|

Sokaknâme yahut Santurnâme yahut Sedadnâme

“Bir sokak müzisyeni neden kitap yazar?” sorusuyla kitabına başlayan Sedat Anar, sokak müziğinin ülkemizdeki macerası hakkında bilgi verdikten sonra, “Siz hiç içinden çöp arabası geçen sahne gördünüz mü?” sorusunu yöneltiyor. “Bu çalışmada aranmasını istediğim tek şey samimiyettir” cümlesini okurken “Sedat”ın aslının Arapça “sedâd” olduğunu hatırladım.

Yeni Şafak
04:00 - 9/01/2019 Çarşamba
Güncelleme: 09:55 - 9/01/2019 Çarşamba
Yeni Şafak
​Sokaknâme yahut Santurnâme yahut Sedadnâme
​Sokaknâme yahut Santurnâme yahut Sedadnâme
İBRAHİM DEMİRCİ

Ülkemizin en çalışkan santur ustası Sedat Anar, başından geçenleri “Sokaknâme” adıyla kitaplaştırdı. İletişim Yayınlarının 2703., Anı Dizisinin 84. kitabı olan eserin alt başlığı “Bir Sokak Müzisyeninin Kaleminden”. 227 sayfalık kitaba 18 sayfalık Albümü de eklersek 245 sayfa ediyor.

Yazar, kitabına “Giriş” yapmadan ithaf ve İlhan Berk şiirlerinden seçilmiş bir sokak güzellemesi koymayı uygun görmüş. Kitap boyunca müziğin yanında sık sık şiire de rastlanmasını yadırgamıyoruz. Ne de olsa şiir de müzik gibi anlatılamayana doğru kanat çırpar.

“Bir sokak müzisyeni neden kitap yazar?” sorusuyla anlatmaya başlayan Sedat Anar, sokak müziğinin ülkemizdeki macerası hakkında bilgi verdikten sonra, “Siz hiç içinden çöp arabası geçen sahne gördünüz mü?” sorusuyla bölümü bitirmiş. “Bu çalışmada aranmasını istediğim tek şey samimiyettir.” (s. 11) cümlesini okurken “Sedat”ın aslının Arapça “sedâd” olduğunu hatırladım. Sedâd, isim olarak doğruluk, dürüstlük; sıfat olarak da doğru, dürüst anlamına geliyor. Ahmed Cevdet Paşa, oğlu “Sedâd” için kaleme aldığı mantık kitabına “Mi’yâr-ı Sedâd” adını vermişti: Sedâd’ın, doğruluğun ölçeği. Halfeti’de başlayan macerasını olabildiğince dürüstçe ve son derece içtenlikle anlatan Anar’ın “Kitapta ismi geçen kişilerin çoğunu takma isimlerle anmayı uygun buldum.” (s. 10) ifadesi, dürüstlükten uzaklaşmayı değil, tam tersine ahlâki dürüstlüğü gösteriyor.


DEDEMDEN SONRA
EN İYİ ARKADAŞIM CURA

Halfeti’de müziğe “tıngırtı” diyen ve oğlunun “öğretmen” olmasını isteyen annesine ve Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümünü kazanmış olmasına rağmen Sedat, müziğe gönül verir: “Dedemden sonra köydeki en iyi arkadaşım curamdı. Curanın da kalbinin olduğuna ve nefes aldığına inanıyordum. Kalbin sadece canlılara bahşedilmediğini daha o zamanlar idrak etmiştim. Çok sonraları İbn-i Arabi okumaları yaparken, ‘eşyanın hakikati’ diye bir kavramla karşılaşacaktım. İşte o zaman, Allah’ın yarattığı her şeyin nefes almasının, benim sezgilerimin ve zanlarımın ötesinde bir gerçeklik olduğunu anladım.” (s. 15).

Taşradan gelen ve Urfa ağzıyla konuştuğu için alay konusu olan bir delikanlının Ankara’da yaşadıklarını yansıtan notlarının her biri hakkında psikolojik ve toplumsal yorumlar yapılabilir: “Sanat için hem dayak yedim hem de soyunuyorum, ulan ne büyük şeref” (s. 32), “Abi bu tıraş makinesi yeni, Almanya’dan abim getirdi. Bunu al, yerine bize birer kilo zeytin ve peynir ver” (s. 33). Sedat Anar’ın bunlardan ve benzerlerinden “öfke” yerine “rıza” üreterek yürümüş olmasını alkışlamalıyız.

Kendilerini peygamber vârisi sayanların peygamberin ahlâkından uzaklığını da görür Sedat, “kolektif” yahut “komün yaşam” iddialarına rağmen birbirlerinden para saklayanları da görür. Fakat senfoni orkestrasında çalıştığı hâlde, sokak müzisyenleriyle birlikte çalan ve toplanan paradan payına düşeni almayan insanlar da vardır dünyada. Fakat o insan şikâyet edilecek ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasındaki işinden olmakla yüz yüze kalacaktır.

Sokak müzisyenlerinin belediyelerden ve zabıtalarından çektikleri de Sokaknâme’nin önemli bahislerinden biridir ve komik, trajik, trajikomik ayrıntılarla doludur. Altındağ Belediyesinin Hamamönünde gösterdiği ilgi ve destek, bir istisnadan ibarettir.

YUNANİSTAN VE İRAN YOLCULUĞU

Yunanistan macerası da hayli eğlencelidir ama İran yolculuğu ve orada yaşadıkları hem Sedat Anar için hem de okuyucuları için öğretici, ilginç, güzel, sevimli, hoş ayrıntılarla bezelidir. “Türkiyeliler olarak İran’ın sosyal, siyasi, dinî yapısı ve tarihi hakkında çok az bilgimiz var, bildiğimizi sandıklarımızın çoğu da önyargı ve korku süzgecinden geçip saydamlığını yitirmiş. Tanımak ve öğrenmek için bu ülkenin tarihi ve bugünü hakkında daha çok okumaya ve İran halklarının hikâyesini kendi ağızlarından dinlemeye ihtiyacımız olduğunu bir kez daha idrak ettim.” (s. 113).

“Esadollâh üstad tenburlarını ilginç bir yöntemle ve en önemlisi aşkla yaparmış. Isfahan’ın en yüksek yerine çıkıp, tenbur yapacağı ağaca bir hafta tenbur çalarmış. Hatta kurban niyetine horoz da kesermiş. Ağacı nar suyuyla beslermiş. Asla cila kullanmadığı tenburları uzun bir süre güneşte bekletirmiş. Eğer çatlamazsa ‘Tamamdır bu iş’ dermiş.” (s. 116)

“Tebriz’de Müzik ve Edebiyat Muhabbeti” ve “Ehl-i Hak (Yaresan)” bölümleri de sevimli ve sıcak anekdotlarla yüklü.

Sonraki bölümlerde Sedat Anar’ın besteler ve albümler süreci hızlıca anlatılıyor. “... çamurlu bir elbise giymeyi çağrıştırdığı için uzak duruyor” olduğu resmiyeti şortu, tişörtü, renkli heybesi ve parmak arası terliğiyle şaşırtmaktan geri durmaz (s. 184 vd.).

Eserinin son bölümünü “Santur ve İçinde Santur Geçen Şiirler”e ayıran Sedat Anar, son on yılda edindiği bilgilerin bir santur kitabını dolduracağı müjdesini vermiş. Santur sevenler heyecanla bekleyebilirler.

Kitaptan bir alıntıyla bitireyim:

“Bir defasında, Türkiye’nin önemli iktisat tarihi uzmanlarından birisi olan Mehmet Genç hocamızla Üsküdar’da bir program gerçekleştirirken santur icra ettim. Hocamız bana, ‘Keşke Osmanlı’da yaşasaydın Sedat, santuriler diğer müzisyenlere oranla daha fazla aylık alırlardı’ dedi. Bir an kendimi Osmanlı zamanında hayal edip, ‘Keşke Osmanlı zamanında yaşasaydım ama sarayda değil sokakta santur çalsaydım’ diye geçirdim içimden.” (s. 226).

#Sedat Anar
5 yıl önce