|

Sorun felsefenin İlahiyatlardan tasfiye edilmesi midir?

Gündeme getirilen yeni programın altyapısını besleyen unsurlardan birisi olduğunu zannettiğim İlahiyat Fakültelerinde okuyan öğrenciler hakkındaki iyi Arapça (ve Kur''an) öğrenemediklerine dair iddiaların gerçeği ne kadar yansıttığına dair şimdiye kadar tatmin edici bir araştırmaya girişilmemiştir.

Prof. Dr. İsmail Çalışkan
00:00 - 19/09/2013 Perşembe
Güncelleme: 22:45 - 18/09/2013 Çarşamba
Yeni Şafak
Sorun felsefenin İlahiyatlardan tasfiye edilmesi m
Sorun felsefenin İlahiyatlardan tasfiye edilmesi m

İlahiyat Fakülteleri programı, yıllardır üzerinde en çok değişiklik yapılan program haline gelmiştir. Bir programın bu kadar değişikliğe maruz kalması, eğitimin istikrarı açısından son derece sakıncalı, psikolojik etki bakımından moral bozucudur. Şu andaki durum, yakın gelecekte yeni değişikliklere maruz kalacağını göstermektedir.

Malum, son iki haftadır İlahiyat / İslami İlimler Fakültelerinin yeni programı tartışılıyor, haklı olarak bu düzenlemeye tepkiler geliyor. Fakat bu tartışmanın sadece Felsefe grubu dersleri ile ilişkilendirilmesi eksiktir ve tek yanlı bir bakıştır. Halbuki mesele, sadece bu derslerin bir kısmının tasfiye edilmesi değildir. Zira yeni programda Temel İslam Bilimleri ile İslam Tarihi ve Sanatları bölümlerine ait derslerin de başına işler gelmiştir. Her ne kadar Arapça, Kur''an, tefsir, hadis, İslam Hukuku''nun ders saati artırılmış olsa bile yine de ideal bir program ortaya çıkmamıştır. Zira bu bölüm derslerinden de kimisi kaldırılmış, kimisinin adı değiştirilmiştir. Program hareket noktaları, mantığı ve yaklaşım biçimi bakımından da sorunludur.

Yeni programdaki tutum, İlahiyatı felsefeden değil felsefeyi İlahiyattan yani İslami renkten arındırmak biçiminde de okunabilir. Böylesine ağır bir ziyan ihtimaline karşı, uyarmak istiyorum ki, İslami ilimleri bu bakış açısından, bu bakış açısına sahip felsefeyi de İslami ilimlerden mahrum etme hakkına kimse sahip olmamalıdır.

DERS İSİMLERİ İCAT ETMEK!

Tefsir, hadis gibi dersler için getirilen düzenlemeye gelince, bir kere teklif edilen Kur''an İlimleri ve Tefsir Usulü ders ismi, bir kavramı iki defa tekrar etmekten ibaret olup böyle bir terkibe sahip ders ismi garip ve işlevsizdir. Kur''an İlimleri kavramı, klasik dönemde kullanılmaya başlanmış, zamanla Tefsir Usulü kavramı ön plana çıkmıştır. Bu durum İslam ilim-kültür tarihinin doğal seyrinin bir neticesidir. Biz yıllardır Tefsir Usulü dersinde Kur''an İlimleri''ne de yer vermekteyiz. Ayrıca bu isim, mevcut Tefsir Tarihi ve Usulü şeklinde nispeten bir bütünlük arzeden iki dersten Tefsir Tarihi''ni kaldırmaktadır ki, burası daha vahimdir. Tarihi bilmeyen metodolojiyi de bilemez ya da tarihi olmayanın metodolojisi de olmaz. Hadis İlimleri ve Hadis Usulü dersi için de aynı şeyler söylenebilir. Ders çeşitliliğini azaltmak için yeni ders isimleri icat etmek anlamsızdır. Yine derslerin isimlerinin I, II, III rakamları ile çoğaltılması, hem pedagojik açıdan hem de YÖK''ün özenle üzerinde durduğu Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi ile uyumlu değildir. Bologna Süreci''ni ise hiç söz konusu etmiyorum.

Yeni programın oluşum süreci hakkında öncelikle şu soruyu soralım: Yüksek Din Öğretimi''nde yeni bir program ihtiyacı var mıdır, varsa hangi nedenler böyle bir ihtiyacı doğurmuştur ve nihayet bu program hangi hazırlık çalışmaları sonrası olgunlaştırılmıştır? Şunu üzülerek söyleyelim ki, program ihtiyaçları, şimdiye kadar, bilimsel araştırmalar sonucunda tespit edilmemiş, içerik de buna göre olgunlaştırılmamıştır. Eğitimi en iyi seviyede sürdürmesi istenen bir program, üzerinde uzun araştırmalar yapılarak, ilgili bilim insanlarının uzlaşması sağlanarak çıkarılır. Biz, yeni programın böylesi aşama(lar)dan geçtiğini bilmiyoruz.

Mesela son yıllarda İlahiyat Fakülteleri ana bilim dalları, periyodik toplantılar tertipleyerek lisans, yüksek lisans ve doktora derslerinin saati ve muhtevası dahil kendi sorunlarını görüşmekte, çeşitli kararlar almakta ve ilgililere teklifler sunmaktadır. İlahiyat Fakülteleri dekanları yıllık toplantılarında, İlahiyat eğitimi üzerine tertip edilmiş birçok ilmi toplantıda benzer çalışmalar yapılmıştır. Sonuç olarak, yeni programda bu tür faaliyetlerin hiç birisinin dikkate alınmadığını görmekteyiz.

Gündeme getirilen yeni programın altyapısını besleyen unsurlardan birisi olduğunu zannettiğim İlahiyat Fakültelerinde okuyan öğrenciler hakkındaki, ''iyi Arapça (ve Kur''an) öğren(e)medikleri''ne dair iddiaların gerçeği ne kadar yansıttığına dair şimdiye kadar tatmin edici bir araştırmaya girişilmemiştir. Buna yönelik olarak, ders saatlerinin artırılması ya da adlarının değiştirilmesinin ötesinde, dil öğretim yöntemlerimiz incelenmemiş, bilimsel bulgulara binaen dil öğretme felsefesi geliştirilmemiş, bir yılda istenilen seviyede dil öğretebilen çağdaş öğretim yöntemlerinden istifade yoluna gidilmemiş, günümüzün esnek ve kırılgan öğrenci profili, onların öğrenme istek, kapasite ve eğilimleri ciddi bir şekilde tespit edilmemiştir. Benzer şekilde, öğrencilere dair ''yetersizlik'' iddiaları da gerçekçi alan araştırmalarına dayanmamaktadır. Hatırlayalım ki, bu fakülteler tek bir kuruma eleman yetiştirmemektedir. Mezunlar da sadece ülkemizde değil birçok ülkede çeşitli alanlarda hizmet vermektedir. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı gibi daha ileri derecede uzmanlık isteyen kurumlar, personelin yetersizliklerini çeşitli eğitim süreçleri ile gidermektedir.

YÜKSEK DİN EĞİTİMİ

Değinmek istediğim son nokta, ''öğrencilerin farklı fikirlere sahip olarak yetiştikleri'' gibi komik bir yakınmanın, artık bir efsane haline gelen ''kafaları karışıyor'' iddiasının yersiz olduğudur. Programı hazırlayanların ve YÖK''teki ilgililerin bu tür spekülasyonlara sahip çıkacaklarını elbette düşünmüyoruz. Eğitim alan, okuyan-yazan ve dahi akleden kaç insan aynı şeyleri düşünür, aynı fikirleri savunur ki! Dünya üzerinde her hangi bir kurumda, bir yuvada yetişenlerin hiçbir zaman tek tornadan çıkmış gibi olmadıklarına bakarak, diyorum ki, madem din hakkında konuşuyoruz, o halde soralım: Hz. Peygamber''in dizi dibinde yetişen sahabenin farklı içtihat ve ihtilafları hakkında ne diyeceğiz, ya onların yetiştirdiği öğrencileri? Bu hadise yüzyıllardır devam edip geliyor.

Ben Müslümanların tarihte elde ettikleri başarı ve kurdukları eşsiz medeniyeti, müfrit ve müzmin olanları bir yana, bütün çeşitliliği ile kendi içinde barındırdığı işte bu farklı bakış açılarına, içtihat istidatlarına ve düşünce ekollerine borçlu olduğunu düşünüyorum. Bugün de bu istidada sahibiz, buna herkesin güven duyması gerekir. Biz yetmiş milyonu aşmış bir ülkede, şu kadar dinden, inançtan, dil ve kültürden insanın bir arada yaşadığı bereketli topraklarda yaşıyoruz. Türkiye bütün tarafları, imkanları ve sahip olduğu zenginlikleri ile kendi muhteşem geleceğini kurmaya azmetmiştir. Yüksek Din Eğitimi de bunun bir parçasıdır. Bu nedenledir ki, ehil ellerin istişare ve ittifakı ile bu eğitimi en ideal olana kavuşturmanın vakti çoktan gelmiştir.

11 yıl önce