|

Türkiye’nin Avrusya yönelimi

Türk-Rus ilişkilerinde stratejik ortaklık emareleri olmakla beraber, bu ilişkiyi bir müttefiklik olarak tanımlamak şimdilik çok erken görünüyor. Ankara ve Moskova şu an itibariyle kazan-kazan prensibiyle hareket eden iki ticari ortak ve hem Batı’daki gelişmeler hem de Ortadoğu’da acil çözüm bekleyen sorunlar tarafları stratejik ortaklığa doğru sürüklese bile, bu durum tasavvur edildiği kadar kolay görünmüyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 7/10/2017 Cumartesi
Güncelleme: 18:25 - 8/10/2017 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Eşref Yalınkılıçlı - Avrasya analisti

Türkiye ve Rusya son 15 yıldır bütün uzman, analist ve akademikleri yanıltırcasına tarihte eşi benzeri görülmemiş bir ilişki düzeyi geliştirdi. Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in geçen hafta Ankara’ya yaptığı ziyaret ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bu yıl içerisinde beşinci defa görüşüyor olması Türk-Rus ilişkilerinin geldiği noktayı gözler önüne serdi. İki ülkenin imparatorluk dönemlerine dayanan eski rekabeti, 20. yüzyılın başındaki geçici dostane diplomatik atmosfer bir yana bırakılırsa, Soğuk Savaş boyunca ideolojik bir ayrışmaya dönüşmüş ve taraflar arasındaki ikili ilişkiler askeri ve güvenlik gereksinimlerinden doğan pragmatik bir diyaloğun ötesine geçememiştir.

TÜRKİYE HÂLÂ BATI’NIN STRATEJİK ORTAĞI

Bu zaviyeden bakıldığında Türk-Rus ilişkilerinde gelinen bugünkü düzey bundan sonrası için iki ülke arasında stratejik bir ortaklık ya da müttefiklik ilişkisi kurulabilir mi sorusunu gündeme getiriyor. Siyasal bir kavram olarak “stratejik ortaklık”, bir ülkenin uluslararası ilişkilerde yalnızca kendi çıkarlarına göre davranmayıp, ilişki kurduğu diğer ülkelerin de çıkarlarına göre politika belirlediği bir durumu anlatıyor. Bu durumda ülkeler siyasal, ekonomik, güvenlik ve kültürel politikalarını stratejik ilişki kurduğu diğer devlet veya devletlerin politikalarıyla uyumlu hale getirmeye ya da en azından yakınsamaya çalışıyorlar. Bunu ise günümüzde artık neredeyse birbirlerine alternatif olarak kurulan kolektif güvenlik örgütleri veya ulus-üssü siyasal ve ekonomik örgütler üzerinden yapıyorlar.

Soğuk Savaş boyunca askeri anlamda NATO ve Varşova Paktı’nın varlığı, şimdilerde ise Avrupa Birliği (AB), Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi oluşumlar tamamen stratejik çıkarlarını uyumlu hale getirmeye çalışan ülkelerin bir araya gelmeleriyle kuruldu. Türkiye ise, stratejik çıkarlarını Batı ile uyumlu hale getirmek adına İkinci Dünya Savaşı sonrası’nda NATO güvenlik ittifakına dahil olurken, siyasal ve ekonomik anlamda da AB’ye üye olmak için hâlâ girişimlerine devam ediyor. Bu minvalde Türkiye on yıllardır Batı’nın ‘stratejik ortağı’ olarak addedilmektedir. Bu ortaklıktan şimdiye kadar iki tarafta yararlar görmüş olsa da, Türkiye açısından bakıldığı zaman Batı ile stratejik ortak olmak hiçbir zaman Batı ile eşit temelli bir ilişki kurmak anlamına gelmemiştir. Yine de Türkiye, Batılılar kendisi ile iyi diplomatik ilişkiler kurmaya devam ettikçe Batı’nın önemli bir stratejik ortağı olarak kalmaya devam edecektir. Bu bir tercih değil, ülkemizin bulunduğu jeopolitik ve jeoekonomik konumun kendisine dayattığı realpolitik bir gerçekliktir.

MOSKOVA-ANKARA EKSENİNDE STRATEJİK ORTAKLIK ARAYIŞI

Türkiye bir yandan Batı ile kurumsallaşmış müttefiklik ve stratejilk ilişkilerini sürdürürken, diğer yandan da Avrasya kıtasının hegemon gücü Rusya ile ticari ortaklığının yanında son dönemde özellikle Suriye üzerinden bir güvenlik ilişkisi geliştirmeye başladı. Bu güvenlik ilişkisi bölgenin kronik sorunlarına bölge dinamiklerinden hareketle çözüm bulma gereksiniminden kaynakladığı kadar, iki ülkenin Batı ile ilişkilerinde son dönemde yaşadığı hayal kırıklıklarından da beslenerek gelişti. NATO’nun Ukrayna Krizi ve Kırım’ın ilhakı sonrasında Rusya ile ilişkilerini askıya alması ve Doğu Avrupa’da eski Sovyet coğrafyasında askeri varlığını arttırması, AB içerisindeki başat güçler Almanya, Fransa ve Hollanda’nın Türkiye’ye karşı takındığı olumsuz tavırlarla beraber, Ankara ve Moskova görüş ayrılıklarını şimdilik rafa kaldırıp daha yakın işbirliği kurmaya başladılar.

Bu durum iki ülkenin Türkiye tarafından Kasım 2015’te Suriye sınırında düşürülen Rus jetinden sonra ilişkilerinde yaşadığı elim krizin süratle iyiyleştirilmesine önayak olurken, özellikle Ankara’yı 15 Temmuz darbe girişimine yüksek perdeden tavır koyan Moskova’nın yanında saf tutmaya doğru yöneltti. Rus tarafı ise, Türkiye gibi önemli bir NATO müttefikinin zor zamanlarında yanında yer almakla Ankara’nın içine düştüğü hayal kırıklığını kendi lehine çevirip, ticari ortaklığın ötesine geçerek ikili ilişkilerde pazarlık payını daha da arttırmayı başardı. Bu doğrultuda Türkiye’nin Rusya’dan satın almayı planladığı S-400 hava savunma sistemleri hem Rusya’nın elde ettiği bu pazarlık kozunun sonucu, hem de kendisiyle müttefiklik ilişkisine rağmen askeri teknolojilerini paylaşmayan NATO ülkelerine Türkiye’nin duyduğu tepkinin sonucunda gündeme geldi.

Ruslar açısından bakıldığı zaman S-400 füze sistemlerinin Asya’da Çin ve Hindistan’dan sonra, ilk defa bir NATO üyesi ülkeye satılacak olması Putin yönetimince bir başarı olarak görülüyor. Böylesine kırılgan ve istikrarsız bir bölgede neredeyse hava savunma sistemi olmayan tek ülke olan Türkiye içinse, Rusya’dan bu sistemin alınması hem elzem bir ihtiyaca binaen hem de günü kurtaran pragmatik bir karar olarak ortaya çıkıyor. Şüphe yok ki hem S-400 alımı hem de Akkuyu nükleer santralinin yapımı Ankara ve Moskova’nın ticari ortaklığının giderek daha fazla güvenlik alanına kaydığını gösteriyor. Türk Akımı doğalgaz projesi, Türk tarım ürünlerinin Rusya pazarına ihracı, Rus turist sayısının katlanarak artması, Türk inşaat ve tekstil sektörünün Rusya’da daha aktif hale gelmesi ve Rusya’nın ülkemizdeki finans ve lojistik yatırımlarıyla beraber diğer ekonomik göstergelerin de katkısıyla İkili dış ticaret ilişkilerde konulan 100 milyar dolarlık hedefin gelecek on yılda gerçekleşmesi bekleniyor. Bu beklenti hiç kuşkusuz Moskova ve Ankara arasındaki güvenlik işbirliği ve olası bir stratejik ortaklığa iki tarafı daha da yaklaştırıyor.

TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE GÜNCEL SORUNLAR
VE RİSKLER

Türkiye ve Rusya’nın İran ile beraber arabuluculuğa soyunduğu Suriye barış görüşmelerinin Cenevre’den Astana’ya taşınması hâlihazırda bölgede türdeş politikalar geliştirmeye olanak sağlarken, hem Suriye hem de Irak’taki gelişmelerin seyri ve bu üç ülkenin, özellikle Türkiye ve Rusya’nın atacağı adımlar ilişkilerin yakın gelecekteki seviyesine dair ipuçları sunacaktır. O halde denilebilir ki ekonomik anlamda 80 milyonluk Türkiye ve 145 milyonluk Rusya pazarının birbirine olan bağımlılığı ilişkilerde katalizör görevi görürken, Suriye ve Irak konusundaki görüş ayrılıkları ya da ittifaklar Türk-Rus ilişkilerinin stratejik derinliğini daha iyi ölmemizi sağlayacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rus mevkidaşı Putin, Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda ülkelerinin hemfikir olduğunu söylediler. Ancak, en başından beri Moskova’nın Şam rejiminin hamiliğine soyunması ve Esed’in kurtarıcısı rolünü oynaması halen Ankara’yı rahatsız eden bir konu olarak masada duruyor. Taraflar Astana görüşmelerin hatırına ve ortak düşman Daeş ile mücadeleyi önceleyerek bu fikir ayrılığını şimdilik geçiştirerek durumu idare ediyor. Öte yandan Rusya’nın YPG başta olmak üzere silahlı Kürt gruplara alttan alta verdiği destek, PKK’nın Moskova’da açtığı ofisin halen faaliyette olması gibi diğer konular Türkiye’nin haklı olarak kaygılarını canlı tutuyor.

Eğer İdlib konusunda anlaşılan çatışmasızlık bölgesinin kuzeyine Türkiye askerlerini koğuşlandırır ve güneyden ve doğudan el-Bab ve el-Rai’ye kadar olan alanda YPG’nin kontrolünde olan Afrin kantonunun Fırat’ın doğusundaki diğer YPG kantonlarıyla bağını kesebilirse bu Ankara için iyi bir güvenlik kazanımı olacaktır. Rusya’nın da Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlayışla karşılayarak bu konuda adım atması durumunda tarafların Suriye’de kalıcı bir güvenlik ilişkisi kurmasının önü açılacaktır. O zaman Türkiye’nin de bir geçiş hükümetinde Esed’in olmasına ve sonrasında Suriye’de Baasçı bir iktidar yapısına dair itirazlarını sonlandırabileceğini düşünebiliriz.

Bu senaryoyu ortadan kaldırabilecek tek gelişme ise, ABD’nin Suriye’de çoğunluğu YPG militanlarından oluşan Suriye Demokratik Güçleri’yle işbirliğini bırakıp NATO müttefiki Türkiye ile hem Daeş ve PKK-YPG terörüne karşı hem de Esedsiz bir Suriye’nin kurulması konusunda kararlı bir strateji izlemesine bağlıdır. Trump yönetimi ve Amerikan derin devlet aklının şimdilik bu realpolitikten yoksun olduğu ve dolayısıyla Suriye’de oyunun dışına itilmiş Washington’un Türk-Rus ilişkilerinin seyrini değiştirmesi beklenmiyor.

Türk-Rus ilişkilerini bekleyen diğer bir turnosol testi ise, çok açıktır ki Kuzey Irak’ın “Kürdistan” adı altında bağımsızlığa kavuşup-kavuşmamasıyla ilintilidir. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) geçen hafta yaptığı referandum konusunda muğlak bir tavır izleyerek bekle-gör politikasını benimseyen Rusya’nın politikaları Ankara’da yakından takip edildi. Uluslararası kamuoyunun ve bilhassa Batı’nın zamanlamasına itiraz ettiği Kürt bağımsızlık referandumu konusunda Moskova da itirazlarını son dakikada da olsa Erbil’e iletti.

Rusya devlet başkanı Putin’in referandumdan hemen sonra Ankara’yı ziyaret ederek Türkiye ile hemfikir olduğunu ifade etmesi ve Rus devlet petrol şirketi Rosneft’in Halepçe’deki petrol arama işinden şimdilik vazgeçmesi Türk tarafında memnuniyetle karşılandı. Ancak, Ruslar IKBY ile 1 milyar doları bulan enerji anlaşmasını zamana yayarak bölgede istikrar ve sulhun yeniden sağlanmasını bekleyecektir. Moskova’nın Ortadoğu’ya yönelmesinde en büyük motivasyonlardan biri olan enerji piyasasında, özellikle petrol fiyatının belirlenmesi sürecinde Suudilerin başını çekti OPEC tekelinin kırılması düşüncesi önemli bir yer tutuyor. Dünya doğalgaz piyasasının en önemli aktörü olan Rusya, şüphe yok ki hem İran ile stratejik ilişkileri dolayısıyla Bağdat yönetimi hem de Barzani yönetimine yeşil ışık yakarak Erbil üzerinden Irak petrollerinin sevkiyatı ve ihracatı konusunda oyunu değiştiren aktör olmayı ummaktadır. Bunu yaparken de Rusya’nın Kürt kartını dikkatli oynaması gerekecek, zira Irak’ta da Suriye’de olduğu gibi Ankara’yı rahatsız edebilecek olan en önemli güvenlik meselesi Kürtlerin bağımsızlığı ve bilhassa da bu bağımsızlık sürecinde PKK’ya biçilen roller olacaktır. Kısacası, Suriye gibi Irak’ta yakın gelecekte ortaya çıkabilecek nahoş gelişmeler iki tarafın sinir uçlarını zorlayan bir askeri-politik atmosfere Ankara ve Moskova’yı yeniden zorlayabilir.

STRATEJİK ORTAKLIK ZOR AMA ELZEM GÖRÜNÜYOR

Bütün bu resmin bize anlattığı durum çok açık ve Türk-Rus ilişkilerinde stratejik ortaklık emareleri olmakla beraber, bu ilişkiyi bir müttefiklik olarak tanımlamak şimdilik çok erken görünüyor. Ankara ve Moskova şu an itibariyle kazan-kazan prensibiyle hareket eden iki ticari ortak ve hem Batı’daki gelişmeler hem de Ortadoğu’da acil çözüm bekleyen sorunlar tarafları stratejik ortaklığa doğru sürüklese bile, bu durum tasavvur edildiği kadar kolay görünmüyor. İki tarafın daha fazla kat etmesi gereken dikenli yollar var ve salt ticari kazancın askeri müttefiklik ya da stratejik ortaklık boyutuna taşınması kurumsal bir işbirliğini de gerektiriyor.

Kurumsal anlamda Türkiye halen bir NATO ülkesi, ama özellikle konvansiyonel olmayan güvenlik tehditleri ise ülkenin doğu ve güney komşularından geliyor. Bu durumda Türkiye’nin Rusya’nın girişimiyle ŞİÖ’ne üye olması önemli bir adım olabilir. ŞİÖ, ekonomik anlamda AB’ye ya da askeri anlamda NATO’ya bir alternatif değil, sadece terörizm, ayrılıkçılık ve radikal hareketler konusunda Rusya, Çin, Hindistan ve Orta Asya ülkeleriyle şimdiye kadar yapılamayan işbirlikleri için iyi bir siyasal-güvenlik zeminini Türkiye’ye sağlayabilir. Ankara ve Moskova eğer stratejik bir ilişki geliştirebilirse bu hem Ortadoğu’da hem de Avrasya’da iki ülkenin yararına olacaktır. Geçmişteki acı tecrübeler gösterdi ki tarihte defalarca savaşmış bu iki ülkenin askeri çatışmalarının galibi hiçbir zaman kendileri olmayıp, genelde masada kazanan Batılılar olmuştur. Bundan sonrası için tarihten ders almak ve bölgeyi bölgenin gerçekleriyle yönetmek için Türkiye ve Rusya’nın yakın komşuluk ilişkilerini sürdürmesi ve Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı başta olmak üzere, Ortadoğu’da yakalanan işbirliği olanaklarının Kafkaslar ve Orta Asya’ya da taşınması gerekecek.

#Türkiye
#Rusya
#Avrasya
7 yıl önce