|

Solcuların bugünkü meseleleri

Polemikler, Orhan Koçak’ın diğer kitapları gibi yoğun bir çalışmanın ürünü. Fikirlerine katılsak da katılmasak da, okunduğunda faydası görülecek bir kitap. Polemikler’de dikkat çeken ilk nokta Orhan Koçak’ın her fırsatta solculuğunu vurgulama gereği duyması.

04:00 - 15/05/2019 Çarşamba
Güncelleme: 11:56 - 14/05/2019 Salı
Yeni Şafak
Orhan Koçak
Orhan Koçak
ÖMER YALÇINOVA

Orhan Koçak daha çok şiir eleştirileri, tahlil yazıları, T. W. Adorno, Max Horkheimer, Melanie Klein gibi filozoflardan yaptığı kitap çevirileriyle tanınan biri. Ayrıca Defter dergisini çıkaranlar arasında yer almış. Sonrasında Virgül dergisinin editörlüğünü yapmış. “Metis Eleştiri” dizisinin başında da yine onu görüyoruz. Polemikler, Koçak’ın kendi deyimiyle “siyasal” ve “kültürel” yazılarını/iletilerini (Koçak yazılarına “ileti” diyor. Biz yazı diyeceğiz) topladığı, yeni kitabı.

Polemikler’de dikkat çeken ilk nokta Orhan Koçak’ın her fırsatta solculuğunu vurgulama gereği duyması. Oysa Koçak’ın tartıştığı konu ve kişiler, tartışma biçimi ve verdiği örnekler hangi dünya görüşüne sahip olduğunu zaten gösteriyor. Fakat Koçak bununla yetinmiyor ya da yetinmek istemiyor. Seviyor “solcu edebiyat çevreleri”, “Sovyetçi arkadaşlarım” veya “bizim devrimci sosyalistlerimiz” gibi deyişleri. Zaten kitabın tamamı solcuların iç meselelerine dair yazılardan oluşuyor. Koçak, konuşurken karşısına solculardan başka hiç kimseyi almak istemiyor. Yazarın konumlandığı dar ve ideolojik edebiyat çevresine ait olmadığımız için yaptığı birçok espriyi, ironiyi, göndermeyi de anlamıyoruz. Kitabın bu şekilde kendi üzerine kapanan ya da sosyal sınırlarını aşamayan, aşmaya dönük herhangi bir istek ve gayret de göstermeyen bir yönü var.


TAVRINI SEÇMİŞ OLMAK

Koçak’ın her fırsatta solculuğunu vurgulama gereği duymasının veya sadece sol cenaha dönük konuşma isteğinin, Walter Benjamin’in “tavrını seçmiş olmak” diye belirttiği, Koçak’ın yine Benjamin ve Sartre’dan mülhem “durumun içinde bir ‘konum’ almak” diye vurguladığı şeyle bağlantısı hem var hem de yok. Var, çünkü kendini bilmek, konumunu tespit etmek, oradan konuşmaya başlamak noktasında, tavrını seçtiğini ve konumunu aldığını söyleyebiliriz Koçak’ın. Yok, çünkü Benjamin’in “tavrını seçmiş olmak”taki kastının kendi cenahına konuşmak, o grubun içinden çıkmamak, sadece o grubun sıkıntılarıyla uğraşmak şeklinde olmadığını hesaba katarsak, Koçak boşluğa düşer. “Herkesle iyi geçinmek” bence de mümkün değildir; bir yerde ilkesizliğe, omurgasızlığa gelip dayanır. Tamamen “geçirgensiz” olmaksa, bir yerde patinaj çekmeye benzer. Her halükarda belirtmeliyiz ki yalnızca Koçak’ın değil, bütün solcuların, hiç olmazsa eksik veya fazla tartıştıkları enternasyonalizm kavramının hatırına, kendi kapalı devre alanları içinde konuşmayı bırakıp Türkiye kamusuna konuşmayı başarmaları, hiç olmazsa bu yönde çaba göstermeleri gerekmektedir. Asıl o zaman konum almanın bir işlevi ve anlamı olacaktır.

Eğer Polemikler’le Koçak’ın bir önceki kitabı Kopuk Zincir kıyaslanacak olsaydı, oyumu hemen Polemikler’e verirdim. Zevkli yazılardan oluşuyor çünkü Polemikler. İkincisi, Polemikler’de Koçak’ın kalemi daha kıvrak, akıcı, etkileyici ve öğretici. Kopuk Zincir modern şiir eleştirisi ve teorisine meraklı olanlar için yazılmış. Bu konularda ayrıntılara merak salanlar; şiirin farklı katmanlarına inmek isteyenler için. Uzman işidir Kopuk Zincir. Belli bir şiir, teori, felsefe, psikoloji ve sosyoloji birikimini gerektirir. Modern şiirle uğraşmanın gereğidir zaten bu. Modern şiir, okuyucusuna böyle bir donanımı dayatır. Modern şiiri eleştirmek ve tahlil etmek; ayrıca yapılan eleştiri ve tahlili anlamak için de, benzer donanıma ihtiyaç duyulur. Polemikler için böyle bir ön hazırlık yapılmasa da olur. Ancak kitaptan Karl Marx, Vladimir Lenin, Lev Troçki, Josef Stalin, Rosa Luxemburg gibi isimlere aşina kişiler daha çok zevk alacaktır.


Yine de o kadar kolay olduğunu sanmıyorum, Polemikler’in anlaşılmasının. Bir kere Koçak’ı solcuların şu kanadındandır diye belli bir yere oturtmak zor. Hazır kalıplara yaslanmıyor. İkincisi, entelektüel açıdan ilgisini çeken isim, akım, grup olduğunda didik didik edercesine okumuş ve araştırmış görünüyor. Dolayısıyla ele avuca sığmaz bir düşünme biçimi var. Mesela “sol dünya” deyince Adorno’dan Lukács’a, Habermas’a, Hannah Arendt’e, Antonio Gramsci’ye, Fredric Jameson’a, Louis Althusser’e, Mihail M. Bahtin’e kadar uzanabiliyor. Farklı Tanpınar yorumlarına açılırken, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin bütününü okumaktan söz edebiliyor. Ziya Gökalp’in solcular üzerindeki etkisini tespit ve teşhir ederken, anti-semitizm konusunda James Joyce veya Marcel Proust’dan örnek veriyor. Yer yer Marx, Stalin veya Troçki’ye eleştirel dokundurmalar yapıyor. Demek istediğim aslında, Koçak’ın muhatap aldığı sol edebiyat cemaatinin vasatına kıyasla çıtası yüksek bir entelektüel çaba ortaya koyuyor. Muhataplarının entelektüel zayıflığının o da farkında olsa gerek ki kitabın sonuna “Adı Geçen Eserler” listesini ekleme gereği duymuş.

KENDİ İÇLERİNDE DÜŞTÜKLERİ AYRILIKLAR

Polemikler’den çıkarılabilecek iki önemli konu olduğunu düşünüyorum. Birincisi, solcuların kendi içinde düştükleri ayrılıklar. Bunlar fikir, hareket ve duyuş ayrılıklarıdır. Bu ayrılıklar, düşünce üretiminde faydalıdır da. İkincisi, yurttaşlık, ulus-devlet, milliyetçilik, yerli olmak gibi konuların, İslamcılarda olduğu gibi solcularda da çözülemediği, belki de hiçbir zaman çözülemeyeceğidir. Bu kavramları İslamcılar gibi solcular da ne olduğu halleriyle kabul edebiliyor, ne de bunlara karşı kayıtsız kalabiliyorlar. Duygu ve fikir ayrılıkları da daha çok bu konularda görülüyor; hem solcularda hem İslamcılarda. Koçak konuya sadece sol cepheden yaklaşıyor tabii. Türkiye’den yola çıkıp Almanya, Fransa, Rusya, İspanya, Çin ve ABD’yi dolaşmadan gelmiyor, düşünce ve bilgi planında. Yazıların birçoğunu da“anlayana” tarzında bir espri veya ironiyle bitiriyor. Bu ironi çoğu zaman acıdır. Okuyucuyu güldürmez.

Koçak’ın bu geniş açılımına; pergeli olabildiğince geniş tutma çabasına rağmen, mesela birkaç yazısında işaret ettiği Rojava gibi Suriye’de “boğazlanmak istenen” diğer şehirlerden söz etmemesi çok tuhaftır. Halep’den mesela, neden Polemikler boyunca bir kez bile söz etmez Koçak? Rojava’yı ise, en az üç yazıda anmadan geçemez. Veya mesela solcu gençlerden ve “o kadar genç olmayan, bu işe neredeyse bizimle aynı tarihte başlamış” dediği kişilerden de duyduğu “Kürt sorunu çevresinde koparılan gürültü, bu ‘coğrafyanın’ asıl önemli sorunu olan Filistin meselesinin bastırılmasına hizmet ediyor,” itirazına açık, net, ikna edici bir cevap vermek dururken, neden bunu söyleyenleri sadece kınamakla yetinir? Koçak’ın eleştiri oklarına fazlasıyla maruz kalan, sürekli hedef tahtasına koyduğu iki kelime “yerli” ve “milli”yken “yerli” ve “milli”den ne anladığı; neden bu kelimelere karşı alerjisi olduğu Polemikler’deki hiçbir yazıdan anlaşılmaz. Anlaşılan sadece, sol hareketlerin, kendi deyimiyle “işçi hareketlerinin millileşmesi”nden duyduğu rahatsızlıktır. Koçak “Kürt sorunu” ve “Ermeni tehciri” gibi bazı konularda başını fazla öne eğiyor; bu yüzden olayların öncesini-sonrasını, ilerisini-gerisini, altını-üstünü göremiyor. Tarihçi veya sosyal bilimci olmadığı için açıklanmamış ideolojik kabullerle yazıyor. Kozmopolitizm ve enternasyonalizm gibi bazı konulardaysa sonuna kadar dogmatik; gözlerini daima uzağa dikiyor; o yüzden de bir türlü burada olana, yani milli ve yerli olana yaklaşamıyor.

KUSURLARDAN KURTULAMAMAK

Koçak’ın Polemikler’de solcu konum alışı, sadece solcu olduğu için tutulan veya savunulan isimler söz konusu olduğunda rahatsız edici bir tona bürünüyor. Orhan Pamuk’un Nobel almadan önce yaptığı Kürtler ve Ermenilere dair açıklamalarını yorumlarken veya Murat Belge’nin orijinal denilebilecek bir tane bile tespitinin olmadığı Şairaneden Şiirsele kitabından dolayı aldığı eleştiri ve saldırıları değerlendirirken mesela. Oysa Murat Belge, Koçak’ın söylediği gibi “daha konsantre bir kitap yazmış olsaydı” bile Şairaneden Şiirsele’deki kusurlardan kurtulamazdı. Kitabın neresinden tutsan dökülüyor çünkü. Fakat Koçak, buna rağmen Belge’ye yönelik eleştirilerden rahatsız oluyor. Orhan Pamuk’un Nobel almadan önce yaptığı konuşmaları da, sanki ona dönük yapılan eleştirilerin şiddetinden dolayı, “Asıl rahatsız edici olan, adamın bunları bizim üzerimizden atlayarak bir ecnebi gazeteciye söylüyor olmasıydı,” şeklinde açıklıyor. Zorlama bir açıklama. Orhan Pamuk, Koçak’a göre bir ulusa ait olmanın zorunluluklardan bağımsız hareket etmiş. İnsan merak ediyor, böyle bir lüksü Orhan Pamuk nereden almıştır? İkincisi; insan doğduğu, büyüdüğü yerden nasıl bağımsız hareket eder ve bu mümkünse bile neden bir erdem sayılmalıdır? Üçüncüsü; mesela Türkiye’de hayati öneme sahip olan işsizlik, sanayileşme ve işçi sorunları es geçilirken, Orhan Pamuk’a özellikle Kürtleri ve Ermenileri sormalarının sebebi nedir? Ve bu konuda Pamuk neden söz almak istemiştir? Bu ve buna benzer sorulara, Koçak’ın cevabı yok. Öyleyse Koçak neden Belge ve Pamuk’u ucundan kıyısından bile olsa tutma gereği duyuyor? Sanırım bunun cevabını da, ideolojik kabullerin ortaklığında aramalıyız.

Polemikler, Koçak’ın diğer kitapları gibi, yoğun bir çalışmanın ürünü. Birçok yeni soruya kapı aralamayı başarıyor. Fikirlerine katılsak da katılmasak da okunduğunda mutlaka faydası görülecek, düşündürücü bir kitap.

#kitap
5 yıl önce