|

ÖTEYE MEKTUPLAR - 4: Meçhuller Caddesinin Kimsesiz Seyyahı’na

Her şey küçüldü Üstadım. Zihinler küçüldü, kalemler küçüldü, hedefler küçüldü... Sizin ciğerlerinizden kan çekerek kaleme aldığınız, uğruna zindanlara düştüğünüz, çilesini çektiğiniz tüm değerler ayaklar altında, ayakaltına aldığınız tüm sahtelikler de başlar üstünde. Serapa bir çöldeyiz ve arada bir serap gördüğümüzde bir şeyler yaptığımız zehabına kapılırız. Hani, “Keyfiyet bakımından bir taksiyi dolduracak sayıya ulaşamadık.” derdiniz ya, hâlâ da öyleyiz

04:00 - 15/10/2019 Salı
Güncelleme: 19:05 - 13/10/2019 Pazar
Yeni Şafak
Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl Kısakürek
ARİF AY

Muhterem Üstadım,

Mektubumun başlığını özellikle seçtim. Size dair, sizden ne kaldı diye bugüne bakıldığında eserleriniz dışında ne bir vecd, ne bir dâvâ adamlığı, ne bir mücadele cehdi, ne bir fikir hamulesi, ne bir öfke ve ne de bir buğz görülür. Her şey “muşamba dekor” ve herkes “yalana teslim”. Ve siz, gerçekten “Meçhuller caddesinin kimsesiz seyyahı”sınız artık.

Her şey küçüldü Üstadım. Zihinler küçüldü, kalemler küçüldü, hedefler küçüldü… Sizin ciğerlerinizden kan çekerek kaleme aldığınız, uğruna zindanlara düştüğünüz, çilesini çektiğiniz tüm değerler ayaklar altında, ayakaltına aldığınız tüm sahtelikler de başlar üstünde.

Serapa bir çöldeyiz ve arada bir serap gördüğümüzde bir şeyler yaptığımız zehabına kapılırız. Hani, “Keyfiyet bakımından bir taksiyi dolduracak sayıya ulaşamadık.” derdiniz ya, hâlâ da öyleyiz Üstadım, bir iki çilekeşten başka kimse yok. Herkes mevcut düzenden şöyle ya da böyle nemalanmanın keyfini sürüyor ve düzenin düdüğünü öttürüyor.

Sizin için “Dâvâ Arkadaşım” diyen Osman Yüksel Serdengeçti şunları demişti vefâtınızın hemen ardından: “Ölümünden on beş gün önce ziyaretine gitmiştik. ‘Osman gel yanıma otur’ dedi. O fırtına gibi adam bir köşede yaprakları sararmış kırık bir dal gibi duruyordu. Yanına yanaşmaktan korktum. O sarı yapraklar dökülecek, adam ölecek zannettim. Me’yus, kederli, mecalsiz yanından ayrıldık. Ben Necip Fazıl’ı o gün kaybetmiştim. Fırtına dinmiş, güneş batmış, koca İstanbul, koskoca bir mezarlık olmuştu. Necip Fazıl ölmüştü.Necip Fazıl öldü. Ölmeyebilseler peygamberler ölmez. Herkes şu beylik lafı ediyor. Bıraktığı boşluğu kimse dolduramaz. Boşluk bırakmadı ki doldurulsun. Her şeyi doldurdu gitti. Kafaları doldurdu, gönülleri doldurdu ve yaşını doldurdu. Allah rahmet eyleye…” (1 Haziran 1983, Türk Edebiyatı, Temmuz 1983)

GÖKLERİN ÇEKTİĞİ KARTAL

Evet Üstadım, boşluk bırakmadan göçüp gittiniz. Allah’ın rahmeti sizin de onun da üzerinize olsun. Serdengeçti’nin dediği gibi vefatınızla sadece “koca İstanbul, koskoca bir mezarlık” değil, tüm Türkiye bir mezarlık olmuştu.

Vefâtınız üzerine yazılan yazılardan beni etkileyen bir yazı da Sezai Karakoç’un yazısıdır. Sizi bir kartala benzeten Sezai Karakoç’un “Göklerin Çektiği Kartal” başlıklı yazısından bir bölüm: “Altmış yıl durmadan dinlenmeden bin bir çile içinde, eserler vererek, mücadeleler yaparak milletinin varoluş savaşında yerini alan bir millet büyüğü, düşünce ve edebiyat hayatımızın dinmez ve sinmez kalemi, yerinden oynamaz üslubuyla kendini edebiyat tarihine hakkeden kalem, Üstad Necip Fazıl, aramızdan sıyrılıp, adeta bir kuş gibi uçup gitti. Fânilik arkadadır artık.

Dev sulara karşı bir ömür boyu gerilmiş kollar düştü.

Ve yüzyılımıza şeref olan şiir saati durdu.

Ve doğru, iyi ve güzel için yükselen ses sustu. Yankıları çağların ufkunda çınlayacak.” (Diriliş, 26 Mayıs 1983)

Evet, yankıları çınlıyor ama gürültünün sağır ettiği kulaklar bu sesi duymuyor artık.

Bir konuşmanızda Eski Yunanda (lirik) şiirin babası Pindaros’un şu sözünü nakledersiniz: “Meğer ben, bir ömür, katırların yemliğine saman yerine çiçek doldurmuşum.”

Şimdi aklıma geliverdi. Fransa Cezayir’i işgal edince, Sartre, Charles de Gaulle’ü eleştiren yazılar yazar. Sartre’ı De Gaulle’e şikâyet ederler aleyhinizde yazılar yazıyor diye. De Gaulle şunu der: “Dokunmayın Sartre’a, Sartre Fransa’dır.”

Biz ne yazık ki “Necip Fazıl Türkiye’dir.” diyemedik. Üstelik seksen yaşın kapısından sizi, hapse attıracak mahkûmiyet dosyasıyla uğurladık ebediyete.

Oysa siz, devrin Başvekilinin imzasını taşıyan “Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır.” Emrini yırtıp çöpe atarak meydanlara çıkıp “Allah” adını, avazınız çıktığı kadar haykırarak bu millete duyuran gerçek bir kahramansınız:

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbîr?

Bulur mu deli rüzgâr o sedâyı: Allah bir!

O devir ki “kitabı süngüleyen”, “buğdayı mühürleyen” bir devir. Dipçik korkusuyla halkın sindirildiği bir devir.

BİR DAVA GÖNÜLLÜSÜ OLMAK

Muhterem Üstadım,

Eserlerinizi lise öğrencisiyken okumaya başlamıştım. Sizinle yüz yüze tanışmamız da o yıllara rastlar. Lise ikinci sınıftaydım ve siz o yıl Niğde’ye konferans vermek için gelmiştiniz. Sizi Bor’un girişinde yüz araçlık bir konvoyla karşılamıştık. Sizi taşıyan otomobilin sağında solunda motosikletli gençler vardı. Niğde’ye adeta bir devlet başkanı gibi girmiştiniz. Konferans vereceğiniz sinema tıklım tıklım dolmuş, halk caddelere taşmıştı. O günkü yaşadığım heyecanı, bir dâvânın gönüllüsü olmanın bakırı altına dönüştüren değerinin ruhuma ve şuuruma silinmez nakışlar halinde işlenişini anlatamam.

Dolayısıyla, benim hayatta iki babam oldu. Biri biyolojik babam Necip Ay, diğeri de manevi babam siz Necip Fazıl. İkinize de Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum.

Yetişmemde ve dünya görüşümün belirginleşmesinde en büyük pay sizindir. Size sonsuz müteşekkirim.



Muhterem Üstadım,

Bu mektubu, geçen yıl adınıza düzenlenen ve dördüncüsü verilen “Necip Fazıl Ödülleri 2018”in şiir ödülünü aldığımda yazacaktım. Ödülün konuş şeklinden verilişine ve bazı kesimlerdeki yankılarına ilişkin düşüncelerimi dile getirecektim. Sonra, yazmaktan vazgeçtim bir fitneye vesile olurum çekincesiyle.

Geçtiğimiz günlerde CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının emriyle tiyatro oyunlarınızın Şehir Tiyatroları’ndan kaldırılmasının şokunu yaşadık. Bu karar gösteriyor ki, CHP tek parti döneminden bugüne zerre-i miktar değişmemiş. Hatta daha da keskinleşmiş. Çünkü, oyunlarınız 1930’larda sahnelenmişti: Tohum 1935, Bir Adam Yaratmak 1937…

Bu olayın öteki yüzü de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’ye kaptırılmasının altında yatan acı gerçeklerdir. Bu gerçekleri sıralayarak size karşı bilgiçlik taslamaktan edep ederim. Siz ta 1950’lerde acı gerçekleri görüp hükmünüzü koymuşsunuz zaten: “Ben ne Kapitalistten, ne Komünistten, ne Masondan, ne Yahudiden, ne dönmeden, ne de herhangi bir Allahsızdan korkarım!... Bunlar ne yaparlarsa yapsınlar; dâvâyı merkezinden ve ruhundan vuramazlar! Ne yapsalar, ancak dâvâyı merkezinden ve ruhundan büsbütün alevlemiş olurlar! Ben yalnız gönüldaşlarımızın idraksizliğinden ve dâvâya liyakatsizliğinden korkarım!”

Bu mektubu işte bu vesileyle kaleme aldım. Günlerdir yüze yakın eserlerinizle iç içe oldum. Size yazmanın ne kadar zor olduğunu bildiğim için eserlerinizden güç toplamaya, cesaret bulmaya çalıştım.

Üstadım, izninizle sizinle ilgili iki anımdan söz edeceğim. Biri tam da cesaret toplamaya denk düşen bir anı. MTTB Ankara Başkanı olarak sizi Ankara’ya konferansa davet etmek için İstanbul’a gelmiştim. MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki genel merkezinde buluştuk. Öyle bir korku ve ruh hâli içindeydim ki söze nasıl başlayacağıma karar veremiyordum. Siz birden telefonla evinizi aradınız ve eşiniz Neslihan Hanım’a şunu dediniz: “Mehmed’e söyle, nişanlısını alsın gezmeye götürsün.”

Üstümden dağ gibi bir ağırlığın kalktığını hissettim o anda. Karşımda müşfik bir baba vardı. Ali Biraderoğlu’nun dediği gibi “O; dıştan haşin, kırıcı zannedilen bir mizaç içinde; çok şefkâtli, rakik bir yürek taşıyordu.” Artık rahatlıkla konuşabilirdim. Ve öyle oldu. Davetimi kabul buyurdunuz. Gününü, saatini birlikte belirledik.

Öteki anım da bunun devamı niteliğinde. Konferans için Ankara Demirtepe’de şimdi yerinde yeller esen Gölbaşı Sineması’nı kiraladık. Öteki konferanslarınızda olduğu gibi sinema doldu taştı. Konferansa başlar başlamaz sigaranızı yaktınız ve külünü yere çırpmaya başladınız. Acaba masaya kül tablası koymayı unuttuk mu diye ön sıradan doğrulup masaya baktığımda, üzerinde bira markası yazılı bir kül tablası duruyordu. Eyvah! Üstad şimdi bizi haşlayacak diye geçirdim içimden. Arkadaşlara işaret ettim ve hemen kül tablasını değiştirdiler. Sigaranızı bu yeni kül tablasına çırpmaya başladınız.

Allah’ın haram kıldığı bir içeceğin adının yazılı olduğu kül tablasına sigaranızın külünü dahi çırpmamak ancak sizde görülebilecek imâni bir dikkat ve hassasiyetti.

Sizin hayatınızda açık arayan ve sizi yaftalamaya çalışanlar acaba hayatlarının herhangi bir anında sizdeki bu imâni titizliği ve hassasiyeti göstermişler midir?

Ah Üstadım! İşte bu yüzden o kadar çok ihtiyacımız var ki size. Eskiden sizden gelecek bir işareti beklerdi insanlar. Sizin işaretinize göre durum alırlardı olaylar karşısında. Şimdi at izi, it izine karıştı diyeceğim ya, ortada ne at ne de izi kaldı. İyi insanlar, o iyi atlara binip gittiler sizin gibi.

Dualarımla… Hasretle…

#Allah
#MTTB
#Necip Fazıl
5 yıl önce