|

Rusya’ya Akdeniz’den bakmak

Rusya’nın Libya’daki varlığını arttırması, Suriye’deki gücünü askeri ve ekonomik açıdan maksimize etmesi, rastlantı değildir. Zira artık Akdeniz gücü haline gelen bir devletten söz ediyoruz. Üstelik küresel bazda ABD ile rekabet, bölgesel zeminde, farklı aktörlerle işbirliği ve çelişkileri eş zamanla yürüten bir siyaset aklı gündemdedir.

Haber Merkezi
01:00 - 8/08/2020 samedi
Güncelleme: 01:06 - 8/08/2020 samedi
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv
DR. DENİZ TANSİ - SİYASET BİLİMCİ

Rusya hakkında tarihsel anlamda yapılan değerlendirmelerde, Çar Deli Petro’dan beri, “sıcak denizlere inme” stratejisinden bahsedilir. Rusya’nın “knez”likten çıkıp, dünya gücü haline gelme, imparatorluk kurma hayalinde, Osmanlı devletine yaptığı baskılar, Boğazlar’dan her bir savaş sonrası ödünler istemesi, Ortodoks Hristiyanların haklarını bahane ederek içişlerimize karışması; tarihsel anlamda bilinen gerçeklerdir.

Çarlık dönemi, SSCB ve bugünkü Rusya Federasyonu’nu irdelediğimizde, “sıcak deniz” politikası, değişmediği gibi, yeni özellikler kazanmıştır. Lozan Boğazlar Sözleşmesi›nden şikayetçi olan Rusya, 1936’da Montrö’de, Karadeniz’e kıyıdaş devletlere daha fazla haklar verilmesine karşın, yine de tatmin olmamıştır. Osmanlı devletine, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı, “koskoca Rusya, Boğazlar’da boğazından sıkıştırılıyor” suçlamasıyla, hep tehditkar bir tavır takınmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında da, SSCB Rusya’sının, Boğazlar ve Kars-Ardahan taleplerinde, Türkiye’nin Batı Bloğu üyesi olması ve NATO’ya girmesinde, bu baskıların önemli yeri vardır.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEM

Soğuk Savaş sonrasında Rusya, Boğazlar’ı bir enerji geçiş güzergahı olarak kullanmak istemiş, Türkiye haklı taleplerle, Boğazlar’n “enerji geçiş güzergahı” olarak kullanılmasına karşı çıkmış, kampanyalar düzenlemiştir. Bakü-Ceyhan petrol boru hattına muhalif kalan Rusya, alternatif hat olarak Bakü-Novorosisk’i öne sürmüş, yukarıda değindiğimiz zeminde, Boğazlar’ı temel bir enerji yolu olarak tasarlamış, İstanbul başta olmak üzere, ülkemizin yerleşim merkezleri yaşamsal tehdit kapsamı içine girmiştir.

Türkiye-Rusya ilişkilerinde, gerek Mavi Akım, bugün Türk Akımı, nükleer enerji, S-400 başlığında savunma işbirliği alanında, ekonomi ve turizm başlıklarında önemli gelişmeler kaydedilse de, hala Kafkas petrollerinin Doğu Akdeniz’e ulaştırılması, öte yandan Suriye’deki BAAS rejiminin desteklenmesi, Libya’da Hafter’e verdikleri destek bağlamında, kayda değer görüş aykırılıkları ve rekabet konuları yer almaktadır. Bakü-Ceyhan’ı ABD ortaklı olduğu için eleştiren Rusya, bu bağlamda Gürcistan’ın Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde boru hattı ve demiryolu başta olmak üzere konumunu, Ermenistan’ı Azerbaycan’a karşı hareketlendirerek, Dağlık Karabağ’ın yukarısına sevkederek, Tovuz’a saldırtarak göstermektedir. Bir bakıma Doğu Akdeniz’deki enerji rekabeti, Azerbaycan-Ermenistan sınırında patlamaktadır.

DİKEY EKSENDE YAPILANMA

Öte yandan Rusya, Kutuplar’ın erimesi sonrasına bağlı olarak, Deniz Stratejisi’nde, dikey eksende bir yapılanmaya gitmiş, Kutuplar’da ortaya koyduğu askeri düzen ve donanma gücü, başlangıç noktası kabul edilirse, Baltıklar’da Kaliningrad, Karadeniz’de Kırım ve Doğu Akdeniz’de Suriye’nin Tartus kentindeki üssü, Kutuplar’dan Doğu Akdeniz’e geniş bir alanda, deniz gücünü, bir dünya gücü olma yolunda organize etmesini sağlamıştır. SSCB döneminde de Suriye aracılığı ile, Enver Sedat yollarını ayırana kadar, Mısır’la Doğu Akdeniz’de varlığını gösteren Rusya, 2011’de Suriye’deki kaos başlamadan önce, 2008’de Gürcistan ile arasında Kafkas Savaşı sürerken, Esad’ın Moskova ziyaretinde, Tartus’u yeniden açma konusunda, Suriye’deki BAAS rejimi ile anlaşmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Doğu Akdeniz-Kafkasya arasında, Gürcistan’ın Güney Kafkasya’da gerilediği, Rusya’nın Doğu Akdeniz’de stratejik adımlarını Tartus’la daha somut şekilde attığı sürecin eş zamanlı olmasıdır. Yine Doğu Akdeniz-Kafkasya ve Hazar havzasında, yakın tarihte gelişmelerin birlikte sürdüğü kaydedilmiştir.

Dolayısıyla Rusya’nın Doğu Akdeniz politikasını, tarihsel olarak ve deniz stratejisi ile birlikte ele almak gerekmektedir. Sadece Suriye’deki iç savaş ve Rusya-Baas ittifakıyla konuya açıklama getirmek, boşuna bir çabadır.

Tam da bu noktada, Suriye’nin bölgesel müttefiki İran’ı da ele almak zorunlu hale gelmiştir. Kafkasya’da Ermenistan’la yakın, Azerbaycan’la mesafeli olan İran, baba Esad’la geliştirdiği işbirliği sayesinde kurdurduğu Hizbullah’ı, Lübnan içinde sadece “devlet içinde devlet” olarak değerlendirmemekte, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki uzantısı olarak, ileri bir üs bölgesi çerçevesinde kullanmaktadır. Bu da hem İsrail’e karşı “vekalet savaşları”nda İran’a prestij kazandırırken, hem de Lübnan özelinde, Suriye’de rejime askeri destek verilmesini sağlamakta, Rusya açısından rahatlama getirmektedir.

Bu enerji rekabetinde, ülkemizi dışlamaya çalışan, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır arasında, ikili ve çoklu düzeydeki “münhasır ekonomik alan” anlaşmalarında, Lübnan’ın da yedekte tutulduğu yüzeyde, ABD patentli yeni bir eksen oluşmakta, Doğu Akdeniz’in dışında Suudi Arabistan, BAE başta olmak üzere, Körfez ülkeleri de söz konusu eksene dahil olmaktadır. Bununla birlikte, Suriye’nin henüz tespit edilmemiş, potansiyel doğal gaz yataklarında, Rusya’nın fiilen söz sahibi olacağı açıktır. İşte tam da bu noktada, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı “deniz yetkilerinin sınırlandırılması antlaşması”, ABD patentli yeni eksenin hesaplarını bozmuş, Batı dünyasından, AB başkentlerinden Türkiye’ye yönelik suçlamalar artmış, güncel olarak, Navtex ilan ettiğimiz deniz coğrafyasında, Oruç Reis isimli sondaj gemimizin, kıyılarımıza 2 km. mesafeli alandan başlayan araştırmalarına, abartılı tepkiler verilmiştir. (Burada parantez açarsak, işaret ettiğimiz alanda, daha önce de Türk sondaj gemileri araştırmalarda bulunmuş, Yunanistan’ın iddiasının aksine, sondaj sahası, kıta sahanlığımızda bulunan ve tartışmalı olmayan zemindedir.)

FRANSA İLE ORTAK SİYASET

En çok ses, Fransa’dan gelmiştir, zira Soğuk Savaş dengeleriyle anlaşılamayacak biçimde, Fransa-Rusya, Akdeniz’de ortak bir siyasetin izinde gitmektedir. Libya’da Hafter’e verilen siyasal ve askeri desteğin dışında, Ermenistan konusunda Fransa-Rusya, Kafkaslar’da da benzer bir bakış açısını ortaya koymaktadır. AB ve NATO üyesi Fransa’nın bu tavrı, Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” sözüyle tek başına açıklanamaz. Soğuk Savaş sonrası, eş zamanlı çıkar ortaklıkları ve çıkar çatışmaları, daha açık siyasalar ile, realizmin ufuklarında kendisini göstermektedir. (Bir dipnot düşersek, Avrasya stratejisinde Dugin, Fransa ve Almanya’nın Transatlantik’ten Avrasya’ya, yani Rusya’ya çekilmesini, stratejik bir hedef olarak ortaya koymuştu.)

Sözgelimi ülkemiz Suriye’de ABD ile yaşadığı çelişkilerle birlikte, Libya’da göreli olarak daha ılımlı ilişkiler yürütmekte, ABD ise Libya dahil olmak üzere, Türkiye ile ilişkilerinde, tutarlı olma gayretinde olmayan bir bakış açısını, daha açık zeminde ortaya koyabilmektedir.

Rusya’nın Libya’daki varlığını arttırması, Suriye’deki gücünü askeri ve ekonomik açıdan maksimize etmesi, rastlantı değildir. Zira artık Akdeniz gücü haline gelen, bir devletten söz ediyoruz. Üstelik küresel bazda ABD ile rekabet, bölgesel zeminde, farklı aktörlerle işbirliği ve çelişkileri eş zamanla yürüten bir siyaset aklı gündemdedir. Burada dikkat edilmesi gereken, “iç savaş sonrası Suriye”deki durumdur. Büyük olasılıkla, Şam’dan Halep’e uzanan bir haritada, BAAS’ın yönettiği, İran’ın da desteklediği rejim, “butik Suriye” başlığında, Rusya için yeterli olacaktır. Libya’da ise Hafter’le işbirliği, Afrika derinliğinde sadece petrol değil, uranyum açısından da Rusya için önemli kazanımlar sağlamaya adaydır. NATO ve AB üyesi Fransa, Rusya’nın “Afrika açılımı”nda da adeta bir öncü olarak yerini almıştır.

Türkiye açısından Rusya’nın Doğu Akdeniz başta olmak üzere Akdeniz gücü olması, tehdit ya da fırsat olmaktan öte, olgusal bir süreç olarak ele alınmalıdır. Ülkemizin Rusya ile geliştirdiği ilişkiler, rekabet ve işbirliği yüzeyini eş zamanlı olarak gündemde tutmaktadır. Suriye ve Libya politikalarındaki inisiyatifler, Akdeniz’de ABD ve Rusya ile ilişkilerde, belli bir duruşla hareket etmeyi sağlamakta ve bölgesel güç bağlamında, oyuna dahil olmayı ön plana getirmektedir.

Sadece Kafkaslar’da değil, Akdeniz ve Ortadoğu’da da fiili komşumuz haline gelen Rusya ile ilişkiler, ortak çıkarlar ve rekabet zemininde, eş zamanlı sürecektir. Belki de Soğuk Savaş sonrası siyasetin özeti bu konuda da kendisini ortaya koymaktadır.

#Rusya
#Akdeniz
#ABD
#Suriye
#Küresel
il y a 4 ans