|

Psikiyatrist Doç. Dr. Veysi Çeri: Ebeveynler kendi iç güdülerine güvensinler

Psikiyatrist Doç. Dr. Veysi Çeri’nin “Yeterince iyi bir ebeveyn olmak” isimli kitabı, anne-baba adaylarına, yeni anne-baba olacaklara ve çiçeği burnunda anne-babalar için baş ucu kitabı niteliğinde. Çeri kitabında ebeveynleri kendi iç güdülerine güvenmeye, çevrelerindeki kendi gibi uzmanları çok fazla kulak asmamayı öğütlüyor.

00:00 - 12/12/2021 Pazar
Güncelleme: 19:03 - 10/12/2021 Cuma
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
DİLBER DURAL
Psikiyatrist Doç. Dr. Veysi Çeri’nin “Yeterince iyi bir ebeveyn olmak” isimli kitabı, çocuğu olanların baş ucu kitabı olacak. Geçtiğimiz haftalarda okuyucusuyla buluşan kitap; anne-baba adaylarına, yeni anne-baba olacaklara ve çiçeği burnunda anne-babalara adeta bir rehber ve yol gösterici. Doç. Dr. Veysi Çeri kitabında hem mesleki deneyimlerine hem de yaptığı araştırma ve gözlemlerden yola çıkarak, aslında okuyucuları modern dünyanın dayattığı mükemmellik baskısından sıyırmaları çağrısında bulunuyor. Çeri, anneleri bebekleriyle ilişkilerinde doğal sevgi akışına teslim olmaya davet ediyor. Çeri, ebeveynlere hem kendilerini hem de çocuklarını yıpratmayacak ve yeterince iyi bireyler yetiştirmeyi sağlayacak yolları gösteriyor. Çocuk yetiştirirken doğru bilinen yanlışları da gözler önüne seren bu kitap; çocukluk döneminin özelliklerini, çocuğun psiko-sosyal gelişimini desteklemek için neler yapılabileceğini anlatıyor.


- Ebeveynlikle ilgili birbirinden farklı görüşler barındıran o kadar çok kitap ve uzman var ki, dolayısıyla hepimiz bir bilgi karmaşası içinde kayboluyoruz.

Aslında çok haklısınız. Baktığımızda ebeveynlerin ne yapmasını öğütleyen, hatta emreden birçok kaynak ve insan var. Her ebeveyn önce kendi ailesi içerisinde, daha sonrasında çevresinde “Şunu şöyle yap, bunu böyle yap” şeklinde bir sürü şeyle karşı karşıya kalıyor. Tabii bunlar ebeveynleri kendi iç güdülerine inanmasını ve güvenmesini büyük oranda sekteye uğratıyor. Ben de kitabımda ebeveynlere kendi iç güdülerine güvenmeye, çevrelerindeki bizim gibi uzmanları çok dinlememeye davet ettim. Bunu yapmamın en büyük nedeni de klinik pratiğimde gördüğüm çocuğu için en mükemmelini yapmaya çalışırken, ciddi şekilde kendini yıpratan, bir kenara bırakan, böylelikle çocuğuna da kendine de yeterince iyi bir ebeveynlik sunmaktan aciz kılan ebeveynler görmüş olmamdı.

ÇOCUKLAR DOĞA İLE TEMAS ETMELİ

- Kitabınızda, çocukların doğa ile temas etkinliklerinin oldukça faydalı olacağını düşündüğünüzü, hatta çocukların doğa ile buluşmalarının çıplak ayakla yapılmasını savunuyorsunuz. Bunu açar mısınız mesela?

Araştırmalar, doğaya yakın yerlerde büyüyen çocuklarda depresyonun, anksiyetenin, stres düzeylerinin, dikkat eksikliğinin daha az olduğunu gösteriyor ve hatta otizmin bile daha az olduğuna dair yayınlar çıkmaya başladı. Hâl böyleyken çocuklar için bunu mutlaka göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Çocukların doğa ve yeşil alanlarla hatta toprağa ulaşmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.

Mesela son zamanlarda okullarda bahçesi olmayan, bahçesi sadece betondan olan okullar görüyoruz. En azından çocukların toprakla ağaçlarla buluşmaları sağlanabilir. Bununla ilgili ilginç bir veriyi de paylaşmak istiyorum. Dünya genelinde dikkat eksikliği hiperaktivite yüzde 3-5 düzeyinde. Türkiye’de ise, yüzde 13 düzeyinde gibi görünüyor. Bunun da ben doğa yetmezliğinden dolayı olabileceğini düşünüyorum. Bundan dolayı da bizim artık bundan sonraki şehirleşmeleri ayarlarken doğanın da işin içinde olmasını sağlamamız gerekiyor.

DEĞER YARGILARINI TEKNOLOJİK ALETLER BELİRLİYOR

- Çocuk-ekran ilişkisine değinelim istiyorum. Kitabınızda, çocukların değer yargıları ile normlarını belirleyen asıl faktörün anne-baba tutumlarından çok, günden güne bu ekranlarda karşılaştıkları içerikler olduğunu vurguluyorsunuz…

Türkiye’de çok sık karşılaştığımız bir durum var. Bir kişide bir sıkıntılı davranış görüldüğünde hemen “Annesi-babası nasıl yetiştirmiş?” diye söyleniyor. Şöyle ciddi bir yanlış algı var. Sanki çocuğu yetiştiren, çocuğun değer yargılarını oluşturan şeyin aile yargıları olduğunu sanıyoruz. Belki çok eskiden bu bir miktar doğruydu. Çünkü çocuğun değer yargılarını belirleyen, çocuğun içinde doğduğu aile değil, bunun yanında ailenin çevresindeki kişiler olaylar hatta ülkedeki olan bitenlerdir.

Bugün bu sistem çok daha güçlü bir şekilde çevrenin lehine olarak değişmiş durumda. Çocuk henüz hayatının ilk gününden itibaren yoğun şekilde teknolojik aletler ve ekranlar üzerinden bütün dünya ile haşır neşir ve iç içe. Bu da onların değer yargılarının gelişimini etkiliyor ve işin daha acı tarafı bu tür ekranlarda ya da programlarda karşılaştıkları şeylerin özellikle gençleri, ebeveynlerinden, yakın çevrelerinden daha fazla etkilediğine dair araştırmalar da var.

EKRAN SÜRESİ ARTTIKÇA OLUMSUZ DAVRANIŞLAR ARTIYOR

Özellikle değer yargılarının gelişimi açısından çocuk-ekran ilişkisi çok önemli diye düşünüyorum ve çocuğun ilk zamanlarında özellikle yaşamın ilk yıllarında nelere maruz kalacağını belirlemek çok önemli. Mesela ekran süresinin arttıkça çocuklarda olumsuz davranışların, agresyonunun, tehlikeli davranışların arttığını biliyoruz. Yurt dışında yapılan araştırmalara göre, ekran süresi arttıkça ekran içindeki izledikleri ne olursa olsun ondan bağımsız olarak gençlerde, erken dönemde madde kullanımı, erken ve kontrolsüz cinsel ilişkiler ve ergen gebelikleri gibi sorunlarla daha fazla karşılaştıkları biliniyor.

Bu açıdan ekran süresi çok önemli ve Amerikan Pediatri Birliği’nin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün önerilerine sıkı sıkıya sarılmak gerekiyor. O da ilk 2 yaşta hiçbir surette çocukların ekrana maruz kalmaması gerekiyor. Günlük ekran süresinin 2-6 yaş arası 45 dakika ile 1 saati aşmaması gerekiyor. 6 yaşından sonra ise günlük 2 saati aşmaması gerekiyor. Bütün bu sınırlamalar çok önemli. Mesela iki yaşından önce günde 2 saatten fazla ekrana maruz kalan çocuklarda dil gelişiminin geciktiğini biliyoruz ya da beynin davranış, duygu kontrolü, ilgili alanlarının gelişiminde sekteye uğradığını aynı şekilde gelişim geriliği gelişebildiğini biliyoruz. Bunun yanında ergenler de mesela 2 saatten uzun ekran süresinin depresyonu, anksiyete bozukluğunun hatta intihar düşünceleri artırdığını ve hatta intihar davranışı artırdığını bugün net şekilde biliyoruz.


Ailelerin bir görevi çocuğa toplumu tanıtmak

- Sınır koyma konusunda anne-babalara ne tavsiye edersiniz?

Günümüzde maalesef çocukların olabildiğince fazla materyal ile ya da her türlü isteklerinin karşılanmaya çalışıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Ailelerin bir görevi çocuğa toplumu tanıtmak. Bu durum özellikle iki yaşından sonra baş gösteriyor ve toplumun nasıl işlediğini, değer yargılarını, kurallarını, kaba taslak çocuğa bir şekilde sunmak gerekiyor.

Evde çocuğun her istediğini yapmanın da birçok olumsuz etkisi var. Çocuk toplumsallaşmaya başladığında çok ciddi sorunlar yaşıyor. Diğer çocuklarla anlaşamama, onlarla ortak bir şeyi geliştirememe, etkinliklere-aktivitelere girişememe, dürtülerini kontrol etmede zorluk yaşaması gibi. Bunun yanında ileriki yıllarda duygularını, davranışlarını yönlendirmede de zorluk yaşayabildiğini biliyoruz. Bunlardan dolayı çocuğun ilk dönemlerden itibaren her istediğinin olmayacağı mesajını uygun tutum ve tavırlarla ona göstermek gerekiyor.

- Peki, yeterince iyi bir
anne-baba nasıl olunmalı?

Annelerin, bir kitapta ya da bir yerde okudukları şeyin ya da başkasının çocuğuna iyi gelen müdahalenin kendi çocuklarına iyi gelmeyebileceğinin farkında olmaları gerekiyor ve çocukla annenin ilişkisi biricik olduğu için en iyi de annelerin nasıl bir bakım tarzı vermeleri gerektiğini bildiklerini, bundan dolayı içgüdülerine dayanmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Babaların çocuk doğduktan sonra, çocuğu ellerine alarak onunla vakit geçirerek, onun ilk günden itibaren çocuğun bakımında yer alması, özellikle altıncı aydan itibaren de duygusal açıdan çocuğun hayatında olmaya devam etmesi çok önemli ve bu konuda aslında toplumumuzdaki bu eksikliğin sık görülen bazı problemlerin de kaynağı olduğunu düşünüyorum. Mesela kız çocukların da ergenlik döneminde ilişkilere aşırı bir merakın olması ya da radikal erkek çocuklarında, radikal ideolojileri ya da çeteleşmeye neden olan en büyük faktörlerden birisinin çocukken yeterince iyi bir baba-çocuk ilişkisi içinde yaşamamış olmasının yattığını düşünüyorum.

#​Psikiyatrist
#Veysi Çeri
#ebeveyn
2 yıl önce