rol oynadığını belirtir: Filistin topraklarının kontrolü ve orada yaşayan Filistinlilerin sayısının azaltılması. Peppé, anlaşmalara yönelik yazdığı eleştirel bir değerlendirmesinde, Siyonistlerin, bu iki ilkeye “dini olarak” bağlı olduğunu yazmıştı. İsrailli liderler, Filistinlilerle müzakerelere katılmaya karar verdiler, çünkü toprakları olduğu gibi Filistin nüfusunu da ilhak etmeden istedikleri toprakları güvence altına alacak yeni bir formül bulduklarına ikna olmuşlardı.

Geçmişe bakıldığında, Oslo süreci İsrail için büyük bir başarı, Filistinliler için trajik bir başarısızlık oldu. Washington’daki bu el sıkışma, amaçlanan amacına hizmet etti; İsrail’e istediği her şeyi verdi ve Filistinlilerin sahip olduğu ve günümüzde de sahip olması gereken bütün hakları reddetti.

İsrail hükümeti, diğerlerinin de belirttiği gibi, Oslo’yu kendi amaçlarına hizmet etmesi için bencilce kullandı; asla barış istemedi. Adam Hanieh, 2013’te, “Oslo, Filistin mücadelesini, küçük toprak parçaları üzerine bir takas sürecine indirgeyerek, Filistin siyasi hareketinin İsrail’in sömürgeciliğine karşı direncini savunan ve Filistinlilerin isteklerini yerine getirmek için çabalayan önemsiz parçalarını ideolojik olarak silahsızlandırdı” şeklinde yazdı.

SALDIRGAN SİYONİST DEVLET

Oslo sonrası döneme doğru ilerlerken, barışçıl bir çözüm yolu, ilerlemesini kötü etkileyecek hatalı varsayımlardan kaçınmalıydı. Çatışma, işgalci ve işgal edilen arasındadır; İsrail’i yok etmeye çalışan Filistinlilerle ilgili değil. Siyonist devlet, işgalci ve saldırgandır; saldırgan işgalini ahlaki ve yasal olarak sona erdirmekle yükümlüdür. Filistinliler, İsrail işgalinin kurbanlarıdır; ne yasal olarak ne de ahlaken, tarihsel ve oldukça meşru haklarını herhangi bir yönden teslim etmek, ya da İsrail, işgaline son verene kadar müzakerelere girmek zorunda değiller. Filistinliler, özellikle de liderleri, Edward Said’in sözlerini hatırlamalı ve İsrail’i yatıştırmanın sadece sefalet ve aşağılama getirdiğini asla unutmamalıdır. Ayrıca, İsrail’in, Filistinliler ilk intifada boyunca bir koz elde ettikten sonra müzakerelere katılmak zorunda bırakıldığını da hatırlamalılar. Şiddetli direniş, şu anda akılsızca ve amaca zararlı olabilecekken, Filistinliler, İsrail’in büyük ölçüde maliyetsiz işgaline karşı bir yerden yeni bir koz bulmak zorunda.

En hafifi Filistin davasının temel sütunlarını, özellikle Kudüs ve mülteciler, tek taraflı reddeden “yüzyılın anlaşması” olarak adlandırılan bir çözüm olan herhangi bir çözümün başarıya ulaşma şansı yoktur. İsrail’in aşması gereken zorluk, kendi çelişkilerinin (sonsuza kadar yan yana var olamayacak dini etnokrasi ve demokrasi) ağırlığı altında yıkılmadan önce Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını tanıyan ve uluslararası hukuka uymayı kabul eden bir lider bulmak. Şu anki gidişata bakılırsa, ülke içindeki aşırı sağ kanat ve fanatik Yahudilerin artan yükselişiyle, böyle bir lider yakın zamanda ortaya çıkmayabilir.

Uluslararası toplumun görevi, İsrail işgalinin ve meydana getirilen yeni gerçeklerin -yerleşimler, yerinden edilme, kapatmalar ve devlet onaylı ırk ayrımcılıkları- cezasız bir şekilde devam etmesine izin verilmemesini sağlamaktır. İsrail’e, uluslararası hukuku sürekli ihlal eden herhangi bir ülke gibi muamele etmek cesaret ve kararlılık gerektirecektir; İsrail’e yönelik istisnacılık hiçbir koşulda tolere edilemez. İsrail’in agresif, kanunsuz davranışlarını tercihli ticaret anlaşmaları ile ödüllendirmek ve dünyanın geri kalanının uymakla yükümlü olduğu uluslararası yasalar ve sözleşmelere karşı umursamazlığına müsamaha göstermek, daha on yıllarca sürecek çatışmalara ve küresel istikrarsızlığa yol açacak felaket için bir reçetedir.

*Nasim Ahmed: Ortadoğu ve siyasal İslam konularında yorumcu.
** Bu yazı ilk olarak 15 Eylül 2018’de Midde East Monitor haber sitesinde yayınlanmıştır.
*** Tercüme: Fatma Nur Aktaş
#Filistin
#İsrail
#Oslo
6 years ago