|

Tolstoy pastoral Dostoyevski şehirli

İki büyük romancı Tolstoy ve Dostoyevski üzerine hacimli ve karşılaştırmalı bir çalışma yapan George Steiner, Tolstoy’un kırsal ve pastoral, Dostoyeski’nin ise tam bir şehirli olduğunu söylüyor.

Yeni Şafak
04:00 - 16/05/2015 Cumartesi
Güncelleme: 20:19 - 15/05/2015 Cuma
Yeni Şafak
Ahmet Edip Başaran


Büyük sanatçılar, yaşadıkları çağla yaptıkları hesaplaşmanın cesametiyle tanınırlar. Sordukları soruların, verdikleri cevapların cesameti çağları aşarak bize kadar gelir. Onları klasik kılan, unutulmaz kılan biraz da çağlarıyla giriştikleri o amansız hesaplaşmadır. “Sanat mutlak bir acıdan doğar” demişti Nietzsche, acıların insana öğrettiği bilgeliğin izini sürer gibi. Anlamı ve anlamın ötesindeki dünyayı aramak sanatçıya acı verir. Acı, yeryüzüne bir “vazife” ile gönderilmiş insanın kendini ve dünyayı tanıyışıyla, kavrayışıyla kâim. Öyle ya, insan bilmediği, tatmadığı acının yabancısıdır. Dünyaya “öylesine” gönderildiğini düşünen sanatçılarda bile hayat, inanç, ölüm gibi temel kavramlar sanatsal arayışlarının tam merkezine oturur.



Tolstoy ve Dostoyevski, insanlığın temel meselelerine eğilmiş, yazdıklarıyla dünya edebiyatını derinden etkilemiş iki büyük romancı. Peki, siz ikisi arasında bir tercih yapmak durumunda kalsaydınız ne yapardınız? Tolstoy'un ve Dostoyevski'nin arketip olarak temsil ettiği düşünceler çerçevesinde yaklaşırsak bu soruya verdiğimiz cevap bir karakter analizi olarak da okunabilir. Kabaca ikisinden birini tercih ederek meseleyi kestirmeden kapatmak da mümkün. Neden tercih yapmak durumunda kalayım ki, her ikisini de sever sayarım, demek de.



HAYRANLIĞIN ELEŞTİRİSİ


George Steiner, bu önemli soruyu kısa bir cevapla geçiştirmek istemeyenler için hacimli, karşılaştırmalı bir çalışma yapmış. Eseri yazarından bağımsızlaştıran, eseri oluştuğu çevreden yalıtıp merkezleştiren yapıbozumculardan farklı bir tarzda yazılmış olması, Steiner'ın çalışmasının en dikkat çekici yönü olsa gerek. Steiner'ın bağlı olduğu gelenek “eski tarz eleştiri” denilen, eleştirinin temeline “hayranlık” duygusunu koyan bir gelenek. “Edebiyat eleştirisi bir sevgi borcundan doğmalıdır” diyor Steiner. Ona göre büyük sanat eserleri sahip oldukları değiştirme gücüyle içimizden bir fırtına gibi geçer, algı kalıplarımızı çarpıp sonuna kadar açar ve inanç binalarımızın mimarisini zorlar. Burdan yüce sanat dediğimiz olguya geçeriz. Faulkner'dı sanırım, ben isterim ki insanlar benim eserlerimi okuduklarında ruhen yüceldiklerini hissetsinler, demişti.



Eleştiri laboratuvarlarında üretilen hissiz ve mekanik metinlerin bir eserin ruhunu anlamaya ne denli katkı sunabileceği sorusu, bir köşede hazır bekletilmelidir. Tolstoy ve Dostoyevski gibi klasikleşmiş romancıları anlatırken Steiner'ın klasik diyebileceğimiz eski tarz eleştiriyle yola çıkması bu noktada mühim. Özellikle bu iki romancının hem duygu hem düşünce bağlamında oluşturdukları büyük “etki” göz önüne alındığında “hayranlık” kelimesi daha bir önem kazanıyor. Klasiklerin ve modernite sonrası yazılmış büyük edebiyat eserlerinin özel bir anlamda “dinsel” olduğunu söylüyor Steiner: “Bu eserler çünkü Tanrı'nın varlığı veya yokluğu sorunuyla ilgilidir.” Yüce sanat dediğimiz olgu, içinde büyük hayranlıkların, büyük hayal kırıklıklarının, büyük buhranların büyük arayışların iç içe geçtiği bir evrensel düzlemde dışlaşır.


Tolstoy da, Dostoyevski de bu bağlamda, aşkın, inancın, inançsızlığın, nefretin, suçun, şehvetin, şüphenin, korkunun kol gezdiği büyük bir insanlık coğrafyasının temsilini yaparlar. Tanrı düşüncesi, -ister red ister kabul ister agnostik bir tavır olsun- her ikisinde de romancılıklarının ana mihverini teşkil eder.



EPİKTEN DRAMA TOLSTOYEVSKİ


Dostoyevski Tanrı'ya inanan bir insandır, Tolstoy ise ona gizlice meydan okuyanlardan biri. Böyle diyor Steiner. Dışardan bakıldığında bu sanatçıların birkaç romanını okuyan bir insan, bu savın tam tersini de söyleyebilir. Mümkündür. Tolstoy'da mazbut, yerli yerinde gibi görünen Tanrı düşüncesinin arka planında inancına duyduğu sonsuz güvenden neşet etmiş bir iman kibri, Dostoyevski'de ise inançla inançsızlık arasında gidip gelen o metafizik sarkacın insanı saf imana götüren tevazuu. Sanatçının insanla ve dünyayla arasında kurduğu trajik dil, belki de burada belirleyici faktördür.


Steiner; Tolstoy, bilerek ve isteyerek kendisini Homeros ile ilişkilendirecek “epik” bir tarz yaratmıştır, diyor. Dostoyevski ise, Shakespeare'den sonra gelmiş en büyük, en çoksesli dram yazarıdır. Tercih ettikleri tarzlar bakımından Tolstoy kırsal ve pastoral bir düzlemden konuşur, Dostoyevski ise tam bir şehirlidir. Bu tespitten yola çıkarsak, Steiner'ın da belirttiği gibi Tolstoy'un siyasal “aşkıncılığı”, ütopik inançları son derece iyimserdir. İnsanlığın adaletin egemenliğine ve dünya sevgisine doğru ilerlediğini düşünür. Budala'nın ve Büyük Engizisyoncu'nun yazarı Dostoyevski ise en kasvetli trajik metafizikçilerimiz arasındadır. Tolstoy'un Tanrı'sı ile Dostoyevski'nin Tanrı'sı birbirine taban tabana zıttır diye ekler Steiner. Bu zıtlık yukarda andığımız Tanrı'yı arama yöntemlerindeki karakter zıtlığından kaynaklanır daha çok.



DEHALARIN SAVAŞI


Tolstoy ve Dostoyevski aynı tarihlerde yaşamış olmalarına karşın hiç karşılaşmamışlar. Aynı edebî çevrelerde bulunmalarına rağmen hiç bir araya gelmemeleri ne kadar garip. Steiner, “belki de böyle bir karşılaşmanın, Joyce ile Proust arasındaki o kısa karşılaşmada olduğu gibi tam bir iletişimsizlikle sonuçlanacağından korkuyorlardı” diyor. Böyle bir his de var.



Steiner çalışmasının ilk bölümlerinde kısaca, Dostoyevski ile Tolstoy'un ortak noktalarından, benzerlik alanlarından söz açar. Her iki romancının dünya romanında oluşturdukları devasa etki, kendilerinden sonra gelen roman geleneğini de derinden sarsmıştır. Steiner, epik ve dram türünün önemli temsilcileri olarak selamladığı bu iki sanatçıyı eserleri üzerinden ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutar. Savaş ve Barış, Anna Karenina romanlarındaki epik tarz, Tolstoy ve Homeros arasında kurduğu bağıntılar oldukça önemli. Keza Dostoyevski'nin özellikle Budala, Ecinniler ve Karamazov Kardeşler romanları çevresinde dramın aynı zamanda trajik bir hal alan dili ve elbette Shakespeare göndermeleri de Steiner'in çalışmasının öne çıkan noktalarından.


Son bir not. Tolstoy mezarına Rusya'da ilk kez yapılan laik bir cenaze töreniyle konmuştur. Dostoyevski ise Ortodoks kilisesinin ağırbaşlı bir cenaze töreniyle toprağa verilmiştir. Steiner'in de belirttiği gibi Lenin, Tolstoy'un en büyük romancı olduğunu düşünüyordu. Marksist eleştirinin elinde bu zor aristokrat, Gorki'nin, kibrini sevgi dolu bir hayranlıkla anlattığı bu toprak sahibi yazar proloter ulusçuluğunun önderi haline geldi. Toplumsal aşağılanmanın her türlüsünü yaşamış bir adam olan Dostoyevski ise, ölümünden sonra proleteryanın memleketinden sürüldü. Zaten başka türlü de olamazdı diyor Steiner ve ekliyor: “Dostoyevski'nin romanları Marksist devrimci hayat görüşünün tümden reddedilişidir.”


#Dostoyevski
#George Steiner
#Tolstoy
9 yıl önce